4 Aralık 2014 Perşembe

TÜRKİYE’DE SİYASETEN GELİNEN NOKTA DA; ÇÖZÜM ÖNERİLERİ…

TÜRKİYE’DE SİYASETEN GELİNEN NOKTA DA; ÇÖZÜM ÖNERİLERİ…
Ahmet YALVAÇ
Makine Yüksek Mühendisi
Gazeteci - Yazar
           Sevgili Okurlar,
Bu gün yaşadığımız temel sorunlar;
Adalet ve kalkınma Partisi AKP’nin, 3 Kasım 2002 tarihinde iktidara taşınması ile başlamıştır.
Taşınma konusu üzerinde ayrıca duracağız.
Dolayısı ile sorunun temel kaynağı ile
Her konuda geriye gidiş ve çöküş,
Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünüp, parçalanma noktasına gelmiş olması da 
AKP iktidarı ve onun uygulamaları neticesinde ortaya çıkmıştır…
Hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının yeniden sağlanması,
Devletin tüm kurum ve kuruluşlarının görevlerini tekrar yapar hale gelmeleri;
Ancak bir iktidar değişikliği ile mümkün gözükmektedir…
Bu itibarla eğer AKP’nin hangi şartlarda ve nasıl iktidar olduğunu,
Kimlerden ve nasıl oy aldığını iyi analiz edip, ortaya koyarsak;
Sonrası biraz kolay…
2015’de yapılacak olan Milletvekili seçimi, bu konuda bir fırsattır.
Bu seçim normalde, Haziran’da yapılacak ama
Nisan sonu, Mayıs başına da alınabileceğı söyleniyor…
Bu seçimde eğer AKP;
2 inci ya da daha gerilerde olursa,
Sorun önemli ölçüde çözülür…
Yok eğer AKP;
Yine kazanırsa,
İş o zaman çok zora girer…
Tabi ki ben bu analizler neticesinde, siyasi partilerin mevcut durumları hakkında da bir şeyler söyleyerek;
Siyasi dengenin yeniden nasıl kurulacağı hakkında, görüşlerimi de ortaya koymaya çalışacağım…
Şimdi şu soruya cevap vermemiz gerekiyor.
AKP üst üste 3  seçimi, acaba bileğinin gücü ile mi kazandı?...
Bakınız, AKP’den istifa eden Balıkesir Milletvekili Prof. Dr. İdris BAL, bir TV kanalında 13-14 gün kadar önce, bu konuda neler demiş:
Bu güne kadar yapılan seçimlerde AKP'nin aldığı oyların;
Gerçeği yansıtmadığını belirterek;
Gerçek oranın daha aşağılarda olduğuna vurgu yapmış...
Hatta bir rakam bile telaffuz etmiş...
Gerçeğin üstündeki üstündeki oyların kaynağı;
Sandık çalıp, içlerine AKP oyu doldurma,
Mükerrer oy kullandırma,
Ölmüş insanları seçmen yazdırma
Ve Sandık listelerinde karışıklık yaratma gibi seçim hileleri…
Devamında ise şöyle söylemiş:
Aslında bu gibi hususları AKP’de herkes biliyor ama
Partide iken açıklarlarsa;
Partilerine ihanet etmiş durumuna düşeceklerinden susuyorlarmış…
Buna benzer hileler seçimlerde Muhalefet Partileri tarafından tespit edilip, ilgili makamlara gereğinin yapılması için şikâyet te bulunuluyordu ama
Devletin tüm kurum ve Kuruluşları;
AKP’nin amacına uygun hale getirildiğinden, bir sonuç alınamıyordu…
Hemen her seçim dönemde bunun gibi çok örnekler gördük, yaşadık… 
İdris BAL’ın bu itirafının bizler açısından da çok mantıklı yanı var.
Zira herkes biliyor ve görüyordu ki;
İşçi memnun değil,
Memurlar, emekliler memnun değil,
Şehit aileleri memnun değil,
Esnaf, sanatkâr, Köylü memnun değil;
O halde AKP, bu oyları nereden ve kimden alıyor diye, herkes merak ediyordu…
İşte sorunun cevabı çıktı…
Sorunun çözümü, ancak bir iktidar değişikliği ile mümkün gözüküyor dedik ama
Eğer verilen oylar çalınıyorsa,
Şikâyet edildiğinde;
Görevli Makamlar tarafsız davranıp, gereğini yapmıyorlarsa;
Ve de AKP, iktidarı bırakmak niyetinde değilse;
İktidar değişikliği nasıl olacak?...
Şimdi bu konuda başka bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bundan önceki iktidarlar zamanında da bazı sorunlar yaşanıyordu ama
Siyasiler yasal ve anayasal sınırları zorladıkları, ya da aştıklarında;
Türk Silahlı Kuvvetleri TSK,
İç hizmet kanunu gereğince, kendine verilen, Cumhuriyeti Koruma ve Kollama görevi adı altında;
Bir sigorta görevi olarak devreye girer ve uyarırdı…
Cumhuriyet döneminde, bu uyarıların dışında TSK;
 1960 ve 1980’de 2 defa da darbe yapıp, iktidarı değiştirmiştir…
Biz burada askeri vesayeti ve darbeleri savunmuyoruz ama
Uyarı ve darbeler yapılırken;
Ortada hiçbir haklı gerekçe olmadığını da söyleyemeyiz…
Örneğin yakın tarihimizde Necmettin ERBAKAN döneminde, baş gösteren bazı irticai faaliyet girişimleri…
ERBAKAN’ın şu sözleri çok önemli…
Değişim kanlı mı olacak, kansız mı olacak? gibi
Şimdi bunlar unutuldu mu?..
Günümüzde ki mevcut durum ise şu:
AKP Askeride kendi amacına uygun hale getirdiğinden, korkuda kalmadı…
Pe ki böylesi bir durumda;
Siyasi iktidar, anayasa ve yasaları da tanımıyorsa, buna kim engel olacak?...
Cumhuriyet rejimini kim koruyacak?...
Şimdi Halkımız ve Türkiye Cumhuriyeti;
Zor anlar için, korumasız ve sigortasız durumda…
Eğer bu sebepten dolayı;
Halkımız bir gün sokaklara dökülmek zorunda kalırsa;
Muhtemelen çok analar babalar ağlayacak…
Umarım ki öyle olmaz!...
Siyasi Partiler, Sivil Toplum Kuruluşları, Devlet’in Makamları,
Bu gibi sorunların nasıl aşılacağını şimdiden düşünmeleri lazım…
AKP BİR DIŞ OPERASYON NETİCESİNDE İKTİDARA HAZIRLANIRKEN;
MERKEZSAĞ’DA BAŞKA BİR OPERASYONLA ÇÖKERTİLMİŞTİR…
Bu dış operasyonlardan, öncelikle birincisini anlatarak işe başlamak istiyorum…
Amerika Birleşik Devletleri ABD;
Irak’daki enerji kaynaklarına el koymayı, dolayısı ile de Saddam Hüseyin’i devirip, Irak’ı işgal etmeyi kafasına koyduğunda;
Türkiye’de kendisine yardımcı olacak bir yönetimin olmasını istiyordu…
Ama Demokratik Sol Parti DSP, Refah Partisi RP ile Milliyetçi Hareket Partisi MHP’den oluşan koalisyon Hükümetinin başı;
DSP lideri ve Başbakan Sayın Bülent ECEVİT,
Yandaş olmayı, ABD’nin emellerine alet olmayı istemiyordu.
Bu sebepten ECEVİT Hükümeti’nin yıkılması ve yerine yandaş bir Hükümetin iş başına gelmesi isteniyordu…
Bu maksatla bir ekonomik kriz yaratıldı
Ve MHP Lideri Devlet BAHÇELİ,
Kendi yetkili kurullarına da danışmadan bir erken seçim konusu ortaya attı
Dolayısı ile Türkiye hızla seçim ortamına girdi ve nihayetinde, AKP seçimi kazandı ama
AKP’nin lideri Recep Tayyip ERDOĞAN, bölücülük yaptığı gerekçesi ile hapis yattığından,
Milletvekili de olamamıştı…
Ama Recep Tayyip ERDOĞAN,
ABD Başkanı George W BUSH’un davetlisi olarak ABD’ye gitmişti.
Böylesi bir husus, ABD’nin protokol kurallarına da aykırı olan bir husustu…
Recep Tayyip ERDOĞAN ile BUSH arasında nelerin konuşulduğunu bilmiyoruz.
Ama bu görüşmede Türkiye adına bazı taahhütlerde bulunulduğu muhakkak…
Türkiye adına ne gibi taahhütlerde bulunulduğu, ne gibi tavizler verildiğini,
Siyasiler ve Halkımız bilmiyor ama
ABD tarafında görüşmenin kayıt altına alındığı muhakkak…
ABD tarafına ne gibi tavizler verildiğini;
Bu gün Türkiye’nin aşama aşama bölünme noktasına nasıl geldiğinden, getirildiğinden görerek, yaşayarak anlıyoruz…
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Milletvekili seçilmesi konusunda önünü açan ise;
O zaman CHP’nin başında bulunan Sayın Deniz BAYKAL.
