TÜRKİYENİN ENERJİ SORUNU
VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
Termik
Santrallerdeki Sorunlar Nelerdir?
Sevgili ANAYURT Okurları, 2 ayı aşkın bir
süreden sonra enerji konusuna bu gün kaldığımız yerden tekrar devam ediyoruz.
Termik santrallerdeki sorunların ne
olduğunu ve nasıl çözüleceklerini aşağıda detaylarını vereceğim enerji brifingi
başlığı altında anlatmaya çalışacağım
Enerji konusuyla ilgilenenlerin yada bu
konuya ilgi duyanların, enerji konusu ile ilgili olarak daha önceleri yazmış
olduğum makaleleri okumaları halinde, bu
günkü anlatacaklarımı daha kolay anlayabileceklerini özellikle hatırlatmak ta
fayda görüyorum
3 Aralık 2010 dan itibaren yayınlanmaya başlayan makalelere
eğer internetten ANAYURT GAZETESİ Yazarlar bölümüne girerlerse ulaşabilirler
Benim yazılarım genelde Cuma günleri çıkıyor.
Ben konuları bir bütün olarak ele aldığım, sebep sonuç ilişkileri içinde
yazdığım için haliyle biraz uzun oluyor ve devamı var şeklinde yayınlanıyor. Bu
yüzden Cuma- cumartesi ya da Pazar günleri üst üste çıkabiliyor
Günün konusuna girmeden önce, çok daha
önemli olan bir hususa özellikle işaret etmek istiyorum
Bilgi ve tecrübelerimi siz okurlarımızla
paylaşmaktan ben şahsen çok mutluyum. Ama birileri çıkıpta ,sana destek olalım
da şu işleri bir hallediver dese idi çok daha mutlu olurdum
Termik santral bölgelerinde insanlar kansere
daha sık yakalanıyorlar,bu sorunu çözsem fena mı olurdu?
Elektrik birim fiatları çok yüksek, ben elektriğin
niye pahalı olduğunu , nasıl ucuzlatılabileceğini bütün detayları ile
anlattım.Bu itibarla elektriği minimum% 50 ucuzlatsak kimin zararı olur ?
Eğer 70 TL tutan bir elektrik faturasına 35 TL
ödesek fenamı olur, örneğin her ay ortalama 1000 TL elektrik faturası ödeyen bir kasap 500
TL ödese fenamı olur,başta tekstil sanayi olmak üzere yoğun bir şekilde
elektrik kullanan sanayi sektörleri girdi maliyetlerinin yüksek olmasından
dolayı Dünya pazarlarında gelişmiş
ülkelerle rekabet edemiyorlar ve bu yüzden çoğu fabrika kapanıyor, elektriği
ucuzlatıp bu fabrikalar kapanmasa, insanlar işsiz kalmasa fenamı olur
?......vs…vs
Sadece enerji sorununda değil,tarımda,
hayvancılıkta,eğitimde, sağlıkta,sanayide, ödemeler dengesinde, iç politikada,
dış politikada….vs de hep sorunlarla boğuşuyor olmamızın nedenlerini
anlayabilmek için bundan önce yazmış olduğum ve 7 makaleden oluşan ve NİÇİN
OLMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ başlığını
taşıyan yazı dizisini okumakta fayda var.
Bu sorunların çözümünün en kestirme yolu şu:
12 Haziran 2011 de Milletvekili seçimi var.
Eğer planı ,projesi olan ve deneyimli insanları seçerseniz işin önemli bir
kısmını halletmiş olursunuz. Daha doğrusu bir Milletvekili adayı seçim
kampanyasında şöyle demeli:
Benim ihtisas alanım şu, planım projem şu.
Meclise girdiğimde Türkiye’nin şu sorununu halledeceğim diye söz vermesi lazım.
Parti genel başkanlarının ise bütün bunlara ilave olarak daha başka üstün
vasıflarının da olması lazım. Zira parti genel başkanları potansiyel başbakan
adaylarıdır.
Eğer Allah kısmet ederde bu dönem
Milletvekili olarak Meclise girersem, Türkiye’nin enerji sorununu
halledeceğime, bu konuda büyük çaba sarf edeceğime burada Sizlerin huzurunda
söz veriyorum.Bir enerji uzmanı, bir Yüksek Mühendis olarak yapılamayan işleri
bizzat kendim yapacağım.
ENERJİ BRİFİNGİ VE DEĞERLENDİRMESİ
Konusu: Termik santrallerde Kömür
ve Kömüre Dayalı Üretim Kayıplarının Nasıl Önleneceği, Kömür Zenginleştirme ve
Yıkama Ünitelerinin Tanıtılması, Termik Santrallerin Bakım, Onarım ve
İşletmelerinin Almanya’da Nasıl Yapıldığı
Tarih:18-19
Temmuz 2000
Koordinatör: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
adına Müst.Yard.M.Ali TÜRKOĞLU
Koordinatör: Mak. Yük. Müh.Ahmet YALVAÇ
TEAŞ Gn.Md.Termik. Sant. İşl. ve Bakım Dai.Başkanlığı
Konuşmacılar: Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
Almanya’dan Krup Firması adına Dr. M.
SAGHE İstanbul Teknik Üniversitesi Maden
Fakültesinden Kömür ve Cevher Hazırlama Kürsüsünden Prof Dr. Güven ÖNAL,Prof Dr
Zeki DOĞAN
Davetliler: TEAŞ tan Genel Müdür, Daire
Başkanı ve Nüdür seviyesinde konu ile ilgili olanlar, Türkiye Kömür
İşletmelerinden Genel Müdür, Daire Başkanları ile taşra teşkilatından Bölge
Müdürleri seviyesinde konu ile ilgili olanlar ile, termik santrallerden İşletme
Müdürleri ile, sorunlarla ilgili mühendisler
Termik
santrallerin niçin verimli çalışmadıkları, sorunlarının niçin
halledilmediği, yada edilemediği ….vs gibi hususlarda kimse topu başkasına
atmasın diye, Elektrik Kurumu ve Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından
sorunlarla doğrudan ilgili olan yetkililer davet edilmiştir
Rahat bir tartışma ortamının sağlanması
içinde davetli sayısı asgari düzeyde
tutulmuştur.
Toplantıya davet edilen Alman firması ise,
kömür taşıma bant sistemi ile, kömürden taş ayırma sistemini ve kömür park
makinelerini kuran firma. Bu itibarla
Alman firması da sorunlarla doğrudan ilgili.
İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi
Cevher ve Kömür hazırlama Kürsüsünden davet edilen Hocalar ise Türkiye Elektrik
Kurumundaki ve kömür ocaklarındaki sorunları tanıyan işçiler
Daha bu brifing hazırlanmadan önce değişik
zamanlarda, bant ve konveyör sistemleri, lastik bantlar, kömür ve kömür kırma
sistemleri,kömür değirmenleri, baca gazı arıtma sistemleri, baca gazı ölçüm
sistemleri, kaynak teknolojileri ve santral kaynakçılığı gibi konularda
Almanya’dan, Amerika’dan ve üniversitelerden uzman kişiler davet edilerek özel
seminer proğramları düzenlenmiş, özel dökümanlar hazırlattırılmıştır. Bu
dökümanlar yukarda saydığım konularda imalatta doğrudan kullanılabilecek
kıymetli birer eser niteliğinde idi
Aslında bu bilimsel nitelikli çalışmaları
Türkiyede santral sanayisinin kurulmasına bir vesile olsun diye de düşünerek organize etmiştim.
Almanya’dan ve Amerika’dan davet ettiğimiz
firmalar ,Elektrik Kurumuna termik santraller için baca gazı arıtma sistemleri
inşa eden bir biri ile rakip firmalar idi. Bunları çağırdığımızda çok iyi oldu.