Bu konuda yapılan bir Anayasa değişikliği ile
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın önünü açtı ve Milletvekili olarak Meclis’e girmesine vesile oldu…
Sonrası malûm…
Bu noktada Sayın BAYKAL’ı işbirlikçi olarak suçlayanlar belki olabilir ama
Ben aynı kanıda değilim…
Şu an itibarı ile CHP’nin de çökertilip, AKP’ nin2015 seçiminde;
Önünde dikenli bir tarla gibi gördüğü engellerin temizlenmesi noktasında;
Tertiplerin kurgulandığı bir dönemde,
Sayın BAYKAL’ın
Devreye girmesinin ve bir şeyler yapmasının, şart olduğunu düşünüyorum…
Tabi ki CHP konusunda söyleyeceklerim henüz bitmedi…
ABD’nin hamleleri;
AKP iktidara taşındıktan sonra da devam etti…
 Irak’ı işgal öncesinde;
ABD ve koalisyon güçlerinin Türkiye üzerinden geçmesi konusunda;
Türkiye Büyük Millet Meclisi TBMM’nin onayının alınması gerekiyordu.
Hazırlanan fezlekeye baktığımızda;
Şimdi Türkiye’nin bölünüp parçalanma noktasına gelmesini de göz önünde bulundurduğumuzda;
Şimdiki durumla da ilişkili olabilecek çok önemli, çok vahim bazı ipuçlarını da görebiliyoruz…
ABD ve koalisyon güçlerinin Türkiye üzerinden Irak topraklarına geçmesini anladık da;
Yanılmıyorsam ağır silahlarla donatılmış 120 Bin ABD askerinin Güneydoğu sınırımızda sürekli konuşlanmasının,
Nerede ise tüm hava ve deniz limanlarının ABD’nin kullanımına açılması gibi şartların bulunmasına ve de bu gibi konularda, diretilmesine ne demeli?...
Bu hususu nasıl yorumlamalı?...
AKP Hükümeti ve de dolayısı ile o zamanki Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN;
1 Mart 2003 Tezkeresinin Meclis’den geçirilmesi konusunda olağanüstü bir gayret sarf edip, bütün imkânları kullanmasına rağmen;
AKP içinden de bazı Milletvekillerinin hayır oyu kullanmaları neticesinde;
Tezkere reddedildi...
Teskerenin reddedilmesi konusunda tüm halkımız, sivil toplum örgütleri STK lar ve Türk Silahlı Kuvvetleri TSK’da karşı çıkıp, katkıda bulundu ama
Bu konuda en büyük katkıyı CHP lideri Deniz BAYKAL yaptı…
Fiili olarak gelinen bu noktada yapılacak bir şey yoktu ama
ABD böyle bir neticenin alınmasında kilit rol oynayanlar konusunda bir şeyler yapma gereğini duydu…
Ve bazı tasfiye operasyonlarına başlandı…
Bu kapsamda CHP lideri Deniz BAYKAL, bir kaset operasyonu ile
Ki bu kaset operasyonunda Başbakan Tayyip ERDOĞAN’ın da;
Basına sızdırılması konusunda bilgi ve katkısının olduğu, sonradan anlaşıldı ve bu husus da  basına yansıdı…
TSK’nın bu Tezkereye direnen vatansever Komutanlarına da
Bu kapsamda BALYOZ, ERGENEKON, POYRAZKÖY ve ASKERİ CASUSLUK gibi çok vahim suçlama ve tertiplerle
Tutuklanıp, Silivri, Hasdal…gibi ceza evlerine konulması
Ve de en önemlisi TSK’dan koparılmaları;
Gelinen noktanın bir öç alma girişimi olmasının dışında;
  Türk Silahlı Kuvetleri’nin vurucu gücünün ve bölgesel etkinliğinin azalmasına yönelik olduğu da;
Sonraki gelişmelerden anlaşılmaktadır…
Özellikle Deniz Kuvvetleri’ne mensup üst düzey bazı komutanların;
Askeri casusluk gibi uyduruk iddialarla içeri atılmalarının asıl nedeni;
Sonradan anlaşıldı.
Türk Deniz Kuvvetleri’nin açık denizlerde bile, belirleyici bir güç haline gelmeleri, MİLGEM gibi bir yapılanma ile olmaya başlamıştı.
Böyle bir yapılanma sayesinde;
 Büyük ve tam donanımlı savaş gemilerinin Türkiye’de Türk mühendislerinin katkı ve çalışmaları ile yapılabiliyor hale gelmesi
Birilerini çok rahatsız etmiş olmalı ki;
MİLGEM’e katkı koyan, proje üreten, mühendis, bilim adamı ve Komutanlar,
Askeri casusluk gibi uyduruk suçlamalarla, içeri alındılar.
Böylesi insanların,
Casusluk iddiaları ile içeri alındığı, Türkiye’den başka bir yer var mı acaba?...
MİLGEM’e katkı koyan destek veren bu Komutanlar;
Aynı zamanda ABD’nın Karadeniz’i kullanmalarına,
Montrö boğaz anlaşmaları gereğince engel olmak istemişler…
Birde sonradan gördük ve anladık ki;
Bu Komutanlar içeri alındıktan ve Türk D eniz Kuvvetleri’nin vurucu gücü, bir şekilde zaafa uğratıldıktan sonra;
Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve ABD’’yi de arkasına alarak;
Başta İsrail olmak üzere bazı devletler ve şirketlerle anlaşmalar yaparak,
 Akdeniz’de Kıbrıs açıklarında petrol ve doğal gaz aramalarına başlamışlar
Ve sonuçta önemli miktarda doğal gaz rezervlerine ulaşmışlardır…
Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına,
Önemli bilim adamlarına, bazı siyasetçilere, bazı gazetecilere tertipler hazırlayıp, 4-5 yıl, hatta daha uzun süre içeride kalmalarına vesile olunduktan sonra;
Tayyip ERDOĞAN’ın Baş Danışmanı Ankara Milletvekili Yalçın AKDOĞAN’ın;
Cemaat Milli Ordumuza kumpas kurdu gibi itirafları sonucunda…
Ve yaşanan hukuki girişimlerinde neticesinde,
Serbest kalmışlardır…
Hâlbuki bu insanların çoğu, müebbetle yargılanıyordu…
Ama kim, ya da kimler hangi nedenlerle bir şeyler yapmış olurlarsa olsunlar;
Bu gibi konularda asıl sorumlu;
Siyasi iktidarın kendisidir…
BAŞLANGIÇDA ABD İLE AKP’NİN ÇIKARLARI UYUŞMUŞ OLSA BİLE; BU GÜN İÇİN ABD; AKP’Yİ VE TAYYİP ERDOĞAN’I GÖZDEN ÇIKARMIŞ GİBİ GÖZÜKÜYOR…
Bunun temel nedeni, kendisine verilen ev ödevini zamanında yerine getirememesi, ya da başarısız olması,
En önemlisi de, Suriye lideri Beşar ESAD devrildikten sonra;
Yerine gelecek İslami yönetimin,
Beşar ESAD’ı aratacağının ABD tarafından fark edilmesi
Ve Rusya’nın bölgedeki çıkarları nedeni ile askeri gücünü de ortaya koyarak, Esad’ı desteklemesi,
Yaşanan örneklerle de görüldüğünden;
ABD Ortadoğu politikasında bazı değişiklikler yapma gereğini duymuştur…
Sonradan IŞİD belasının da ortaya çıkması ve ABD’nin IŞİD’le mücadelesi söz konusu olduğunda;
Yeni Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN’ın yan çizmesi
Ve her defasında işi dönüp, dolaşıp Esad şartına bağlaması gibi hususlar,
Bardağı taşıran son damlalar olmuştur…
Bu gün için özellikle Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN;
Amerika ve Batı basınında;
Yolsuzluk iddiaları, Aksaray konusu ve lükse düşkünlüğü, baskıcı bir rejim uygulamaya doğru gidişatın ortaya çıkması, en basit konularda bile eleştirilere tahammül edemeyip, zora ve şiddete başvurması,
Amerika’yı Müslüman denizciler keşfetti gibi iddialar,
Kadınlarla erkeklerin fıtrat gereği eşit olmadıkları gibi hususlar, hep eleştiri konusu olduğu gibi
Alay konusu da olmaktadır.
Amerika’ da bir Televizyon kanalında yayınlanan ve internete de düşen bir video görüntüsünden bahsetmek istiyorum
Televizyoncu Aksaray konusunu ve 1000 odalı olmasını, kendine göre gerekçelerle eleştiriyor
Ve bir yerinde de Tayyip ERDOĞAN’ın attan düşüşünü gösteriyor…
Ve sen çok yaşa be at diye de vurgu yapıyor…
Tabi ki bizler bazı konularda eleştiriler yöneltsek bile
Türkiye’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nın, böyle bir duruma düşmesinden üzüntü duyuyoruz…
ABD, TÜRKİYE’DE BİR ILIMLI İSLAM DEVLETİNİN KURULMASINI İSTİYORDU…
Biz yukarıda ABD’nin Irak’ı işgal öncesinde;
Türkiye’de kendisine yardımcı olacak yandaş bir Hükümetin bulunmasını istediğini ve sonrasını yukarıda anlattık ama
Böylesi bir planın hazırlığı, daha önceleri,1990’lı yıllarda başlamıştı…
ABD Türkiye’de ılımlı İslam modeli bir siyasi parti kurmak istiyordu…
İçinde Necmettin ERBAKAN’’ın bulunmadığı siyasi bir oluşum…
Böylesi bir hususun varlığını, Demokrat Parti Genel Başkanlarından Namık Kemal ZEYBEK  bir örnekle şöyle anlatıyor:
ABD’nin Ankara Büyük Elçiliği-Siyasi İşler Müsteşarı ona gelip, şöyle demiş:;
Türkiye’de Necmettin ERBAKAN’sız ılımlı bir siyasi parti kurulmasını istiyoruz.
Sizde bu  oluşuma katılmak ister mi siniz?...
O da hayır cevabını vermiş…
Eski başbakanlardan Tansu ÇİLLER’de daha görevde iken, başkaca bir söz etmiş ve şöyle demiş:
ABD Irak’ı işgal edecek, ama ben o zaman başbakan olmayacağım…
GAZETECİ HULKİ CEVİZOĞLUNA BİR ÇAĞRI;
MERKEZSAĞ NASIL ÇÖKERTİLDİ?...
Ceviz kabuğu Programı Yapımcısı Hulki CEVİZOĞLU, yakın bir tarihte benim söylediğime benzer şeyler söyleyerek şöyle dedi:
 Bir operasyonla Tayyip ERDOĞAN ve onun partisi AKP, iktidara hazırlandı ama
En büyük operasyon, Merkez Sağa yapıldı…
Yine yakın zamanlarda bir anket şirketi sahibi Hakan BAYRAKÇI şöyle dedi:
2007 Milletvekili seçimlerinde;
Demokrat Parti, anketlerde % 17’yi gösteriyordu…
Nasıl oldu da Demokrat Parti ile Anap birleşemedi?...
Ben bunu hâlâ anlamış değilim…
Onun için, Hulki CEVİZOĞLU, CEVİZ KABUĞU programında bu konuyu mutlaka incelemeli diyorum…
Bu husus, Türkiye’de tıkanan siyasetin önünün açılması konusunda çok önemli bir fırsattır…
Ben, 2007’de Demokrat Parti’den Kahraman Maraş Milletvekili Adayıydım.
Bizlerde kazanacağımıza inanıyorduk ama son anda bir şeyler oldu…
Şimdi ilginç bir durum ve ilginç bir soru:
Demokrat Parti Genel Başkanlarından Süleyman SOYLU ile
HAS Parti Genel Başkanı Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ;
Her ikisi de, AKP ve Tayyip ERDOĞAN için söylemediklerini bırakmıyorlardı. Ses ve görüntü kayıtları ile durum ortada…
 Ama şimdi;
Her ikisi de AKP’de genel başkan yardımcıları
Sizce bu işte bir gariplik yok mu?...
Ben Süleyman SOYLU’nun uygulamalarını yakından bildiğim için, onun hakkında bir şeyler söylemek istiyorum:
Demokrat Parti’ye 2inci defa adaylığını koyduğunda;
Kaliteli pet bardaklarının üstüne birde çıkartma resmini hazırlatıp, yapıştırmış…
Böyle binlerce pet düşünün, büyük para, büyük israf…
Onun lüks otellerde Parti adına yemekli toplantılar yaptığını biliyorum…
Sonrasında iç çamaşırlarını bile, Partinin kasasından ödediği iddiaları ortaya atıldı.
Ama gerçek olan şu ki;
Önceki yönetimden devir aldığı paraları bitirdikten sonra, Partiyi birde borçlandırdı
Ve sonuçta Ankara’da Selânik Caddesi’nde ki  Genel Merkez binası satılmak zorunda kaldı.
Şimdi sorulması gereken soru şu:
Yoksa Demokrat Parti’yi zayıflatıp bitirme konusunda, birileri ona bir görev mi vermişti?...
Demokrat Parti’nin şimdiki Genel Başkanı Gültekin UYSAL içinde bir şeyler söylemek istiyorum
30 Mart Yerel Seçimlerinde % 0.40 oy almış.
Başarısız olduğu ortada
İstifada etmiyor…
Üstelik bilgili, tecrübeli kişilerin önerilerini de dinlemiyor…
Buradan da anlaşılıyor ki Demokrat Parti’yi güçlendirip Meclis’e sokmak gibi bir niyetinin olmadığı da anlaşılıyor.
Ama Demokrat Parti’nin gayrı menkulleri teker teker satılmaya devam ediyor…
ANAP’tan kalan Genel Merkez binası da birkaç defa satılmak istendi ama
Bazen sorunlar çıktı,
Bazanda satışa engel olundu…
Şimdi buradaki soru şu:
Acaba birileri Demokrat Parti’yi mallarını da satıp, batırma konusunda ona da bir görev mi verdi?...
Son durumu merak edenler, benim web siteme girip, yazdıklarımı okuyabilirler.
Siz okurlar Demokrat Partili olmayabilirsiniz ama
Türkiye’de siyaset cephesinde neler olduğunu anlamanız açısından çok mühim bir örnek…
Bir de internet gazetesi Demokrat Zafer’de Yekta YAKTI’nın yazılarına da bir göz atabilirsiniz…
Eğer Türkiye’de siyasi dengenin yeniden kurulması isteniyorsa;
Demokrat Parti mutlaka ayağa kalkmalı
Ve siyasette ben de varım demeli…
Zira Türkiye’de Halkımızın büyük çoğunluğu, Merkez Sağ eğilimlidir.
Ve AKP’yi iktidar yapan da, Merkez Sağ seçmenlerin oylarıdır.
Bu gün için AKP saflarında yer almış olan Merkez Sağ kökenli 58 Milletvekili var…
DP’de küçük bir kıpırdanmada;
Önce bu Milletvekilleri AKP’yi terk eder, sonrası malûm…
AKP İKTİDARI İLE TÜRKİYE’NİN GELDİĞİ NOKTA; BİR KARŞI DEVRİM Mİ DİR?
Bu sorunun cevabını birkaç örnekle ortaya koymaya çalışalım
1-Yüksek Öğretimde Türban yasağının bir insan hakları ihlali olduğunu savundular
Bu gibi konularda çok tartışmalar yaşandı…
Milliyetçi Hareket Partisi MHP, bu konuda hep AKP’nin yanında yer aldı
Hatta Atatürk’ün Partisi CHP’nin lideri Kemal KILIÇDAROĞLU;
Meseleye insan hakları açısından bakarak;
Eğer iktidara gelirsek, Türban yasağını biz kaldıracağız dedi…
Bir kere yasak delindi, yol açıldı ya;
Bu gün Türban, Anaokuluna kadar indi…
2-Orta öğretimde neredeyse bütün okulları, İmam-hatip şekline soktular…
Çoğu veli bu duruma isyan edip, çocuklarını bu ad altın anılan okullara göndermek istemiyorlar ama
Çocuklarını paralı okullarda okutacak kadar imkânı olmayanların;
Başka çareleri yok…
Alevi vatandaşlarımız çok rahatsız…
Hatta yeni sistemin uygulaması neticesinde;
Ermeni bir vatandaşımızın çocuğu, ikamet ettiği şehrin dışında başka bir yerdeki İmamhatip lisesine çıkıyor…
Aynı şekilde bir Musevi vatandaşımızın çocuğunun gideceği yer de, yine bir İmam-hatip Lisesi olarak çıkıyor…
Bu gibi konularda basına çok örnekler yansıdı…
Yapılan şikâyetlerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM, Türbanı bir Dini simge olarak kabul edip, laiklik prensibinin uygulandığı alanlarda konulan yasağı doğru buldu
Zorunlu Din dersi uygulamalarını da insan haklarına aykırı buldu…
Ama AKP bildiği yolda devam ediyor, yasak falan tanımıyor…
Şimdi sorulması gereken soru şu:
Laikliği ve demokrasiyi yönetim biçimi olarak benimseyen ülkelerde böyle bir uygulama olur mu?
Böylesi bir uygulama, bizim Anayasa ve Yasalarımıza göre de yasak değil mi?
Bu gibi uygulamalar ancak Şeriat esaslarına göre yönetilen, Müslüman ülkelerde var…
Bazı vatandaşlarımız, Türbanda, İmam-hatipleştirme de ne zarar var diyebilir ama
1-2 Örnekle açıklamak istiyorum
Örneğin Türbanlı bir bayan doktorun, Dini anlayışıma aykırıdır diye,
Acil bir durumda ki erkek hastaya , müdahale etmediği gibi örnekler mevcuttur.…
Din referanslı AKP İktidarı;
Hayalindeki Dini kurallara dayalı bir yönetim kurmak için
,İmam-hatip okullarını bir arka bahçe olarak görmektedir…
Öyle anlaşılıyor ki;
Bu yolla Alevi çocuklarını, hatta Hıristiyan çocuklarını bile
Kendi tarafına çekeceğini düşünüyor…
3-İleri Demokrasi dediler ama
Kulağa hoş gelen bu gibi sözlerle
Demokrasiyi,
İnsan haklarını, hak ve adaleti,
Eskisinden daha gerilere götürdüler…
Demek ki ileri demokrasi sözleri ile
Ülkeyi kendi kafalarına göre yönetecekleri bir ortamın oluşturulması özgürlüğünü
Kastediyorlarmış…
 Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de, Cumhuriyet’e karşı olan ve bir Şeriat Devleti kurma özlemi içinde olan insanlar vardı ve bu güne kadarda, bu faaliyetler bir şekilde devam etmiştir.
Şimdi sizlere bu konuda kısa bir özet sunmak istiyorum.
Bazı insanların Cumhuriyet karşıtlığı ile
Atatürk düşmanlığı eş anlamdadır…
Bu gibi insanlar her nasılsa;
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, bir Din düşmanı, Müslümanlık karşıtı gibi göstermişler,
Bu güne kadar da hep öyle olmuştur…
Başta İskilipli Atıf Hoca gibi bazı Din adamlarının asılmış olması;
ATATÜRK’ün Din düşmanı imiş gibi gösterilmesinde çok önemli bir etkendir.
Özellikle Ceviz Kabuğu Programında, işin aslının öyle olmadığı, tarihi gerçekler ve belgelerle ortaya konmuştur.
Meğerse İskilipli Atıf Hoca;
Henüz işin olgunlaştırılmasında ki aşamasında, şapka giyilmesi gibi hususları;
Din düşmanlığı mertebesinde gördüğünden, tabi ki böylesi bir husus, sadece bir vesilede olabilir;
İskilipli ATIF Hoca,
İngilizlerle iş birliği içine girerek, Kurtuluş Savaşını engellemeye çalışıyor.