Biri diğerinin nerelerde hata yaptığını söyledi, bizler ise sorunların nereden
kaynaklandığını birinci elden öğrenme imkanını yakalamış olduk
Davet ettiğimiz yerli firmalar ise, lastik bant..vs gibi
bunlarda Elektrik Kurumuna iş yapan firmalar idi. Sıkı bir çalışma ve
yönlendirme ile Türkiye de bazı konularda kalitenin yükselmesine katkıda
bulunduğumu düşünüyorum
Ayrıca brifing öncesinde, değişik zamanlarda
tertiplemiş olduğumuz bilimsel nitelikli ve uygulamaya yönelik bu seminerlere
ilave olarak, birde santrallerde ve kömür ocaklarında yapmış olduğumuz
araştırmalar da vardı
Eğer bu enerji brifinginde ortaya konulan
araştırma sonuçları ve tespitlerin gereği yapılmış olsaydı bugün enerji sorunu
diye bir şey kalmazdı
Aşağılarda termik santrallerdeki sorunların
ne olduğunu, nasıl çözüleceklerini özet halinde ortaya koymaya çalışacağım
Bu enerji brifingi ve değerlendirmesi raporu
aslında 36 sayfadır Bu itibarla bunun tamamını burada anlatmama imkan yok Eğer
televizyon kanalları, yada sivil toplum örgütleri ve bilhassa da sanayi
örgütleri bir söyleşi yada bir proğram için beni davet ederlerse, seve seve
hazır olduğumu bildirmek istiyorum
Bazılarınız diyebilir ki 10 yıl önce verilen
bir enerji brifinginin şimdi ile ne ilişkisi var ? Pozitif bilimlerde genel
kurallar değişmez. Olsa olsa yeni ilaveler olabilir, yada yeni teknolojiler
olabilir. Bu gün elektrik üretiminde eskiye nazaran biraz artış olsa bile,
sorunların çözümü hususunda ve kaliteli teknik personel yönünden 10 yıl
öncesinin çok daha gerisindeyiz
Aslında enerji üretimi konusunda özel kesimin
de işi bildiğini maalesef
söyleyemeyeceğim.
Bu itibarla burada sunacağım özet bilginin ,
sorunun ve çözümünün anlaşılması hususunda
katkı sağlayacağı kanaatindeyim
Bu makaleyi şimdi yazmamın özel bir nedeni
daha var.Nükleer santral kurma konusu yeniden Türkiye’nin gündemine oturdu.
Biz daha termik santrallerin sorunlarını
çözemiyor, doğru dürüst çalıştıramıyoruz da , nükleer santrali nasıl
çalıştıracağız ?
Aslında iyi çalıştırabiliriz de, siyasi
otoritelerin bunu istemesi ve işi bilenlere vermesi, onlara destek olması lazım
ABD’nin Avrupa Birliği’nin, İMF’nin ağzından
çıkacak söze bakmakla bu işler olmaz
En önemlisi de makalenin başında da işaret
ettiğim üzere,planı- projesi olan uzman kişilerin Milletvekili olarak Meclise girmeleri halinde
sorunların çözülebileceğini vurguladım. Detay özetlerine girmeden önce şu hususu
tekrar vurgulamak istiyorum:
Türkiye’deki enerji açığı şu anda
santrallerin iyi çalıştırılmadığı, bakımlarının iyi yapılmadığı, yada
yapılamadığından kaynaklanıyor. Ve tekrar burada da söylüyorum;eğer istenirse
ve destek olunursa, termik santrallerdeki sorunları 6 ay gibi kısa bir sürede
önemli ölçüde halledebilir, ve Türkiye’yi bu sorundan kurtarabilirim
ÖZET. Kamu daki termik santrallerin kurulu
gücü yaklaşık 12500 MWh tir. Eğer bu santraller iyi çalıştırılsa, bakımları iyi
yapılırsa , böyle bir kapasiteden 80 milyar KWh elektrik elde edilmesi lazım.
Ama bu güne kadar nadiren 50 milyar KWhin üstüne çıkabildi.Demek ki üretilmesi
gerekirken üretilemeyen enerji 30 milyar KWh imş. Bu, şu demek:
1000 MWh
gücünde 6 adet nükleer santralin 1 yılda ürettiği enerjiye eş değer bir enerji
üretilemiyor demektir
TERMİK SANTRALLERDEKİ SORUNLAR NELER DİR:
1-Proje Değerinde Kömür Verilememesi
Bir kömür sahasındaki kömürlerin laboratuar
analizleri her noktada aynı değildir. Termik santraller projelendirilirken
kullanılacak sahadaki kömürün laboratuar analizleri göz önünde bulundurulur;
farklı analiz değerlerindeki kömürler belli oranlarda harmanlanarak, proje
değerinde öngörülen kömür elde edilebilir.
Ama maalesef bu harmanlama işi iyi yapılmıyor,
üstelik santrallere gelen kömürler hep taş –toprak.Durum bu olunca yanma
parametreleri için ön görülen değerler değişiyor. Sonuçta ya üretilmesi gereken
enerji üretilemiyor, yada kazan sönüyor. Kazan sönünce brülörleri ateşleyince
de, közün üstüne gaz dökmüş gibi kazan patlayabiliyor. Buda kazalara ve hasara
neden oluyor.
Hava
Kirliliği Neden Kaynaklanıyor?
Kömürün yanması için yeterli miktar havaya
ihtiyaç vardır. Gerekli hava proje değerinde öngörülen kömürün ortalama
laboratuar değerleri göz önünde bulundurularak hesaplanmıştır
Dışarıdan alınan hava doğrudan kazana
verilemez. Dışarıdan alınan havayı ısıtmak için gerekli ısı kazandan çekilir.Bu
itibarla havayı artırdıkça kazan verimi artmaya devam eder ama, ihtiyaçtan
fazla hava verdiğinizde, bu fazladan verilen havayı ısıtmak için gerekli ısıyı
da kazandan çekeceğimizden, kazanın ısısı düşer
Isı düşüncede karbonmonoksit CO oksitlenip,
karbondioksitCO2 haline dönüşemez, öylece atmosfere atılır.
Kaldı ki CO gazı hem ısıl değeri çok yüksek,
hem de çok zehirli bir gaz. Durumu şöyle özetleyebiliriz:
Eğer yanmayı iyi yapamazsak, hem havayı
zehirlemiş oluruz, hem de üretmemiz gereken miktardan daha az enerji üretmiş
oluruz.
Tabiî ki havayı sadece karbonmonoksit
kirletmiyor, karbondioksit, kükürtdioksit,ve kül partikülleri de havayı
kirletiyor. Eğer sistem iyi çalışırsa,yanma iyi yapılırsa, daha az yakıtla aynı
enerjiyi elde ederiz,havaya da daha az emisyon göndereceğimizden hava kirliliği
de olmaz. İyi çalışan bir kömür santralının bacasından çıkan duman zor görülür.
Kazan Boruları Neden Sık Sık Patlıyor?
Kazan boruları düşük ve yüksek alaşımlı çeliklerden imal
edilmişlerdir. Eğer bir boruda kaynaklı yerde bir patlama meydana gelmiş
ise,ikinci üçüncü patlamada aynı yerden kaynak yapamazsınız. Zira o bölgede
malzemenin iç yapısı metalurjik olarak deforme olmuştur. Böyle bir durumda boruların birleştirilecek olan uçlarından ,
boru çapının 2 misli uzunluğunda kesip atmak, ve araya aynı uzunlukta yeni boru
koymak lazım. Daha bir çok ince iş var. Termik santrallerde kaynak işlerinin
usulüne uygun yapılmadığını, bu yüzden boru patlamaları neticesinde
santrallerin sık sık devre dışı kaldığını söyleyebilirim.
Bu arada benim aynı zamanda bir kaynak
uzmanı olduğumu söylemeliyim
Almanya’da Revizyon Hizmetleri Nasıl
Yürütülüyor?