Sonuçta vatana ihanetten yargılanarak, idama mahkûm ediliyor.
Şimdi başka bir örnek:
Kurtuluş Savaşı öncesinde, Yunanlıların İzmir’i işgali öncesinde;
İzmir Müftüsü, Yunanlılara karşı konulmaması konusunda, Halka fetva veriyor…
Tabi ki böylesi bir emir, Padişah tarafından verilmiş olsa bile yerine getirilmemesi gereken bir husus…
Tabi ki Kurtuluş Savaşı öncesinde ve Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında, çoğu Din adamının Mostafa Kemal Atatürk’ün yanında yer aldığını biliyoruz…
Çoğunuz bilirsiniz;
İstanbul Şişli’de Halâskâr Gazi caddesinde ATATÜRK Evi var. Orası bir müze.
Bu ev, Kurtuluş Savaşı öncesinde;
ATATÜR’ün strateji belirlediği, planlar yaptığı bir mekân…
Bazı Din Adamları;
Mustafa Kemal ATATÜRK’ü kurtarıcı olarak gördüklerinden;
Ona sen bizim halâskârımızsın diyorlar
Ve bundan böyle, o Evin bulunduğu cadde, Halâskâr Gazi adını alıyor.
Şimdi de Köy Enstitüleri’nin neden kapatıldığı konusunda bir şeyler söylemek istiyorum:
Şimdilerde bile Köy Enstitüleri’nin ne kadar faydalı ve üretime dönük eğitim kurumları olduğuna vurgu yapılıyor…
Ve bence geliştirilmiş hali ile yeniden kurulmalı…
Şimdi AKP Hükümeti’de kızlı-erkekli eğitime karşı çıkıyor ya…
O zaman da bu kafadaki insanlar, kızlı-erkekli eğitime karşı çıkıp,
Baskınlar yapıyorlar, kütüphaneleri dağıtıyor, zarar veriyorlar vs.
Neticede Siyasilere de baskı yaparak, bu eğitim kurumlarının kapatılmasına vesile oluyorlar…
Bu gibi konularında Halkımıza iyi anlatılması lâzım…
ATATÜRK’ün Din karşıtı biri olmadığı gibi daha bir çok hususlar;
Bu gün yapılan araştırmalar ve yazılan kitaplar vesilesi ile
Önemli ölçüde anlaşılır hale gelmiştir.
Bazı televizyon kanallarında ATATÜRK kitapları adı altında, çok da ucuz fiyatla ve uygun ödeme koşulu ile
Bu kitapları Halkımızın istifadesine sunuyorlar.
Bu konuda araştırıp, kitapları hazırlayan yazarları
Ve cazip fiyatlarla bu kitapları Halkımızın istifadesine sunanları,
Yürekten kutluyorum…
Ama salon toplantıları ve yerel televizyonlardan da yararlanarak,
Bu bilgilerden daha fazla insanın yararlanması sağlanmalıdır…
BEN GELECEK ADINA UMUTLUYUM
Bu gün;
AKP İktidarının uygulamalarından ve Türkiye’yi getirildiği noktadan rahatsızlık duyan
Ve oranı % 60’a varan bilinçli ve kaliteli bir Halk topluluğu vardır.
Bu hususu;
Gezi eylemlerinde,
Cumhuriyet Mitinglerinde,
Silivri boykotların da,
Valide Bağ direnişinde
Ve daha birçok toplumsal hareketlerde gördük,
Gençlerimizin ve bazı vatandaşlarımızın böylesi duyarlılığı;
Bizleri gelecek adına çok umutlandırdı…
Demek ki Cumhuriyet’in mayası, önemli ölçüde tutmuş…
En makul en haklı konularda bile
AKP Hükümeti’nin birilerine çıkar sağlama girişimleri neticesinde
Yaşanan maden kazaları, iş kazaları, Termik Santral kurma vesilesi ile zeytin ağaçlarının kesilmesi girişimleri 
HES Projeleri nedeni ile;
Köylü vatandaşlarımızın topraklarının su altında kalması,
Su kaynaklarının ellerinden alınması gibi nedenlerle de;
Hükümetin uygulamalarına karşı muhalefet artmaktadır..
Bu gibi ilave gelişmeler AKP’nin işini her geçen gün, biraz daha zora sokmaktadır…
DÜŞMANIN ATTIĞI TAŞ DEĞİL;
DOSTUN ATTIĞI GÜL YARALAR BENİ SÖZÜ MİSALİ
CHP’DE UYGULANAN SİYASET…
 CHP Lideri Kemal KILIÇDAROĞLU, dürüst ve çalışkan birisi
Bu gibi konularda çoğu insan benim gibi düşünüyor…
Ama bazı konularda duygusal davranıp, hatalar yapıyor.
Kritik bir zamanda, dikkatli olursa;
CHP ve Türkiye adına daha yararlı olur…
1-Olağanüstü Kongre de, ben Dersimli Kemal vurgusu ile
Dersim konusunun, başka taraflara çekilmesine
Ve yeni tartışmaların başlamasına vesile oldu…
2-Ardından, akrabası olduğunu öğrendiğimiz Hüseyin AYGÜN;
Dersim’de zehirli gaz kullanıldı, katliam yapıldı gibi gerekçelerle
Birleşmiş Milletler’e başvurdu…
Böylesi bir hususun;
CHP Teşkilatı ve CHP’li çoğu vekil arasında da rahatsızlık yarattığını düşünüyorum…
Başbakan DAVUTOĞLU bu husus bir fırsat bilip, hemen bir açıklama yaptı:
Dersim, 2inci bir Kerbelâ dır.
Ben Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU’nun böylesi bir açıklamayı;
Alevi vatandaşlarımızdan en azından bir kısmının oylarını almaya yönelik,
Siyasi bir manevra olduğunu düşünüyorum..
Halk TV’de, sanıyorum Tuncelili bir Alevi vatandaşımız şöyle dedi:
Biz Seyid Rıza’nın suçlu bulunup, idam edildiğine inanmıyoruz gibi anlama gelen laflar etti ve ona;
İade-i itibar tanınmasının ve adının bir okula verilmesi gibi şeylerde söyledi
Seyit Rıza ;
Bu gibi konuların üzerinde duran, gündeme getiren siyasilerin akrabaları da olabilir.
Onların bu sebeple duygusal davrandıkları da düşünülebilir…
Daha önceden de bilindiği gibi aşırı söylemleri olan Hüseyin AYGÜN gibiler;
CHP’den Milletvekili yapılmamalıydı…
Demek istediğim husus şudur:
Son anketlerde CHP’nin oylarında bir düşüş görülmesinin asıl nedeni;
CHP’nin 6 Ok, dolayısı ile
Atatürk ilkelerinden sapma gösterdiği
Ve nihayetinde Dersim tartışmalarının;
Bu oy düşüşünde etkili olduğu anlaşılıyor…
DERSİM’DE ZEHİRLİ GAZ KULLANILDIĞI, KATLİAM YAPILDIĞI İDDİALARI DOĞRU MU DUR?
Ceviz Kabuğu Programına katılan Cengiz ÖZAKINCI;
İngiliz Arşiv belgelerine de dayanarak, söz konusu iddiaların doğru olmadığını ortaya koydu…
Dersim harekâtlarının yapıldığı 1937-1938 yıllarında;
Türk Silahlı Kuvvetlerinin envanterinde henüz zehirli gaz bulunmuyormuş…
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti;
Yaklaşan 2inci Dünya Savaşını da göz önünde bulundurarak, İngiliz Hükümetinden bir uzman istemiş.
Buradaki amaç, başka devletlerin zehirli gaz kullanmaları halinde;
Alınacak önlemler konusunda bilgi sahibi olmak ve koruyucu malzeme temin etmek…
Ama İngiliz Hükümeti gaz uzmanı talebine;
1939’da karşılık vermiş.
1939 İkinci Dünya Harbinin başladığı tarih.
1inc. Dünya Harbinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ALMAN Generaller kumanda ediyorlardı.
Söylendiğine göre;
Alman generaller, Anzaglara, .İngiliz ve Fransız askerlerine karşı kullanılmak üzere;
Zehirli gaz kullanılmasını önermişler.
Ama Türk Komutanlar demişler ki:
Bizler, kurşun atarız ama zehirli gaz kullanmayız…
Dersim’de sivil Halka karşı katliam uygulandığı iddialarının doğru olmadığı da anlaşıldı
Harekat, Devlete isyan eden Derebeylere karşı yapılmış…
Ama 2inci harekâtta, sivillerden de çok ölenler olmuş…
Bizde geçerli olan bir söz var:
Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe…
Meseleye bu açıdan bakarsak, olup, biteni daha kolay anlarız…
Eski yaraları kaşımanın kimseye faydası olmaz…
Cengiz ÖZAKINCI çok önemli bir hususa daha parmak bastı:
Bu güne kadar ki ayrılıkçı hareketi ve Kürt isyanlarının arkasında,
Hep dış güçlerin olduğunu, belgelerle ortaya koydu.
Sonra Dersim harekâtının sonrasındaki gelişmeler sonucunda;
Musul’daki haklarımızdan vaz geçmek zorunda kaldığımıza da işaret etti…
KÜRTLER, TÜRK’ÜN BİR KOLUDUR.
Bu sorunun cevabı;
Kürtleri ayrı bir Soydan sayıp,
İnsani değerler ve haklar açısından onların yanında olduğunu savunanlar,
Ya da siyası çıkar sağlama açısından sürekli bu konu üzerinde duranlar açısından,
Bu konudaki bilimsel araştırmalardan bahsetmek istiyorum.