Bu konuyu Almanya’da araştırdım. Santral özel
kesimin olsa bile, yıllık bakım işlerini kendileri yapmıyorlar. Orada
uzmanlaşmış revizyon firmaları var Santral revizyona girdiğinde, kazan firması
gelip kazanı, türbin firması gelip türbini,değirmen firması gelip değirmeni
bakımdan geçiriyor vs. Ekipler bir
santralde işi bitirince , başka bir santrale gidiyorlar
Enerji üretim firmaları, revizyonu
yapan firmalarla öylesine bir anlaşma
yapmışlar ki,eğer santral revizyondan çıktıktan sonra,yeni revizyon tarihine
kadar, her hangi bir zamanda , her hangi bir nedenle santral devre dışı
kalırsa, revizyonu yapan firma çok büyük tazminatlar ödemek durumunda
Bir yıl 8760 saattir, Revizyon süresini 1.5
ay kabul eder, bunu da saate çevirir,sonra 8760 saatten çıkartırsak 6500 saat
kalır. Yani Almanya’da bir termik santral, revizyondan çıktıktan sonra 6500 saat,yada
10..5 ay tık demeden çalışır. Bizde ise bir santral revizyondan çıktıktan
sonra, 3-5 günde boru patlaması, yada başka sebeplerden dolayı devre dışı
kalabilir, kimse bir ceza meza da almaz
1986 da Almanya seyahatinden döndükten sonra
bu konuda TEK Genel Müdürlüğüne bir rapor hazırladım ve Almanya’da ki bu
sistemi anlattıktan sonra şöyle bir teklifte bulundum:
Dedim ki Türkiye Elektrik Kurumu, kendisinin
de ortak olduğu revizyon firmaları kurmalı, işe yarar mühendis.,teknisyen..vs
gibi elemanları da bu firmalara transfer ederek, santrallerin revizyon işlerini
bu firmalar yapmalı
Böyle bir yapılanmanın Türkiye’ye şöyle bir faydası olurdu.İşe santral
revizyonu ile başlayan , değirmen,kazan, türbin…vs gibi firmalar örneğin 3-5
yıl içerisinde tecrübe kazandıktan sonra, yaptıkları işin imalatına
geçebilirlerdi. Böylece belli bir zaman sonra Türkiye’de kendi imkanlarımızla
termik santral, türbin,değirmen..vs yapabilirdik
Santralcılık Okulu
Almanya da santral firmalarından kesilen
fonlarla çalışan bir santralcilik okulu var.Bu Santralcilik Okulunun uzman kişilerden oluşan 137 yönetim kurulu
üyesi var.Başlarında da bir Profesör
Santrallerde görev yapacak
mühendis,teknisyen….. vs gibi elemanlar, bu santrallerde yaptıkları, ya da
yapacakları işle ilgili olarak eğitim görmeleri şart.Bu eğitim emekli oluncaya
kadar devam ediyor.Bir örnek vermek gerekirse Çahırhan Termik Santrali’nde
müdürlük yapan birisi,doğrudan Afşin-Elbistan Termik Santraline müdür olamıyor.Onun için önce Afşin’le
ilgili nazari ve pratik eğitimden geçtikten sonra imtihan olması
gerekiyor.Örneğin eğitim sonucunda kumanda masasının başına oturuyor,santralı
devreye almaya,yada devreden çıkarmaya çalışıyor.Eğer uygulama sırasında
herhangi bir hata yaparsa sistem uyarıyor.Eğitim doğru işlem yapıncaya kadar
devam ediyor.Ve sonunda deniliyor ki filan kişi Afşin-Elbistan Termik
Santralinde müdürlük yapabilir vs deniliyor.
Türkiye’de de böyle bir Santralcilik Okulu
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın
bünyesinde kurulmalıdır. Böyle bir okul özel kesim elemanlarının da yetişmesi
açısından çok yararlı olur.
Çağ atlama sistem getirmekle, çalışmakla
olur.
Saygılarımla, (ANAYURT GAZETESİ, 18 Ocak
2011)
DEMOKRASİYİ GELİŞTİRİP
YAŞATMAK İÇİN NE YAPMAMIZ LAZIM?
Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
Sevgili ANAYURT Okurlarıı,başlığı okudunuz
; ama benim değinmek istediğim husus, sayın Başbakanımızın ısrarla Türkiye nin
gündemine sokmaya çalıştığı , içeriğini tam olarak kendisinin bildiği
DEMOKRATİK AÇILIM konusu ile, yine sınırlarını kendisinin çizdiği insan Hak ve
Hürriyetleri , yada seçimden sonra Anayasamızda yapacağını söylediği büyük
değişiklikler değil.. Ben başka hususlardan bahsetmek istiyorum
Bizim
işinde gücünde olan normal vatandaşımızın Anayasa, Babayasa ile yada temel
insan hak ve hürriyetleri ile bir sorunu yok. Sorun olduğu söylenen çoğu
problem de zaten belli İktidarlar tarafından suni olarak ve kendi ihtiyaçları
doğrultusunda yaratılmıştır. Bizim işinde gücünde olan normal vatandaşımızın
asıl problemi,işşizlik ,geçim derdi…vs
Demokratik Açılım adı altında Anayasda ve
yasalarda zorlamalarla yapılan değişiklikler ise, aslında bizim Halkımızın
talepleri, istekleri değil;bunlar başta Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa
Birliği Devletlerinin ısrarlı talep ve istekleridir. Eğer AKP Seçimde tek
başına iktidar olabilecek çoğunluğu tekrar yakalayabilirse, Demokratik
Açılımdan neyin kastedildiğini Anayasada yapılacak değişikliklerden
anlayacağız.Oy kaybına uğrar endişesi ile asıl yapmak istediğini şimdilik gizli
tutuyor.
Önce Tunus
ta başlayıp, sonrasında Mısır,Libya, Yemen ve Suriye de meydana gelen halk
ayaklanmalarını da , halkın bazı haklı talepleri olmasına rağmen arka planda
başta ABD ve diğer Batılı Devletler vardır. Müslüman ülkelerinde başa geçen
Kişiler 30 -40 yıl ya da mümkün olsa ölünceye kadar iktidarda kalmak
istediklerinden demokrasi kültürü maalesef gelişemiyor. Ve sonuçta,
Yabancıların kışkırtması ile de olsa halk hareketleri olabiliyor.Ama bu şekilde
yaşanan değişiklikler maalesef halkın yararına olmuyor.
İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin
reklam panolarındaki bir cümlesinin burada ne anlama geldiğinin tahlilini
sizlere sunmak istiyorum
Türkiye
Hazır, Hedef 2023
AKP 9 Yıla yakın bir zamandır iktidarda. Eğer, bu
dönemde kazanırsa toplam 13 yıl eder.Sonra, sayın Başbakanımızın Cumhurbaşkanı
olmak istediğini de biliyoruz. 5 Yıl daha ilave edersek,AKP için toplam süre 18
yıl eder.Eğer sayın Başbakanımız 2 dönem Cumhurbaşkanı olmayı düşünüyorsa o
zaman 2023 yılına kadar AKP iktidarda demek. Anlaşılan odur ki, hedef 2023 ten
kastedilen de bu olmalı.
Eğer işler
böyle devam ederse gidilen istikamet Demokrasi değil, Tek Partili dönemdir.
Sonuçta Demokrasinin ve Rejimin korunabileceğini de şimdiden kimse garanti
edemez.
Amerika
Birleşik Devletlerinde Başkanlar en fazla 4+4 formülü ile 2 dönem,yani 8 yıl
için seçilebiliyorlar.Böyle bir formül ile potansiyel Başkan Adaylarının da önü
açılmış oluyor
Sonra, yine
başta ABD olmak üzere, Almanya, Fransa..vs gibi batılı devletlerde,devletin ve
hükümetin başına geçebilecek kişiler, bizde olduğu gibi 1 hafta yada 10 günde
belirlenmiyor;1,5-2 Sene geçmesi gerekiyor. Bu süre içerisinde potansiyel
adaylarla ilgili olarak, hangi eğitimi aldığı, uzmanlık alanı ,hangi görevlerde
bulunduğu,serveti,çocukluğu, dünya görüşü her şey araştırılıyor, sorgulanıyor.
Televizyon tartışmaları ile de, o kişiyi daha iyi tanıma fırsatı ortaya
çıkıyor.
Sayın
Başbakanımız demokrasi sözünü dilinden
hiç düşürmüyor ama, isteği şekilde bir karar çıkmazsa, Yargıya söylemediğini
bırakmıyor, kendisini eleştiren Köşe Yazarlarından hiç hoşlanmıyor, Gazete
Patronlarını, bazı İş adamlarını tehdit ediyor, sorunlarını dile getiren
çifçiyi öğrenciyi azarlıyor. ….vs .Demek itediğim şudur ki,bu güm gelinen
noktanın demokrasi ile bağdaştığını söylemek maalesef mümkün değil. Halkımız da
bu yüzden çok endişeli.
CHP Lideri
sayın Kemal KLIÇDAROĞLU, sayın Başbakanımızı TV ekranlarında defalarca
tartışmaya davet etti. Ama O, bu işe hiç yanaşmadı. Hatta gitsin Yalan Rüzgarı
Dizisinde film çevirsin diye onunla dalga geçti
Halkımız kendisini idare etmek isteyenlerin
yaptıklarını ,yapmak istediklerini,kapasitesini, hakkındaki her şeyi bilmeli,
Demokratik Açılımla neyin kastedildiğini,
nihai hedefini, seçimden sonraki Anayasa değişikliğinin ne olduğunu ve nihai
hedefini seçimden önce mutlaka
bilmelidir.
Yunanistan 2004 te Ege Denizinde bulunan 2
adamızı işgal etmiş; Bulamaç Adası ile Eşek Adası. Bunu da sayın Namık Kemal
ZEYBEK sayesinde öğrendik. Bu husus sonra bir gazete de haber olarak
çıktı..Demek istediğim şu ki,özellikle de dış politika konularında
bildiğimiz,bilmediğimiz çok şeyin olduğu anlaşılıyor. Eğer sayın Başbakanımız
bu konularda Topluma tatmin edici açıklamalarda bulunmazsa, yada kendi
bildiğini yapmaya devam ederse bu aşamadan sonra yapılabilecek bir şey yok. O
zaman cevabı seçim sandığında vermek lazım
Saygılarımla, (ANAYURT GAZETESİ; 10 Haziran 2011-Cuma)
Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
12 Haziran 2011 tarihinde
yapılacak olan Milletvekili Genel Seçimi Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en
kritik seçimidir. Zira bu seçim sonucunda Milletvekillerinin partilere dağılımı
üniter yapımızın geleceği açısından çok önemli.
İktidar Partisi Meclisteki
çoğunluğuna dayanarak, büyük zorlamalar neticesinde, hatta oldu bittilere
getirilerek Anayasada radikal değişiklikler yapıldı, radikal kanunlar
çıkartıldı. Anayasanın ve kanunların etrafından dolanıldı, ana amaç gizlendi.
Halkımızın büyük çoğunluğu maalesef böyle bir endişe taşıyor.
Siyasi İktidar, Demokratik
Açılım… vs. gibi söylemler ile işe başladı ama, dilinin altındaki baklayı
çıkarmaya bir türlü cesaret edemedi, ya da oy kaybına uğrar gerekçesi ile
zamanlama açısından bunu uygun görmedi. Asıl Anayasa değişikliğini 12 Haziranda
yapılacak seçim sonrasına bıraktı.
Seçim sonrasına bırakılan Anayasa
değişikliğinin, Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez
3 maddesi ile ilgili olduğu söyleniyor. Halkımızın büyük bir çoğunluğu,
gizlenmiş olan böyle bir nihai hedeften dolayı endişe duyuyor.
Peki, böyle bir tehlike var mı,
varsa nasıl bir önlem alınabilir?
Ben yazılarımda objektif olmaya
çalışıyorum ve halkımızın nabzını tutmaya da gayret ediyorum.
Bu bakımdan benim yazılarımı bir
analiz-sentez olarak da değerlendirebilirsiniz.
19 Nisan 2011 tarihli Resmi
Gazete’yi incelediğimizde Türkiye genelinde 249 Bağımsız Adayın olduğunu
görüyoruz. Eğer Bağımsız Adaylık için müracaat bedeli olarak 7.734 TL gibi
astronomik ve demokratik olmayan bir meblağ konmasaydı. Bu sayı daha çok
yukarılara çıkardı.
2007 seçimlerinde Bağımsız
Adaylar için belirlenen müracaat bedelinin şimdiki parayla 446 TL iken, 2011’de
7.734 TL’ye çıkarıldığını görüyoruz. Bu Kanun 08/04/2010 tarihinde çıkarılmış
ve kanun numarası 5980. Bunun da insanların seçilme hakkına aykırı olduğunu,
Meclise girecek Bağımsız Adayların sayısının minimum seviyede tutulmasına
yönelik bir hedeften kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Daha 08/04/2010 tarihinde
çıkartılan böyle bir kanun, Bağımsız Adaylara karşı yapılan bir önleme hareketidir.
Bu husus, Siyasi İktidarın ileriye dönük çok ciddi planlarının olduğu
endişesini kuvvetlendiriyor.
Bu seçimde Bağımsız Adayların
sayısının niye yüksek olduğunu yorumlamaya çalışalım.
Halkımızın önemli bir kısmı
Demokratik Açılım…vs. gibi söylemlerden ve Güney Doğuda Devlete kalkışmalardan
son derece rahatsız. Bu konuda siyasilerin söylemlerine inanmıyor ya da kuşku
ile bakıyor. Bu yüzden çoğu vatansever kişi Bağımsız Aday olmak istiyor.
Eğer beklenenin dışında, Devletin
üniter yapısına, Vatanın ve Milletin bölünmez bütünlüğüne yürekten inanan çok
sayıda Bağımsız Aday Meclise girerse çok şeyler değişir.
Diyelim ki böyle üstün vasıflara sahip Bağımsız
Milletvekillerinin oranı %10 olsun. Bu oran 55 Milletvekili demek. O zaman AKP
tek başına İktidar olacak çoğunluğa ulaşamaz Koalisyon dönemi başlar.
Birkaç Siyasi Lider,
kandırılarak, korkutularak, parayla ya da başka yöntemlerle bir amaca
yönlendirilebilir. Ve nihayetinde böyle bir amaç Milletimizin ve
Cumhuriyetimizin sonunu, felaketini hazırlayabilir… vs.
Ama her biri üstün vasıflara
sahip 55-60 Bağımsız Milletvekilini tek tek ikna etmek, korkutmak, satın almak…
vs. çok zor, hatta imkansız.
Eğer bu formül tutarsa, Merkez
Sağı ve MHP’yi baraj altında bırakmak için yapılan yönlendirmeler ve çevrilen dolaplar
boşa çıkar, sonuçsuz kalır.
Eğer AKP bu seçimde tek başına
iktidar olacak çoğunluğu elde edemezse, bu husus AKP’nin sonunu hazırlayacağı
gibi, Batı Emperyalizmi de en büyük destekçisini kaybeder.
Yapılan bütün yönlendirmeler, akla hayale gelmeyecek
entrikalar, alınan tüm önlemler AKP’nin bu seçimde hezimete uğramaması içindir.
Ben Batıyı, Batı Kültürünü çok
iyi tanıyan bilen bir kişi olarak tüm Siyasilere tavsiyem şudur:
Batıda dostluk yoktur menfaat
vardır.
Batı istediğini elde ettikten
sonra, zamanı geldiğinde, kendisine hizmet eden, yardımcı olan kişi ya da
kişileri harcamakta bir an olsun tereddüt etmez. Saddam Hüseyin örneğini ve onu
akıbetini unutmayalım.
CHP’nin eski Genel Başkanı Sayın
Deniz Baykal’ın bir seks kaseti skandalı ile, DP eski Genel Başkanı Sayın
Hüsamettin Cindoruk’un da bir şekilde partilerinin başından uzaklaştırılmaları
olayını asla hafife almayalım.
Bu 2 liderin üniter yapımıza,
Vatanın ve Milletin bölünmez bütünlüğüne ve Ulusal menfaatlerimize ne kadar
yürekten bağlı oldukların da göz önünde bulundurursak, yakın gelecekte bizi ne
kadar büyük tehlikelerin ve sorunların beklediği sonucunu çıkarabiliriz.
Sayın Hüsamettin Cindoruk da oynanan
oyunların bozulması hususunda Vatansever Bağımsız Milletvekili Adaylarının
desteklenmesine işaret etmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partisi AKP,
iktidara geldiğinden bu güne kadar eylem ve söylemleriyle toplumu hep gerdi. İş
üretme yerine hep Anayasa ve Kanunları değiştirmekle uğraştı.
Anayasa ve bazı Kanunların
değiştirilmesi hususundaki ısrarlı çalışmaların ve seçim sonrasında Anayasa da
daha köklü değişikliklerin yapılacağının beyan edilmesi… vs. gibi hususların
da, AKP’nin sadece kendi fikirleri olduğu kanaatinde değilim.
Zaten Sayın Başbakanımızda
defalarca kendisinin Büyük Ortadoğu projesi BOP un eş Başkanı olduğunu
söylemişti. Bu itibarla yapılan bütün önemli çalışmaların BOP çerçevesi
dâhilinde yapıldığı, yürütüldüğü sonucu çıkıyor.
Tunus’ta başlayıp, daha sonra
Mısır, Cezayir, Libya, Yemen, Suriye, …vs. ye sıçrayan isyan hareketlerinin sadece
demokratikleşme amacına yönelik olduğunu düşünürsek, yanlış bir yargıya varmış
oluruz. Gerçi bu gibi İslam Ülkelerinde yöneticiler başa geçtikten sonra 30-40
yıl …vs. gibi uzun yıllardan beri makamlarını bırakmamışlar. Bu durumu
onaylamak elbette mümkün değil. Ama buralardaki isyan hareketlerini Büyük
Ortadoğu Projesi BOP kapsamında değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olur.
Şimdi Siyasilere sorum şu:
İçinde Türkiye’nin de üyesi
olduğu NATO Askeri Kuruluşu, Libya da çıkan isyanda Kaddafi’nin Muhalifleri
öldürttüğü gerekçe göstererek; sözde insani nedenlerle Libya y a müdahale etti
ve etmeye devam ediyor.
Eğer ilerde Güney Doğudaki Kürt
Vatandaşlarımız Devlete karşı daha büyük bir kalkışmada bulunurlarsa ve o zaman
Türk Silahlı Kuvvetleri de bu olayı bastırmaya kalktığında, Batılılar Birleşmiş
Milletlerden Libya örneğinde olduğu gibi bir Askeri Müdahale kararı
çıkartırlarsa, bunu Devlet olarak, Millet olarak, Hükümet olarak nasıl
karşılayacağız. Şimdiden bu sorunun cevabını düşünmeye çalışmamız lazım.