Bu konunun anlaşılması;
Kendini başka bir soydanmış gibi sananların da aydınlatılması açısından, birlik ve beraberliğimizin sağlanması açısından da çok büyük bir önemi vardır…
                Ben bu konu da, Anayurt Gazetesi’nde Köşemde 21 makale yayınladım
Bu makalelere Anayurt Gazetesi’nin arşivine girerek ulaşabildiğiniz gibi,
Bu makaleleri benim web sitemden de okuyabilirsiniz.
Konunun başlığı; Türkiye’nin Etnik Kökeni
Bakınız, Soyadı Ensari, ya da Ensarioğlu olanların asıl kökeni neymiş?
Bunlar Ensari Türkmeni
Biliyorsunuz ki, örneğin;
AKP’nin Diyarbakır Milletvekili olan Galip ENSARİOĞLU,
PKK’nın savunucularından, ya da ayrılıkçı Kürt hareketinin yanında olanlardan biri…
Bu itibarla; Soyadı ENSARİ, ya da ENSARİOĞLU olanlar, bu konunun üzerinde mutlaka durmalı…
Şimdi sizlere ilginç bir anımı anlatmak istiyorum:
Bu konuyu merak eden okuyuculardan biri ile telefonda konuştum.
Bana şöyle dedi:
Ben 64 yaşında üniversite mezunu, matematik öğretmeni ve emekli birisiyim.
Siyasi görüş olarak MHP’liyim…
Sizin yazılarınızı kesip saklıyorum.
Bir süre önce, Ağrıdaki akrabalarıma telefon edip, sizin bu yazılarınızdan onları haberdar ettim ve dedim ki;
Bu yazıları okuyun ve ola ki;
Yanlış yollara sapmayın…
Demek ki bu vatandaşımız Kürt,
Ve yazılanlardan etkilenmiş…
Aslında bu gibi bilgileri;
Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünü korumak ve kollamakla görevli olan Hükümetin;
Tüm iletişim imkânlarından yararlanarak, Halkımıza duyurması gerekirken,
Kendisi Türkiye’nin bölünüp parçalanması yönünde bir yol açıyor.
Tabiki onun öncelikli sorunu, oy koparabilmek…
Şimdi asık konuya giriyorum.
Kürtler;
Türk’ün yüksek rakımlı dağlarda ve karlık bölgelerde yaşayan ve genellikle hayvancılıkla uğraşan kısmı…
Bu gün bile Kürt vatandaşlarımızın yaşantısı genelde böyle.
Kürt ismini;
Oğuz Boylarının Başı; Oğuz Kağan koymuş.
Kürt ismi; karla kışla, soğukla eş anlamlıdır.
Bu gün Afganistan’da Herad nehri kenarında Timurlenk’in Kürt Neşin adını taşıyan bir kış evi vardır.
Aynı şekilde Oğuz Kağan’ın da Kürt Tag adlı yine bir kışlık kar evi vardır…
Şimdi bu bağlamda Güneydoğu bölgemizdeki duruma geliyorum.
1071 Malazgirt Muharebesinden öncede;
Anadolu’da ve Güneydoğu bölgemizde Türkler ve Kürtler vardı.
1071 Malazgirt Muharebesi ile Anadolu topraklarına, Doğudan Batıya doğru, büyük kitleler halinde Oğuz Boyundan Türkler giriş yaptılar.
Giriş yapan bu Türk Boylarından bir kısmı Güneydoğu bölgemizde kalıp yerleşti
Bu durum; zaten orada daha önce yaşayan Türk ve Kürtlerin, kız alıp vermeleri neticesinde daha da kaynaşmalarına vesile oldu…
1071’den sonra Güneydoğu bölgemizde;
17 Türk Beyliği ile;
Akkoyunlu ve Karakoyunlu adlarında 2 de Devlet kuruldu
Akkoyunlu ve Karakoyunlu Devletleri İran kökenli olmalarına rağmen;
Aslında bunlarda Türk asıllı devletlerdir.
Sonuç itibarı ile şunu söylemek istiyorum:
Sanıldığı gibi bu gün;
Nüfus yoğunluğu Kürt değil,
Konuşulan hakim dilde Kürtçe değil…
Merak edip, Diyarbakır’a gittim ve yazdıklarımın doğru olduğunu orada da gördüm…
Bu gün ayrılıkçı Kürt hareketini savunanlar;
Muhtemelen % 1-2 kadardır.
Bunların bir kısmı vurguladığım üzere;
Aslını bilmeyen, ama özünde Türk olan Kürt vatandaşlarımız olsa bile;
Ayrılık yanlısı olanların bir kısmının Kürt değil de
Gizlenmiş Ermeniler olduğunu da söylemek mümkün…
Dolayısı ile
Ayrılıkçı Kürt hareketi ve PKK Terör Örgütünün;
Kürt vatandaşlarımızı temsil ettiklerini de söyleyemeyiz…
PKK ve PYD li Kürtlerle, Barzani’nin Peşmergelerinin büyük bir güç olmadıklarını;
Kobani’de IŞİD’le mücadelede hep beraber gördük…
Pe ki mevcut durum böyle iken;
Sanki başka bir çare yokmuş ta, analar ağlamasın gibi sloganlarla
Ve barışı sağlama gibi gerekçeler ile
PKK Yöneticileri ve onun Lideri Abdullah ÖCALAN ile yapılan pazarlıklara,
Verilen tavizlere ne demeli…
Ben öncelikle bu konuyu;
Tüm duyarlı ve aklı selim vatandaşlarımızın bilmelerini ve anlamalarını,
Özellikle de
Siyasi çıkar sağlamak amacı ile
Bölücülerle pazarlık yapanlara;
2015’de yapılacak Milletvekili seçimlerinde;
Bu gibilere oyları ile gerekli cevabı, umarım verirler…
Saygılarımla 4 Aralık 2015 Perşembe
                                         Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ

17 Kasım 2014 Pazartesi

2 EKİM IŞİD TESKERESİ SONRASINDAKİ GELİŞMELER VE YORUMLARI…

2 EKİM IŞİD TESKERESİ SONRASINDAKİ GELİŞMELER VE YORUMLARI…

Sevgili Okurlar, bu başlık altında inceleyeceğimiz konuları daha kolay anlayabilmek açısından;
Gerektiğinde,
Bundan önce yazılmış olan;
2-Ekim Teskeresi, IŞİD’e Karşı mı, Yoksa Beşar ESAD’a Karşı mı Çıkartıldı başlığı altında yazılan makaleye bir göz atmanızı öncelikle öneririm…
Şimdi hatırlatmak ve bazı ipuçlarını vermek açısından, bu teskerenin hangi şartlar altında çıkartıldığı konusunda, birkaç hususa tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum
IŞİD Irak’’ın kuzeyindeki topraklarda ilerleyip, katliamlar yaparken, gelinen noktayı dehşetle ve merakla izliyorduk…
Özellikle de IŞİD’in; silahsız ya da iptidai silahlarla kendilerini korumaya çalışan Türkmenleri katledip, topraklarını da işgal ederken,
Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiki Batılı devletlerin sessiz kaldıklarını,
Bilhassa da AKP Hükümeti’nin yeterince hassas davranmayıp, bir şeyler yapma konusunda isteksiz göründüğünü de biliyoruz...
Ne zaman ki IŞİD, Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi topraklarını tehdit etmeye başladı,
Ne zaman ki IŞİD, Amerikalı, İngiliz, Fransız gazeteci, ya da yardım kuruluşuna mensup 3-4 kişiyi boğazını keserek katletti…
Ve nihayetinde Suriye’nin Kobani yerleşim yerini kuşatıp, Kürtlerle çatışmaya başladı…
O zaman ABD ve müttefiki bazı Batılı devletler bir şeyler yapma gereğini duydu…
 AKP Yetkilileri ile eski Başbakan ve yeni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın, bütün örnekler ortada olmasına rağmen;
IŞİD’e bir türlü terörist örgüt demediğini, diyemediğini de biliyoruz.
IĞİD’in yaptıkları konusunda bir şeyler söylemek zorunda kaldıklarında ise;
IŞİD’e IŞİD unsurları tabirini kullanıyordu…
Böylesi bir tanımlamada hafızalarda…
Bu sebepten olmalı ki;
Amerika Birleşik Devletleri ile onun öncülüğündeki bazı Batılı müttefikleri, IŞİD’le mücadele etmek için birlikte hareket etme gereğini duyduklarında
Ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, Amerika’da iken;
Eski söylem ve tanımlamaların değiştiğini görüyoruz…
Bu teskerenin gönülsüz çıkartıldığını, IŞİD’e gönülsüz olarak ve kerhen
 Ve de mecburiyetten olmalı ki;
Eski Başbakan, yeni Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN tarafından terörist bir örgüt denildiğini de biliyoruz…
Bu noktada bir Atasözünü hatırlatmak istiyorum;
Gönülsüz aş, ya karın ağrıtır, ya da baş…
Şimdi yakın bir geçmişe kısa bir göz atalım.