LİSTE DIŞI KALAN ADAYLAR
Siyasi Partilerimizde liste dışı
kalan Aday Adaylarının içindeki Milli duruş sergileyen çok sayıda kaliteli
insanın olduğunu düşünüyorum. Bazılarını da çok yakından tanıyorum.
Milli duruş sergilemeleri çok iyi eğitimli olmaları…vs. gibi
iyi vasıflar onların liste dışı kalmalarına vesile olmuştur diyorum. Zira
liderler ilerde kendilerinin yerlerine geçebilecek durumda iyi vasıflı kişileri
istemeyebilirler. Yada kendileri ne verilen görev dahilinde böyle kişileri bir engel olarak görebilirler.
Liste dışı kalmalarda böyle bir durumda söz konusu olmuş olabilir.
Muhtemelen liste dışı kalanlardan
yukarıda işaret ettiğim gibi üstün vasıflı kişilerden bazıları da Bağımsız Aday
olmak istemiş olabilirler. Bizlere düşen ise, bu gibi insanlara oylarımızla
destek olmak…
TERCİHİMİZİ HANGİ YÖNDE YAPMAMIZ LAZIM
Ben öncelikle şu hususu
vurgulamak istiyorum:
Seçim Barajı sorunu olan
Partileri desteklemek yerine, milli duruş sergileyen iyi eğitimli, tecrübeli
Bağımsız Adayları desteklemenin Ülkemiz açısından daha faydalı sonuçlar
çıkaracağı kanaatindeyim.
Bu itibarla 12 Haziranda
yapılacak olan Milletvekili seçiminin Ülkemize ve Milletimize hayırlı olmasını
diliyorum.
Başta Ekonomi olmak üzere diğer
birçok işlerin iyi gittiğini söylemek elbette mümkün değil ve biz işler iyi
gitmediği için parasal kayba da uğramış olabiliriz ama, bu kaybımızı çok
çalışarak telafi edebiliriz. Fakat Ülkemiz bölünürse bunun telafisi mümkün
değil.
Bu itibarla Halkımızın bu seçimde
sağduyulu olarak hareket etmelerini, bir vatan borcu olarak görüyorum
Saygılarımla. (ANAYURT GAZETESİ,
29/04/2011 Cuma)
Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
Enerji
Piyasası Kurulu EPDK’ da Özelleştirme siyaseti neticesinde Özal Hükümeti
tarafından oluşturulan Kurullardan bir tanesidir.
Bu Kurulda
diğer Kurullar gibi, kendi sektörlerindeki sorunları Halkın yararına en iyi
şekilde çözmek için değil, amaçlanan hedefi kitabına uydurmak için
oluşturulmuştur.
Böyle bir
amaç neticesinde olmalıdırki, enerji sektörü ticari bir meta haline gelmiş
yerden mantar çıkar gibi enerji üretim firmaları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Eğer maksat
sadece Halka kaliteli, sürekli, güvenli vede ucuz enerji temin etmek olsaydı,
bu gün benim yaptığım araştırmalar neticesinde elektriğin birim fiyatını
minimum %50 ucuzlatabileceğimiz sonucunu, okadar bütçe ve personel imkanları
ile EPDK nın ortaya koyması, en azından bana destek olması gerekirdi.
Bugün başta
Karadeniz bölgesi olmak üzere Anadolunun bir çok yerinde kurulmak istenen
HESlere karşı yöre halkı isyanda. Bu insanları aceba enerji üretimine karşı
çıkıyorlar diye damgalamak doğrumu?
Ben bu
işleri bilen bir Yüksek Mühendis olarak daha fazla enerji üretmek isterken,
kullanılabilir toprağa ve doğaya zarar vermeden uygulanacak yeni
teknolojilerden bahsettim. Bunuda EPDK nın ortaya çıkarması, yada en azından
bana destek olması gerekirdi.
Peki mevcut durum bu ise, EPDK niçin
HESlere üretim lisansı vermeye devam ediyor?
Toprak
sabit, nufüs artıyor ve EPDK HES lere 40-50 yıllığına üretim lisansı veriyor.
Peki, EPDK nın ileri kuşakların geleceğini ipotek altına alması doğru bir
şeymi?
3-4 Aralık
2010 tarihlerinde yayınlanan makalelerde HES lerle ilgili olarak, daha fazla
enerji üretmek isterken uygulanacak yeni yöntem ve yeni teknolojilere de
değinmiştim. O zaman yöre halkının isyan etmesine de gerek kalmayacaktı. Konu
ile ilgilenenlerin ve HES ler konusunda bu günkü noktaya nasıl gelindiğini
bilmek isteyenlerin bu makaleleri ve Enerji ile ilgili olarak yayınlanan diğer
makalelere de bir göz atmalarını öneririm.
Kullanılabilir
toprağa ve çevreye zarar vermeden, yöre Halkını isayan ettirmeden, ama yeni
teknolojiler kullanarak daha fazla elektrik üreten HES ler yapabilmek için daha
fazla paraya ihtiyaç var. Böyle bir masrafı özel kesim yapmaz. Zira onlar kısa
yoldan para kazanmak ister.
Bu itibarla
Devletin Enerji Üretim Sektöründen çekilerek, Halkımızın en temel konuda
tüccarın inisiyatifine bırakılmasını doğru bulmuyorum.
Bu gün
EPDk’nın görev alanı içerisinde bulunan Termik ve Hidrolik Santrallara üretim
lisansı verilmesi, rüzgar güneş… vs. gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına
dayalı enerji santrallerine üretim
lisansı verilmesi çalışmaları da daha önceleri Enerji ve Tabii kaynaklar
Bakanlığına bağlı Enerji İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılıyordu.
4628
numaralı Kanunla kurulan. görev alanı ve çalışma şekli bu Kanunla belirlenen
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu mercek altına alındığında, enerji
santrallerine üretim lisansı verme işinin dışında, daha birçok hususun daha
önceleri Enerji İşleri Genel Müdürlüğünün görev ve yetki alanı içerisinde
olduğunu görürüz
Öncekinden
farklı olarak EPDK’ya verilen en önemli görev, enerjinin serbestleştirilmesi ve
rekabete dayalı bir sistemin yerleşmesine öncülük etmesidir. Aslında yeni bir
görev alanı olarak sadece bunu söylemek mümkün.
EPDK ELEKTRİK BİRİM FİYATLARINI
UCUZLATABİLİR Mİ?
Enerji Piyasası Düzenleme
Kuruluna verilen en önemli görevin elektrik enerjisinin rekabete açılmasını
sağlamak olduğunu yukarıda söyledik. Şimdi bu işi yapıp yapamayacağına açıklık
getirmek istiyorum.
Bu gün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına
elektrik satan çoğu özel kesim santrallerinin anlaşmaları alım garantisi ve
yüksekbirim fiyatlarıyla yapılmıştır.
Peki, bu
sarntrallerden alınan elektriği nasıl ucuzlatacak?
Peki, EPDK
bu gibi santrallerin anlaşmalarını iptal edip, daha uygun şartlarla bir anlaşma
imzalatabilir mi?
EPDK
başkanı, zaten bu gibi durumların Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının ve
Hükümetin yetkisinde olduğunu söylüyor.
İletim
hatlarının tamamı, ya da tamamına yakını Enerji Bakanlığının malı.
Bu itibarla
elektriğin serbestleştirilmesinde TEİAŞ’ın ve TETAŞ’ın da görevi var.
TEİAŞ
elektriğin iletim ve iletimle ilgili sorunlarını TETAŞ Genel Müdürlüğü ise alım
satım işleri ile ilgili sorunları halletmekle yükümlü
Bu nedenle
enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun yaptığı işeri kırtasiyecilik olarak
nitelendirebiliriz.
EPDK elektrik
birim fiyatlarını ucuzlatabilir mi? sorusuna başka örneklerle cevap bulmaya
çalışalım.
Elektriğin
pahalı olmasının nedenlerinden bazıları da şöyle:
Siyasi
iktidarlar tarafından vergi ve fonların yüksek tutulması ve sayılarının
çokluğu,
KDV
oranının yüksekliği, (% 18)
Başta bazı
Büyükşehir belediyelerinin ve bazı Kamu kuruluşlarının BOTAŞ’a olan doğalgaz
borçlarını ödememeleri ve bu duruma
Siaysi
iktidarın göz yumması.
Dağıtılan
bedava kömürler,
Özelleştirme
kapsamında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK’ in ) bölünüp parçalanması neticesinde
maliyetlerin artması…vs.
Bugün
Elektrik faturalarının üçte birini vergiler, fonlar ve KDV teşkil ediyor.
Sorum şu:
Elektriğin
niye pahalı olduğunun sıraladığım nedenlerini acaba EPDK yetkilileri de benim
gibi söyleyebilir mi?
Bu ve buna
benzer bilgileri Halkımızla paylaşabilir mi?
Siyasileri
uyarabilir mi? …vs..vs.
Bence
uyaramaz, söyleyemez. Zira bu Kurulun Başkanı,ve Üyeleri Siyasi iktidarlar
tarafından atanmış kişilerdir. Sonuçta EPDK yı Devletin bir Dairesi gibi
düşünebiliriz.
Sonuç
olarak şöyle söyleyebiliriz:
Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulu mevcut yapısıyla Türkiye de Enerji sorunlarını
çözemez nokta.
ENERJİ PİYASASI DÜZENLEME KURULU EPDK NIN
YAPISI NASIL OLMALI?
EPDK Özerk
bir Kurum olarak kalmalı, ama başkan ve üyeleri Siyasi Otorite tarafından
belirlenip onaylanmamalı. Yani bu kurul Hükümetin emir ve komutasında
olmamalıdır.
EPDK da
siyasi otoriteyi temsilen kişi yada kişilerde olmalı, ama bu sayı karar
mekanizmasını etkileyebilecek oranda olmamalı.
Sivil
toplum kuruluşlarından ve meslek odalarından da temsilciler bulunmalı ve bu
temsilciler kendi kuruluşları içerisinde de seçimle belirlenmelidir.
Bu Kurulda
elektrik üretiminin her aşaması ile ilgili uzman mühendisler, çevreciler,
kukucular ve bilim adamları olmalı.
Bu kurul üyelerinde bulunması gerekli
vasıflarda yine uzman bir kurul tarafından tespit edilmeli.
Tespit
edilen kurul başkanı ve üyeleri son aşamada Cumhurbaşkanı tarafından da
onaylanarak yürürlüğe konmalıdır. Böyle bir yöntem işin ne kadar ciddiye
alındığını ortaya koyar ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış kişiler aynı
zamanda onur e edilmiş olurlar.
EPDK
yönetimine kendi ihtiyacı olan personeli alma yetkisi de verilmeli, şimdi
olduğu gibi zaruri ihtiyaçların ve masrafların karşılanması için bir fonla
desteklenmelidir.
Yeni yapı,
enerji üretim santrallerine üretim lisansı verilmesi….vs. gibi işlerle uğramamalı,
bu işi eskiden olduğu gibi Bakanlık bünyesindeki Enerji İşleri Genel
Müdürlüğüne bırakmalı, kendisi yapılan işlerin usulüne uygun olup olmadığını,
Halkın yararına olup olmadığını kontrol etmelidir.
Gerektiğinde
siyasi otoriteyi uyarmalı, Halkı bilgilendirmelidir.
Uzman
kişilerden oluşan bu kurul, enerji sektörü ile ilgili konularda ihtilaf halinde
bilirkişi konumunda olmalı, hukuki süreç bu şekilde hızlandırılmalıdır.
Elektrik
Piyasasının serbestleştirilmesi, rekabet ortamını sağlanması hususunda gelişmiş
ülkelerde yapılan çalışmaları, uygulanan mevzuatları tetkik edip, rapor
hazırlamalı ve bu raporları Siyasi Otoriteye sunmalı, aynı şekilde Halkı
bilgilendirmeli, daha mükemmel yöntemlerin ortaya çıkmasına vesile olmalıdır.
Saygılarımla.
(ANAYURT GAZETESİ; 15/04/2011 Cuma)
BİR ŞEYİN TEPE NOKTASI, AYNI
ZAMANDA O ŞEYİN İNİŞE GEÇİŞİNDE DE BAŞLANGIÇ NOKTASIDIR
Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
Sevgili
ANAYURT Okurları, bir seçim dönemini daha geride bıraktık. Bu gün, yaşadığımız seçim kampanyası, seçim
sonuçları ve sonrası hakkındaki yorumumu sizlerle paylaşmak istiyorum
İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi AKP %
50 ye yakın oy almasına, tek başına iktidar olmaytı garantilemiş olmasına
rağmen , başta kendi halkına ve Yabancı Devletlere verdiği sözleri yerine
getiremeyeceği , getirmekte zorlanacağı için kısa zamanda başarısız bir konuma
düşecektir. Onun için Bir Şeyin Tepe Noktası, Aynı Zamanda O Şeyin İnişe
Geçişinde de Başlangıç Noktasıdır başlığını attım.. Bu konuda daha fazla
bilgiyi de makalenin sonuna doğru vermeye çalışacağım.
Bu itibarla ben 2013 yada 2014 yılında Mahalli
İdare Şeçimleri ile birleştirilmiş bir Erken Genel Seçim olacağını düşünüyorum.
Siyasi
parti liderleri,seçim kampanyası süresince şu sorunu şu şekilde halledeceğim
gibi, somut plan ve projeye dayalı söylemlerde bulunacakları yerde , genelde
birinin söylediğine diğeri laf yetiştirmeyi tercih etti. Bu itibarla ben seçim
kampanyasını bir AŞIKLAR ATIŞMASI olarak nitelendiriyorum. Ben önceki
seçimlerde de hep böyle olduğunu gördüm . Bu itibarla liderlerin seçim
konuşmalarının genelde bir ceviz kabuğunu bile doldurmadığını söyleyebilirim
Siyasi parti liderleri,birbirlerine laf
yetiştirecekleri yerde, eğer televizyon ekranlarında birbirleri ile sorunları
tartışmış olsalardı, bizlerde kimin daha bilgili,daha tecrübeli ,daha
donanımlı, kimin doğru kimin yalan yada yanlış söylediğini öğrenme imkanı elde
ederdik. Böyle bir seçim kültürünü maalesef daha kazanamadık.
Televizyon ekranlarında tartışmanın şöyle bir
faydası var:
Konumunuz ya da rütbeniz ne olursa olsun, orada
tek başınasınız. Eğer bir konuda uzman değilseniz yüzeysel bilgilerle, yada
size aktarılan bilgilerle öyle bir an
gelir ki tıkanır kalırsınız.
Adalet ve
Kaklıma Partisi Genel Başkanı ve Başbakanımız Sayın Recep Tayip ERDOĞAN, CHP
Lideri sayın Kemal KILIÇDAROĞLU nun bir televizyonda tartışalım teklifine
olumlu cevap verseydi, Halkımız iki liderin bilgi tecrübe, kabiliyetleri
hakkında daha doğru bir değerlendirme yapma imkanına sahip olurdu. Böylece
İktidarın uygulamaları hakkında da gerçekleri öğrenme fırsatına sahip olurduk.
Gelişmiş Batı Demokrasilerinde seçim kampanyaları bu şekilde yürütülüyor
Elektrik brim fiatları yüksek. Sanayi ve üretim
sektörü girdi maliyetlerinin yüksek olmasından dolayı ya düşük kapasitede
çalışıyor, ya kapanıyor, ya da fabrika sahibi fabrikasını söküp başka ülkelere
taşıyor. Bu yüzden işşizlik te sürekli artıyor. Ucuz olması dolayısı ile
piyasayı Çin malları istila etti.İhtiyacımız olan hayvanı bile
yetiştiremedik,bu yüzden ta Avustralya dan uçaklarla ANGUST inekleri
getirttik.Dünyanın öbür ucundan, üstelik uçakla gelmesine rağmen bizim
yetiştirdiğimiz hayvanlardan daha ucuza nasıl geldiğini, hayvancılığımız
açısından hiç sorgulamadık.Hızlı tren dedik;mevcut
demir yolu ve vagonlar eski olmasına rağmen lokomotifin gaz çubuğunu çekip ,
hızını artırdık. Sonuçta tren yüksek hız nedeni ile virajı alamayıp devrildi ve
36 vatandaşımız hayatını kaybetti, suçu makinistte bulduk. Daha önce dışarıya
pamuk satmamıza rağmen, yurt dışından pamuk, mısır ithal ettik. Demokrasi
demokrasi dedik,askerimizi, polisimizi, vatandaşımızı katleden PKK lı
militanları bayram havası içerisinde karşılarken,onlarla mücadele eden
Komutanlarımızı, Subaylarımızı bir kulp takıp ceza evlerine tıktık..