 AKP Hükümeti’nin IŞİD’e silah, teçhizat ve eğitim yönünden yardım ettiği, katkı sağladığı gibi bilgiler de basınımızda sıkça yer almış olan hususlar…
Bu itibarla AKP Hükümeti ve özellikle de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın,
 Özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı müttefikler ile
 IŞİD’le mücadele konusunda ters düştüklerini, hatta bu yüzden çok zorda olduklarını da söyleyebiliriz…
IŞİD’in gelip Kobani’ye dayanması
Ve Türkiye’nin IŞİD’le mücadele ya da IŞİD’e müdahale konusunda ESAD şartını ortaya sürmesi,
Ortamı ve ilişkileri iyice gerdiği anlaşılıyor…
 Bu gibi manevralar, Türkiye’de AKP’nin, ya da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın fanatik hayranları tarafından usta işi olarak algılansa bile;
Uluslararası camia da bir geçerliliği, bir getirisi maalesef olmaz, bilakis yeni sorunlar yaratır…
Sonuçta siyaseten geldiğimiz noktayı şöyle özetlemek mümkün:
 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın IŞİD’le mücadele etmek istemediğinin anlaşılması;
PKK ve PYD’yi Amerika’nın ve müttefiki Batılı devletlerin, yeni müttefikleri durumuna düşürmüştür…
Sadece bu sebepten dolayı; ABD ve müttefiki bazı Batılı devletler, PKK’yi terörist örgüt listesinden çıkarmışlardır.
Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri, IŞİD’le savaşması için PKK ve PYD’ye silah veriyor.
Batılı müttefikleri de görünürdeki bu sebepten dolayı, PKK ve bunun Suriye’deki kolu olan PYD’ye silah vermek istediklerini beyan ediyorlar.
Bu gelişmeler yaşanırken;
Almanya’nın, Mesut Barzani’nin Peşmergelerini Almanya’da eğittiği haberleri basınımıza yansıdı.
Fiilen gelinen bu noktada;
PKK Terör Örgütü emellerini gerçekleştirme yolunda önemli bir mevzi kazanmış oldu…
Ve PKK ile etkin mücadele konusunda, elimizin kolumuzun bağlandığını şimdiden söyleyebiliriz…
Ya da PKK’yı bitirmek istediğimizde, şimdi Amerika’yı da karşımızda bulacağımızı unutmamamız gerekiyor…
Diğer bir vahim hatada şu:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgeler, ya da tampon bölge kurulması yönünde teklifte bulundu…
Böylesi bir teklifin mahzurlarını da önceki makalede belirtmiştim…
Şimdi bu konuyu, geçmişte yaşanan bir örnekle biraz açmaya çalışalım
Cumhurbaşkanı ve AKP Hükümeti,
 Kuzey Irak Federe Kürt Devleti’nin, Amerika’nın önderliğindeki birinci Körfez Harekâtı sonrasında,
Zamanın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan Turgut ÖZAL’ın tampon bölge, uçuşa yasak bölge formülü ile kurulduğunu unutmuş gibi gözüküyor…
Aslında şimdi bunun gibi, IŞİD’de bahane;
Zira bizler biliyoruz ki ABD ve Batılı müttefikleri, daha önceleri de hep PKK’nın yanındaydılar.
PKK bunun için bitirilemedi,
Kuzey Irak Özerk Kürt Bölgesi de onların yardımı ile ve böyle kuruldu…
Bu itibarla IŞİD ile etkin mücadele, ya da bitirilmesi konusunda yapılması geren en önemli husus şu:
Eğer AKP Hükümeti isterse, Türk Silahlı Kuvvetleri güney sınırımızı IŞİD’ten tamamen temizler.
Bunun birçok yolu var. Bunları da önceki makalede anlattım…
ABD ve Müttefiklerine gerek kalmadan Türkiye bu işi halletmelidir…
Böylece ileride muhtemelen;
 ABD’nin ve Batılı müttefiklerinin yardım ve destekleri ile
 Suriye’nin Kuzeyi’nde başka bir Özerk Kürt Bölgesi kurma hayalleri de şimdiden önlenmiş olur…
Böylesi bir yaklaşım, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün sağlanması
Ve ulusal çıkarlarımız açısından son derece önemlidir…
Bu itibarla gelinen noktayı ve Türkiye’nin içine düşürüldüğü durumu;
AKP Hükümetinin öngörüsüzlüğü, ya da hatası olarak değerlendirmek mümkün…
KOBANİ PROTESTOLARI; BİZLERE PKK VE YANDAŞLARININ ASIL NİYETLERİNİ ANLAMAMIZA VESİLE OLDU…
Bir önceki makalede, Kobani protestoları ve bu protestolarda ölenler konusunda da bir şeyler yazmıştım…
Sonrasında, bu protestolarda ölen vatandaşlarımızın sayısının 48’ye kadar çıktığını duyduk,
Muhtemelen biraz daha yüksek de olabilir.
Burada çok önemli 2 hususa değinmemiz lazım.
Birincisi yeni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN çok kritik bir zamanda; Kobani, düştü, düşecek gibi bir laf etmişti…
Tabi ki, Kobani protestolarının zirve yaptığı kritik bir zamanda;
Devletin tepesindeki Kişinin böylesi bir açıklama yapması da doğru değil…
 İkincisi HDP Eş Başkanı Selahattin DEMİRTAŞ’ın, Kürt vatandaşlarımızın ve taraftarlarının sahaya inmeleri konusunda çağrıda bulunması da çok etkili olmuştu…
Gerçi ne Tayyip ERDOĞAN, ne de Selahattin DEMİRTAŞ, verdikleri beyanatlarda kimseye ortalığı kırıp dökün, vurup öldürün gibi şeyler söylememişlerdir ama
Eli sopalı, palalı, bıçaklı, sakallı ya da cübbeli insanların beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmış olmaları,
  Bizlere, bazı vatandaşlarımızın çatışmaya daha önceden hazırlandıkları, fırsat kollar durumda bekledikleri kanaatini uyandırmıştır.
Yaşanan ölümler bu gibi insanların çatışması sonucunda meydana gelmiştir.
Böylesi bir durumla ilk defa karşılaşılmıştır.
Belli ki Halkımız provoke edilip, daha büyük çatışmaların yaşanması isteniyor…
Meseleye bu yönden bakıldığında Kobani protestolarının, bir isyan provası olduğu söylenebilir.
Ne var ki Halkımız, bütün yaşananlara rağmen yine de sağduyulu olmayı tercih etmiştir…
Ama böylesi bir davranış, her zaman olur anlamına gelmez!...
IŞİD’in Kobani’yi işgal etmesini, orada katliamlar yapmasını bizler de istemeyiz ama
IŞİD’i protesto amacı ile bazılarının, Devletin ve Halkımızın malına, canına zarar vermelerini, ortalığı kırıp dökmelerini,
Bankalara ve marketlere zarar vermeleri, paraları ve malları yağmalamalarını,
Belediye otobüslerini yakmalarını da
Asla tasvip edemeyiz…
Bu gibi davranışlar;
PKK Terör Örgütü ve Yandaşlarının kim oldukları ne yapmak istedikleri konusundaki niyetlerini anlamak açısından da, bizlere çok önemli ipuçlarını vermiştir,
Sözde barışı sağlamak bahanesi ile
 Siyasilerin, PKK ile yaptıkları pazarlıklar ve verilen ödünlerin de
 Ne kadar yanlış, ne kadar bir aldatmaca olduğunu da ortaya koymuştur…
Ayrıca bu vesile ile bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum.
Gelinen noktada:
Askerlerimize pusu kurup,  arkadan vuranlara,
Güneydoğuda yol kesip, vatandaşlarımıza kimlik soranlara,
Askerlerimizi, Kaymakamlarımızı, öğretmenleri, TIR şoförlerini kaçıranlara,
Halkımızdan vergi toplayıp,
Sözde Halk Mahkemeleri kuranlara,
Korku salıp, vatandaşlarımızı canından bezdirenlere
Ve nihayetinde Güneydoğu Bölgemizi Türkiye’den koparıp, ayrı bir devlet kurma niyet ve hevesinde olanlara,
Su soruları sormakta gerekiyor:
          Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kobani’ye müdahalesini hangi yüzle talep ediyorsunuz!?...
          Madem o kadar güçlü ve kuvvetlisiniz de;
          Neden Kobani’ye  gidip de, orayı IŞİD’den kurtarmıyorsunuz!?...
Bu noktada PKK ve yandaşları ile çözüm süreci adı altında pazarlık yapanlara da bir şeyler söylemek istiyorum:
Halkımızın büyük çoğunluğunun ve aklı başında olan Kürt vatandaşlarımızın ki onlarında büyük çoğunluğu öyledir;
Bölünüp, parçalanma yanlısı olmadığını,
Neden görüp, anlamıyorsunuz!?...
Türkiye Cumhuriyeti ve onun silahlı gücü TSK’yi
Güçsüzmüş gibi gösterip, bir şey yapamayız gibi bir algı yaratıp,
PKK Terör Örgütü ve Yandaşları ile müzakere masasına oturuyorsunuz!?...,
Yaşanan bu örneklerle de;
PKK ve Yandaşlarının öyle kuvvetli olmadıklarını,
Özellikle de Kürt Halkını temsil etmediklerini,
Neden görüp anlamıyorsunuz!?..
Amacınız ne?...
KOBANİ IŞİD’TEN HALÂ NİYE TEMİİZLENEMEDİ?..
Kobani’nin nüfusunun 46 Bin olduğu söyleniyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN ise; Kobani’nin IŞİD tarafından kuşatılması vesilesi ile
200 Bin kişinin Türkiye’ye sığındığını söylüyor.
Dolayısı ile Kobani’de başlayan çatışma vesilesi ile Türkiye’ye geçenler, sadece Kobani halkı değil…
Ve dolayısı ile Tayyip ERDOĞAN Kobani’de sivil halk kalmadı diye, meseleye vurgu yapıyor…
Demek ki şu anda orada bulunanlar IŞİD ve onlarla savaşan PYD militanları.