Komşularımızla sıfır sorun politikası dedik, Ermenistan yüzünden Azeri
kardeşlerimizi gücendirdik, ve doğal gazı daha pahalıya alır olduk. Avrupa
Birliğine girme uğruna, başta Yunanistan ve Avrupa Birliği Devletlerine büyük
tavizler verdik. Ama tavizler vermekle bir şey elde edemeyeceğimizi acı
örneklerle tekrar tekrar yaşadık. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti KKTC nin Avrupa Birliğine sokulacağı vaatlerine kanıp,
referandumda KKTC vatandaşlarının evet
demeleri hususunda Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak baskı yaptık. KKTC liler
evet demesine rağmen, Avrupa Birliğinin sözünde durmadığını tekrar gördük. Eğer
Rumlar referandumda hayır demeselerdi, bugün Kıbrıs ta elimizden
gitmişti.Davosta ONE MİNUTE dedik, İsrail Akdeniz de uluslar arası sularda Mavi
Marmara gemimize baskın yapıp 9
vatandaşımızı katletmesi karşısında Hükümet olarak bir şey yapamadık, olanları
sineye çektik. En sonunda da Yunanistan ın Ege Denizinde bulunan 2 adamızı;
Bulamaç ve Eşek Adalarını 2004 te işgal ettiğini öğrendik. Ama Hükümetin işi
lafla geçiştirdiğini gördük. Daha bir çok soru ve sorunlar…!
Bu soru ve sorunlar cevapları ile ekranlarda
tartışılmalıydı. Ben Sayın Başbakanımızın bu sorulara inandırıcı ve tatmin
edici cevaplar veremeyeceğini düşündüğü için,ekranlarda
tartışmak istemediğini düşünüyorum
Demokrasilerde şeffaflık esastır. Ve Hükümetin
Başı yapılan uygulamalardan birinci derecede sorumludur. Sonra kimse yoğurduna
ekşi demez. Bu itibarla sıradan bir vatandaşımız uygulamalarla neyin doğru,
neyin yanlış olduğunu nereden bilecek?
Bu itibarla Hükümetin Başının yapılan
icraatları serbest atışlarla miting meydanlarında anlatması doğru bir yöntem
değildir. Sonra bu miting meydanlarında aksi bir fikir beyan edenlerin, yada
soru soranların başlarına neler geldiğini biliyoruz.
Sonra Sayın Başbakanımızın seçim öncesinde
anlattıkları ile, mitinglerde söyledikleri arasında üslup ve içerik açısından
bir fark yok.
Bu itibarla bu seçim döneminde de bir aşıklar
atışması dinledik. 4 Yıl bunun için mi bekledik, yazık….! ?
Halkımızın çoğunluğu ise meydanlarda serbest
atışlarla söylenenlerin çoğunu maalesef doğru sanıyor.. Bu itibarla
Demokrasinin daha çok gerisinde olduğumuzu söylemek zorundayım.
MANTIKLA
DÜŞÜNMEKTEN UZAK,DUYGULARI İLE HAREKET EDEN BİR TOPLUM HALİNE GELDİK
Benim ne
Sayın Başbakanımıza, nede Onun Partisine özel bir kinim, garazım yok. Bir
Yüksek Mühendis , bir aydın kişi, bir yazar olarak,Halkımıza doğruları söylemek
adına bazı tahlillerde ve eleştirilerde bulunmak istiyorum. Bu itibarla
yazdıklarımın yanlış anlaşılmamasını istiyorum
Sonra ben İslamın özüne inanan Merkez
Sağda bir kişiyim .Bu itibarla Dinle,
İmanla bir sorunumun olduğu da düşünülemez.
Bu kısımda
Adalet ve Kalkınma Partisi AKP nin seçimde % 50 ye yakın oy almasında,
Din eksenli telkin ve söylemlerle beyni yıkanıp robotlaştırılan insanların ne
kadar etkili olduklarını vurgulamak
istiyorum
Adalet ve Kalkınma Partisi AKP nin Din
eksenli ideolojik bir parti olduğunu herkes biliyor.
Sayın Başbakanımız bu Partinin başına
geçtiğinden bu yana,hoşuna gitmeyen yada aleyhine karar çıkaran yargı
elemanlarını, hoşuna gitmeyen beyanat veren , yada eleştiride bulunan önemli
kişi ya da kurumları hep Din ve İnanç fakiri yada karşıtı anlamına gelen
ifadelerle suçladı. Bu gibilere söylemediğini bırakmadı. Onları taraf tutmakla,
yada darbecilikle suçladı. Bu gibilerin kendisinin iş yapmasını hep önlemeye
çalıştıklarını vurguladı
Dini
bütün ve muhafazakar, ama düşük eğitimli saf vatandaşlarımız, Müslüman ve
dindar olduğu düşüncesiyle Sayın
Başbakanımızın her söylediğine inanır
oldular. AKP dışında diğer Partileri inançsız, yada Din karşıtı olarak görmeye
başladılar
Gençlerimize,
iyilik meleği sıfatı ile Ağabeyi ve Ablalar olarak yaklaştılar. Onlara bedava
ders verdiler,yurt ve parasal sorunlarını haletliler. Ama sonunda Dini
telkinler kullanılarak bu gibi kişileri istenilen tarafa yönlendirilebilen
robotlar haline getirdiler
Bedava gazete dağıttılar,televizyon yayınları
ile insanların beynini yıkamaya, onları yönlendirmeye çalıştılar
Yiyecek, içecek, giyecek ve kömür yardımı ile
insanları kendilerine hem muhtaç ettiler, hemde kendilerine bağladılar
Peki şimdi soruyorum; beyni yıkanan, robot
haline getirilen, yapılan para ve diğer yardımlarla kendilerine bağlanan
vatandaşlarımız, Hüklümetin uygulamalarını eleştirebilir mi, ya da bu gibi
kişiler , başka bir Partiye oy verir mi, ya da buna denebilir mi ?
Tabiî ki burada istediği amaca ulaşmak için
AKP nin başta Milli Eğitim, YÖK, Yargı sistemi ve diğer önemli kurum ve
kuruluşları, amaçlarına ulaşmak için çalıştıkları da herkes tarafından bilinen
bir husustur.
Bu şartlar altında alınan neticeyi
yadırgamamak lazım.
AKP NİN
ALDIĞI OYU DEMOKRASİNİN ZAFERİ OLARAK
NİTELENDİREBİLİR MİYİZ ?
Halkımızın önemli bir kısmı, Başbakanımız
Sayın Recep Tayip ERDOĞAN a kişisel olarak sempati duyabilir, ama bütün olumsuz
faktörlere ,bütün yıpranmışlığına ,olumsuz tabloya rağmen, her defasında oyunu
artırarak üst üste üç defadır seçimi kazanmasını, sadece demokrasinin zaferi
olarak düşünürsek , yanlış bir yargıya varmış oluruz
AKP nin, Amerika Birleşik Devletlerinin Irak ı
işgali öncesinde ve yaratılan ekonomik kriz neticesinde kurulduğunu düşünürsek,
ip uçlarından birini yakalamış oluruz. Demokrat Parti Genel Başkanı sayın Namık
Kemal ZEYBEK te, AKP nin ABD tarafından
kurulduğunu örnekler le açıkladı. Bu itibarla AKP nin seçimi kazanması için,
ABD tarafından her türlü ayarlama ve desteğin yapılabileceğini düşünmek mümkün
MHP nin baraj altında kalması için yapılan
olumsuz faaliyetleri, kaset skandalını
bu kampanya içinde değerlendirmek lazım. Milletimiz kurulan tuzağı gördü, ve
MHP yi seçim barajı altında bırakmadı
Ölmüş
insanların adına bile seçmen kartının çıkartıldığı, mükerrer oy kullanıldığı,
bilgi sayar sistemi ile sonuçların ayarlandığı yönünde çeşitli iddialar
var.Daha neler neler !
Eğer bu
seçimi de alamazsa, hakkında daha önce düzenlenmiş dosyalardan dolayı
dokunulmazlığının kaldırılacağını, ve Yüce Divana gönderileceğini Sayın
Başbakanımız Recep Tayip ERDOĞAN bildiği için, bu seçime çok yüklendi ve bütün
imkanlardan yararlandı….Bunu da unutmamak laım.
BUNDAN
SONRASINDA NELER OLABİLİR?
Sayın Başbakanımızın, gerek seçilmeden önce ,
gerekse seçildikten sonra,Yabancılara ne gibi sözler, ne gibi tavizler
verdiğini bilmiyoruz. Bu yüzden yakında , verilen sözlerin yerine getirilmesini
Sayın Başbakanımızdan talep edeceklerdir. Bu itibarla hem Sayın Başbakanımızı,
hem de bizleri çok zor günlerin
beklediğini söyleyebilirim.
Yabancıların isteklerinin karşılanamayacağı
anlaşılınca da, bir erken Genel Seçim kaçınılmaz olacaktır
Saygılarımla, (ANAYURT GAZETESİ; 17 Haziran
2011 Cuma)
ERCİŞ TENZİLE ANA İLKÖĞRETİM
OKULU
Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
Sevgili Anayurt Okurları biliyorsunuz Erciş, Van İlimizin bir ilçesi.