Birde buna sonradan katılan PKK militanlarını da ilave etmek lazım…
IŞİD’in Kobani’yi kuşatmasını 17 Eylül 2014 olarak kabul edersek;
17 Kasım itibarı ile aradan geçen zamanın 63 gün olduğunu görüyoruz…
Amerika Birleşik Devletleri ve onun Batılı müttefiklerinin, IŞİD mevzilerini sürekli havadan bombaladıklarını, PKK ve PYD’ye silah ve lojistik yardım sağladıklarını da göz önünde bulundurursak;
Haklı olarak şu soruyu sormak gerekiyor:
Bu kadar yardım ve desteğe rağmen
Ve aradan 50 gün gibi uzun bir zaman geçtiği halde;
Kobani IŞİD’ten halâ niye temizlenemedi?...
Aslında sorunun cevabının çok basit olduğu anlaşıldı.
Demek ki PKK ve PYD militanları sanıldığı kadar eğitimli, ya da savaşçı değillermiş.
Böylesi bir sonuç, bizler açısından çok önemli…
Peki Türkiye’yi yönetenler böylesi bir hususu, bilemiyorlar mıydı?...
Bence bilmeleri lazım…
Demek ki AKP iktidarı,
Kan akmasın, analar ağlamasın sloganları ile
Ve başkaca bir çaremiz kalmadığı için
Milletimizin adına ve içimiz kan ağlayarak;
PKK Terör Örgütü ve onun Lideri Abdullah ÖCALAN ile
Barış süreci adı altında onlarla masaya oturmak zorunda kaldık vurgusunu yapmaya çalıştıkları anlaşılıyor…
Ama böylesi bir yanıltma ve çarpıtmanın da;
Dindar, muhafazakâr ve saf vatandaşlarımızın oylarını almaya yönelik siyasi manevralar olduğu da,
Yaşadığımız örneklerle artık anlaşılmıştır…
Dolayısı ile Halkımızın gerçek anlamda huzur ve refaha kavuşması,
Türkiye Cumhuriyeti’nin Vatanı ve Milleti ile bölünmez bütünlüğünün yeniden sağlanmasının
Ve devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesinin de;
AKP İktidarı ile mümkün olmadığı, olamayacağı da artık anlaşılmıştır…
Dolayısı ile tek çözüm; Cumhuriyetin kazanımlarına, Atatürk İlke ve İnkilâplarına yürekten inanan bir ekibin iş başına gelmesidir…
Ve bu husus, ayrı bir yazı konusudur…
PEŞMERGELERİN TÜRKİYE ÜZERİNDEN KOBANİ’YE GEÇMELERİ;
2 EKİM TESKERESİ’NE AYKIRIDIR.
Zira Kuzey Irak Özerk Kürt Bölgesi; bağımsız bir devlet değildir.
Onun silahlı gücü, Peşmergeler de; bağımsız bir devletin askerleri değil…
Bu teskerede adı geçen yabancı devletler tanımından daha ziyade;
Amerika Birleşik Devletleri ile onun Batılı müttefikleri; İngiltere, Fransa, Almanya… gibi devletler ile, onların silahlı güçleri anlaşılmalıdır.
Dolayısı ile Kuzey Irak Federe Kürt Bölgesi Yönetimi ile onun silahlı gücü Peşmergeler;
Amerika Birleşik Devletleri adına iş yapan, ya da yapmak isteyen taşeronlardır…
Peşmergelerin Türkiye üzerinden Kobani’ye geçmelerini Amerika Birleşik Devletleri’nin talep ettiği ve de dayattığı bilinmektedir.
Peşmergelerin, 29 Ekim 2014 tarihinde, yani Cumhuriyet Bayramı’ında gündüzün şov yaparak bir kahraman edası ile
Ve onları karşılayan bazı Kürt vatandaşlarımızın arasından, sevgi gösterileri ile geçip gitmişlerdir.
Kaldı ki bu geçişlerin 23 ve o6 saatleri arası yapılması gerekiyormuş…
Ama bu yasağa uymadıkları anlaşılıyor…
Bu geçişleri bizlerde televizyon ekranlarından gördük, izledik.
Bu geçişlerde güçlü kamyonlar kasalarında malzemeler, arkalarında toplar bulunduğu halde,
İntikal devam ediyordu.
 Ağır silahlarla yol alan bu kamyonların sayısının 40 kadar olduğu söyleniyordu.
Ve bu kamyonlardaki Peşmergelerin elbiselerinin kollarında ABD bayrağı vardı ve elleri ile zafer işareti yapıyorlardı.
Bazı Kürt vatandaşlarımız ise;
Biji OBAMA, biji serok OBAMA;
yaşa, varol, OBAMA diye bağırıyorlardı...
Böylesi bir geçiş ve geçişin gece saatlerinde yapılacağı şartlarına uyulmaması gibi fiili durumlar karşısında;
Yetkililerin bir şey yapamadık, ya da yapamazdık gibi bahaneleri de varsa,
Buna da kimse inanmaz…
Böylesi bir fiili durum;
Türkiye Cumhuriyeti’nin azametinin ve itibarının zedelendiği, görmezden gelindiği,
En önemlisi de;
Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’ye itibar kazandırma yönünde, önemli bir adım olduğu da ortadadır.
Bu gibi uygulamalar, Mesut BARZANİ’yi Kürtlerin hamisi gibi bir durumuna getireceğinden;
Türkiye Cumhuriyeti’’nin birlik, beraberlik ve bütünlüğünü devam ettirmesi bakımından,
Çok büyük bir sakıncadır…
Ama AKP Hükümeti,  zaten buna benzer şeyleri çok yapıyor…
Peşmergelerin bir kısmının Urfa’ya uçakla geldiğini biliyoruz.
Bir kısmı da zaten karayolu ile ve konvoy halinde, yukarıda da izah ettiğim üzere
Urfa’nın Suruç ilçesine intikal etmişti…
 Peşmergelerin sayısının 150 kadar olduğu söyleniyordu.
Ama gerçek rakamın ne kadar olduğunu tam olarak bilemiyoruz…
Bunların tamamının Amerika Birleşik Devletleri, ya da Alman vatandaşlığına geçmiş olan
Ama daha ziyade Körfez Savaşı esnasında Irak’dan devşirilip götürülen Kürt gençleri olduğu
Ve bu gibi zamanlarda kullanılmak için yetiştirildikleri anlaşılmaktadır.
Peşmergelerden 19’unun geçişler esnasında konvoydan ayrılıp, kaçtıkları ama bilahare yakalanıp teslim edildikleri de bilinmektedir.
Sonra Urfa-Suruç’ta konakladıkları,
Burada bir lokantada kebap yedikleri
Ama masrafını ödemedikleri de
Basınımızda yer aldı…
Sonradan duyduk ki; muhtemelen şikâyet konusu olmuştur;
Ödenmeyen yemek paralarının Urfa valiliği tarafından karşılandığını duyduk…
Hatta bir Peşmergenin;
 kendisini görüntülemeye çalışan bir basın mensubuna, önce Kürtçe bir şeyler söylediği,
Sonrasında silahını ateşlediğini,
Basın mensubunun kaçarak canını zor kurtardığını da ekranlarda gördük…
Silahtan çıkan mermiler toprağa saplanıyor ve toz kaldırıyordu.
Burada dikkat çeken ve sorulması gereken en önemli sorular, şunlar:
1-Yedikleri yemeğin parasını ödemeyenlere ne denir?...
Ve bu gibilerden nasıl bir fayda beklenir?...
2-Peşmergelerin ödemedikleri yemek paralarını;
Urfa valisi kendi cebinden mi ödemiştir?
Yoksa Devletin kasasından mı ödemiştir?...
Bu hususun, açıklığa kavuşması lâzım.
Eğer Sayın Vali, bu parayı kendi cebinden ödedi ise, bir problem yok…
Yok eğer;
Bu parayı Devletin kasasından, yani Halkımızın parası ile ödedi ise,
Son derece yanlış bir şey…
Şimdi başka bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum.
Peşmergelerin Türk topraklarında intikalleri esnasında;
Yüzlerini;
Burunlarının yarısına kadar, gözlerinin yakın bir mesafesine kadar,
Atkı benzeri bir şeylerle kapattıkları
Ve dolayısı ile de kendilerinin tanınmasını istemedikleri, gizlenmeye çalıştıkları da anlaşılıyordu…
Bu konuda kaygılarımızı güçlendiren başka hususlar da var…
İddiaya göre;
PKK militanlarının bir kısmı, Peşmerge statüsü ile
Konvoyla, ya da uçakla Kuzey Irak Özerk Kürt Bölgesi’inden Türkiye’ye giriş yapmışlar…
Bu itibarla, Türkiye’ye giriş yapan Peşmergelerin tamamının;
Kobani’ye gittiklerinden emin değiliz…
TSK KOBANİ’YE MÜDAHALE ETMEDİĞİNDEN, BARIŞ SÜRECİ BOZULMUŞ…
PKK ve Yandaşı HDP, son zamanlarda,
Verilen sözler eğer tutulmazsa;
Barış süreci sona erer diye tehditler savuruyordu…
Buna benzer tehditlerin, Kobani protestoları esnasında da savrulduğunu gördük.
Burada ise Türk Silahlı Kuvvetleri TSK’nın Kobani’ye müdahalesinin hedeflendiği anlaşılıyordu…
Ama olmadı…
Bu protestolarda toplam 48 kişi öldü…
Bu da büyük bir rakam ama amaçlanan büyük bir kalkışma gerçekleşmedi…
Yukarıda da vurguladığım üzere, böylesi bir husus;
Birlik ve beraberliğimizin kolay kolay bozulamayacağı hususunda,
Bizlere büyük bir umut verdi…
Ama bundan sonrasında da, PKK ve Yandaşlarının boş durmayacaklarını görüp anlamamız lazım…
Dolayısı ile
Sözde Kobani’ye gitmek üzere Türkiye’ye giriş yapan Peşmergelerin bir kısmının Türkiye’de kaldıkları, kalabilecekleri endişesi,
Ya da geçenlerin, sonradan Türkiye’ye gelip, bir çatışma ortamı yaratacakları konusunda endişelerimiz var…
Ayrıca son zamanlarda;
Güneydoğu bölgemizde PKK’dan kaçıp, 5 er ya da 8 er guruplar halinde, Jandarma’ya teslim olan militanlar konusunda da endişelerimiz var…
Güvenlik güçlerine teslim olan bu gibi PKK militanlarının 3-4 gün öncesine göre, toplam sayılarının 40 kadar olduğu belirtiliyordu.
Acaba PKK taktik değiştirip, sözde pişman olup, sığınmak gibi insani duygularla;
Türkiye’de büyük bir çatışma başlatmak amacı ile
 Eleman takviyesi mi yapmaya çalışıyor, sorularını akla getiriyor…
KOBANİ’YE GEÇEN PEŞMERGELER’İN IŞİD’LE SAVAŞMAK İÇİN DEĞİL;
DAHA ZİYADE, ORADA SAVAŞAN PKK VE PYD MİLİTANLARINI EĞİTMEK ÜZERE GİTTİKLERİ ANLAŞILIYOR…
 Bu gibi beyanatlar basınımızda da yer aldı…
Çoğu Amerikan ve Alman vatandaşı olan bu Peşmergelerin;
Kobani gibi özel yer ve özel maksatlarda kullanılmak amacı ile devşirilip, eğitilen ve canının kıymetini bilen, sözde bu gibi askerlerden;
Tabii ki IŞİD ile göğüs göğüse çarpışmalarını beklemek te düşünülemez…
KOBANİ SORUNUNU TÜRKİYE’NİN KENDİ İMKÂNLARI İLE ÇÖZMEYE ÇALIŞMASI EN DOĞRU BİR YAKLAŞIMDIR…
Böylesi bir hususu buraya kadar değişik örneklerle ortaya koymaya çalıştım…
Bu amaçla Türkiye, öncelikle Beşar ESAD’ı devirme sevdasından vaz geçmeli ve onunla işbirliği yapma yolunu, tercih etmelidir…
AKP’NİN VE CUMHURBAŞKANI TAYYİP ERDOĞAN’IN HALÂ ESAD’I DEVİRME SEVDASINDAN VAZGEÇMEDİKLERİ ANLAŞILIYOR…
Böylesi bir ısrardan olduğu anlaşılmış olmalı ki, ABD Başkanı OBAMA’nın danışmanlarının da telkinleri doğrultusunda;
İstemeden de olsa ESAD konusunda politika değişikliğine gitmek istediği anlaşılmaktadır…
Böylesi bir politika değişikliğine gerek duyulması;
Elbette PKK, PYD, Peşmergeler ve Koalisyon güçlerinin havadan bombardımanlar ile
IŞİD’in yenilemeyeceği, Kobani’den atılamayacağının görülüp anlaşılmasıdır.
Türkiye’nin de Kara Birlikleri ile müdahaleye yanaşmak niyetinde olmadığı da anlaşıldığından;
Tabii ki böylesi bir politika değişikliği kaçınılmaz oluyor…
ESAD Karşıtlarının Türkiye’de eğitilecek olmaları da;
AKP’yi ve özellikle de Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN’ı memnun etmek için alınmış olan kararlar olduğunu da söylememiz lazım…
Sınırlarımızın korunması ve sınır güvenliğimizin sağlanması açısından;
Beşar ESAD’ı devirme sevdasından vazgeçmemizi her vesile söylemeye çalışıyorum…
Ayrıca Rusya için;
Akdeniz’in ve özellikle Suriye’nin ne kadar hayati bir konu olduğunu tekrar hatırlatmak zorundayım…
Zira Rusya’nın, Suriye’nin Tartus limanında bir deniz üssünün ve savaş gemilerinin bulunduğunu tekrar belirtmeliyim…
Ve Rusya ikna edilmeden Beşar ESAD’ın devrilemeyeceğini,
Bu güne kadar gördüklerimiz ve yaşadıklarımızdan sonra,
Mutlaka göz önünde bulundurmamız gerektiğini tekrar vurgulamak istiyorum…
Bu konuda bir zemin hazırlamak açısından;
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, Rusya Suudi Arabistan ve Katar’ı ikna turlarına başladığı söyleniyor…
ABD Yetkililerinin böyle bir politika değişikliğini ön görmeleri sonucunda;
Suriye’nin kuzeyinde, uçuşa yasak bölge oluşturulmasının da
Düşünülebileceğine vurgu yapılıyor…
Böyle bir teklifin ilk başta Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN tarafından gündeme getirildiğini belirtelim.
Eğer böyle bir şey gerçekleşirse,
Kuzey Irak Özerk Kürt Bölgesi’nin kurulmasında olduğu gibi,
Şimdi de
Suriye’nin kuzeyinde 2 inci bir Özerk Kürt Bölgesi’nin kurulmasına öncülük etmiş olacağız…
Dolayısı ile böyle bir girişimden, şimdiden vazgeçilmelidir. 
Bu arada Rus Deniz Kuvvetleri’ne bağlı savaş gemilerinin Kıbrıs’ın güneyi ile Suriye arasında kalan bölgede deniz tatbikatı yapacağı da söyleniyor.
Bu son örnekten de anlaşılacağı üzere
Rusya Akdeniz’deki çıkarlarından vazgeçmek istemiyor
Ve dolayısı ile ESAD’’ın devrilmesini de istemiyor…
Bu nedenle;
AKP Hükümetinin ve özellikle de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın,
Beşar ESAD’ı devirme sevdasından vazgeçmesi gerekiyor.
Bu konudaki inadın ve ısrarın;
Türkiye’ye ekonomik açıdan çok zarar vereceği gibi,
Sonuçta 3 üncü Dünya Savaşına da neden olunabileceği,
Ya da kendimizi, büyük bir Bölgesel savaşın içinde bulabileceğimiz ihtimalini,
Göz önünde bulundurmamız lazım…
Sonuçta şu hususa da vurgu yapmak istiyorum:
Amerika Birleşik Devletleri istemiş olsa bile
İşi oldubittiye getirip;
Peşmergelerin Türkiye üzerinden, Kobani’ye geçmelerine müsaade etmiş olmak
Ve de Beşar ESAD’ı devirmek için;
ESAD Karşıtlarına Türkiye’de eğitim verme konusunda ABD ile mutabık kalmak;
Günü geldiğinde,
 Teröre destek veren ve bağımsız bir devleti yıkmaya çalışan bir devlet konumuna düşüreceğinden,
Türkiye’yi ilerde, uluslararası camiada çok zor bir duruma sokabileceğini, asla göz ardı etmemek lazım…
PKK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN LİDERİ ABDULLAH ÖCALAN İLE YENİ BİR BARIŞ MUTABAKATI YAPILMIŞ…
Bu hususa şu özdeyişle cevap vermek, daha doğru olur:
Kelin Merhemi Olsa, Önce Kendi Başına Çalarmış…
3-4 Gün önce verilen bir habere göre;
MİT Müsteşarı Hakan FİDAN, İmralı adasında PKK Terör Örgütünün Lideri Abdullah ÖCALAN ile bir görüşme yapıp;
Yerine getirilmesi istenen bazı konular hakkında mutabakata varmışlar.
Söylendiğine göre;
PKK, 2015 Haziran’ında yapılacak olan Milletvekili seçimlerine kadar ki bu seçimim Nisan sonu, Mayıs başına da alınabİleceği söyleniyor
Bir eylem yapmaması,
AKP Hükümetini zora sokmaması konusunda anlaşmışlar…
Bu anlaşma metnini HDP’liler, Kandil’e götüreceklermiş…
Kandil’dekilerin de zaten Abdullah ÖCALAN’ı pek dinledikleri yok…
Onun için, kelin merhemi olsa, önce kendi başına çalarmış tabirini kullandım.
Barış, ya da Çözüm Sürecini, bir altın madeni gibi düşünürsek,
AKP Hükümeti, ne zaman darda olsa;
Barış, ya da çözüm süreci söylemleri ile
Gün kurtarılmaya çalışılıyor…
Ve biraz daha süre kazanılmış oluyor…
Bu gibi söylemler kulağa hoş geliyor ama
Çözüm süreci;
Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünüp, parçalanmasıdır….
Eğer Güneydoğu bölgemizde, Türkiye Cumhuriyeti egemenlik haklarını PKK’ya devretmiş ise;
Bunun adı; olsa olsa ancak çözülme süreci olur..
Güneydoğu bölgemizde Devlet’in olmadığını yukarılarda örnekleri ile ortaya koyduk…
Öyle anlaşılıyor ki;
AKP Hükümeti, bir daha inmemek düşüncesi ile iktidar olmuştur.
Temel siyaset ve yaklaşım böyle olunca;
Bize yanlış olan ve yapılmaması gereken şeyler,
AKP’nin amacına uygun ise;
Onlar için mubahtır, yanlış bile olsa, yapılmasında bir sakınca yoktur…
Böylesi bir yaklaşım ve uygulama,
Bu gün Türkiye’nin yaşadığı tüm sorunların temel kaynağıdır…
Saygılarımla. 17 Kasım 2014 Pazartesi
                                                                    Makine Yüksek Mühendisi 
Ahmet YALVAÇ