Van da meydana gelen deprem sırasında Erciş te bulunan ve adı Atatürk
İlköğretim Okulu olan okulda yıkılmıştı. Geçtiğimiz hafta bazı gazetelerde
şöyle bir haber okudum. Depremde yıkılan Atatürk İlköğretim Okulu yeniden yapılarak
çoduklara eğitim verilmeye başlanmış, adı da Tenzile Ana İlköğretim Okulu
olarak değiştirilmiş. Ve Tenzile Ana, Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan ın
annesi.Şimdi öncelikle bu konuda bir şeyler söyleyerek yazııma başlamak
istiyorum
Bir defa böylesine bir ad değiştirme hiç
hoş bir şey değil, öncelikle bunu belirtmeliyim.Şimdi şu soruyu sormak
istiyorum.Acaba bu ad değiştirmeyi kim yaptı.? Eğer bu işi birileri, Sayın
Başbakana yaranmak için yaptılarsa, ve Sayın Başbakan ın böyle bir şeyden haberi
yoksa, o zaman Başbakan bunu yapan görevliyi derhal görevden almalı, sonrasında
çıkıp televizyonlarda, gazetelerde, Halktan özür dilemeli ve adının yeniden
Atatürk İlköğretim Okulu olarak değiştirildiğini söylemeli...
Bence bu iş, Sayın Başbakanın bilgisi
dışında yapılmış olsa bile, öyle inanıyorum ki, bu konuda ona çoktan haber
ulaşmıştır.Diyeceğim şudur.
Sayın Başbakanın Mustafa Kemal Atatürk ten
hoşlandığını maalesef söyleyemeyeceğim. Dolayısı ile böyle bir girişimde
bulunan bir yetkili hakkında bir işlem yapacağını da hiç sanmıyorum. Keşke
bizler yanılmış olsak…
Eğer Sayın Başbakan bu fiili işleyen
yetkiliyi görevden alır, ve Okulun adını tekrar Atatürk İlk Öğretim Okulu
olarak değiştirirse herkes için büyük bir sürpriz olur.
Sayın Başbakanın Atatürk karşıtlığında,
aldığı eğitimin ve içinde bulunduğu ruh halinin elbette önemli bir etkisi var.
Bu konuda da birkaç hususa değineceğim. Ama özellikle şu hususu vurgulamak
istiyorum
Toplumun huzur ve sükuna ihtiyacı var.Bu gibi
konularla uğraşıp, toplumu germenin hiç kimseye bir faydasının olmadığını
burada tekrar vurgulamak istiyorum Ve bu gibi konularda herkes kendi payına
düşen katkıyı koymalı diyorum…
Eğer Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan,
annesinin adının anılmasını istiyorsa, annesinin adına hayırlı bir iş yapmak
istiyorsa, o zaman okul yapmak isteyen herkes gibi oda, parasını kendi cebinden
ödeyerek, bir okul yaptırabilir.
Sebebi ne olursa olsun, Devletin bir
Okuluna, eski adı değiştirilerek, itidardaki bir Başbakanın anasının adının
verilmesi hiç hoş karşılanmaz.Hele bu okulun eski adı, Cumhuriyetimizi kuran,
Büyük Komutan ve Ulusal Kahramanımız Mustafa Kemal Atatürk ün adı ise, hiç hoş
karşılanmaz…
Sayın Başbakanın bu güne kadar ki tutum ve
davranışlarından, söylem ve eylemlerinden, Atatürk ve Silah Arkadaşları,
Cumhuriyet, Laiklik hakkında ne düşündüğünü, demokrasiden ne anladığını
biliyoruz.
Zaman zaman Mustafa Kemal Atatürk ü, İsmet
İnönü yü, imalı da olsa eleştirmesini, hedef tahtasına oturtmasını
ise,muhtemelen kendi içindeki bir boşluğu doldurmak için, tarihe malolmuş
kişilerden,Milli Kahramanlarımızdan daha üstün olduğunu ortaya koymak için, Başbakan
Sayın Tayyip Erdoğan ın taktik ve yöntemi olarak düşünülebilir.
Bundan önceki yazılarımda belirtmiştim,
şimdi hatırlatmak için tekrar söylüyorum. Sayın Başbakan, Türkiye ye 2023 ve
2071 Yılını hedef göstermişti. 2023 Yılı Mustafa Kemal Atatürk ün kurduğu
Türkiye Cumhuriyetinin 100 üncü yıl dönümü, 2071 Yılı ise Büyük Komutan Alp Arslan
ın komutasında, Türk ordusunun Bizans İmparatoru Romen Diojenin ordusunu
Maazgirt te yendiği ve Türklerin bu tarihten sonra Anadolu ya tamamen
yerleşmelerinin 1000 inci yıl dönümüdür.
Şimdi Sayın Başbakanın 2023 ve 2071 Yılları için koyduğu hedeflerin bir tesadüf olduğunu
düşünmek mümkün mü!?...
Van – Erciş te Atatürk İlk Öğretim Okulunun
adının Tenzile Ana İlk Öğretim Okulu olarak değiştirilmesinin ahlaki boyutunu
ortaya koymaya çalıştım Birde işin Kanuni, Yasal boyutu var. Şimdi birazda
bundan bahsetmek istiyorum.
Atatürk aleyhine işlenen suçlarla ilgili
kanun...
Yayın tarihi 31 / 7 / 1951 Kanun
numarası 5816 Burada kanunun aynısını yazmak yerine, sizlere özet halinde sumak
istiyorum. Atatürk e küfretmek, hakaret etmek, heykellerini, büstlerini kırmak
suç. Bu gibi suçlara verilecek cezalar belli. Deniliyor ki, bu kanunda yazılı
suçlardan dolayı, Cumhuriyet Savcılıklarınca re sen takibat yapılır.Bu kanunu
Adalet Bakanı yürütür
Bu gibi filler hep işleniyor Peki bir
savcının bu gibi suçlarda bir dava açtığını, ya da Adalet Bakanlığının bu işin
takipçisi olduğunu hiç gördünüz mü, duydunuz mu!?...
Atatürk İlk Öğretim Okulunun adını,
Tenzile Ana İlk Öğretim Okulu olarak değiştirmek, Atatürk ü itibarsızlaştırmak
anlamında işlenmiş bir suç değil mi!?...
Hani nerde Cumhuriyet Savcıları
ve Adalet Bakanlığı!?...
Atatürk, Cumhuriyet, ve Laiklik karşıtlığı
gibi konular sadece Başbakan Sayın Tayyib Erdoğanla da sınırlı değil. Kabine
Üyelerinin çoğu, İmam- Hatipli ve Bürokraside de İmam-Hatiplilere öncelik
verildiğini biliyoruz.
Bu itibarla bu duruma nasıl gelindiğinin
anlaşılması için, İmam- Hatiplerdeki Eğitim- Öğretimin öncelikle ele alınıp, incelenmesi
lazım.
Bu vesile ile, herkesin Kurban Bayramını da
kutluluyor, saygı ve selamlarımı sunuyorum, (Anayurt Gazetesi 22 Ekim 2012
Pazartesi)
NİÇİN OLMAMIZ GEREKEN YERDE
DEĞİLİZ…..!?
Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
Sevgili ANAYURT Okurları,bu gün sizlere
hayvancılıkta,tarımda,sanayide, sağlıkta, ödemeler dengesinde,eğitimde,
işşizlik konusunda,dış ilişkilerde…..vs de yıllardan beri sorunlarla boğuşuyor
olmamızın nedenlerini, perde arkasını gördüklerime, bildiklerime ve tecrübelerime
dayanarak sizlere aktarmak istiyorum.
Ben,değil Türkiye’nin bu sorunlarla
boğuşuyor olmasını, Amerika,Almanya, Japonya, Çin…vs devletler gibi süper bir
güç olmasını hayal ediyor ve istiyorum.
Uzay yarışında bile Türkiye’nin yerini
almasını hayal ediyor ve istiyorum.
Sıradan vatandaşlarımızın bile,değil
geçim sıkıntısı çekmesini,gelişmiş ülkelerin vatandaşları gibi her yıl bir yada
birkaç yabancı ülkeyi gezmelerini hayal ediyor ve istiyorum.
ABD gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin uçak
gemilerinin de Dünya denizlerinde dolaşmasını hayal ediyor ve istiyorum..
Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve bir
Müslüman Türk olarak Türkiye’nin bir
süper güç olmasını,Dünyada sulh ve sükunun sağlanması açısından da gereklidir
diyorum.Sorum şu:
Peki böyle bir süper güç olmak,Avrupa
Birliğine girmek için yol varmakla,ABD’nin peşine takılmakla,Büyük
Ortadoğu Projesi BOP a eş başkan olmakla
sağlanabilinir mi?
Sağlanamaz.Zira ne AB Devlerine de ABD ,nede başkası
Türkiye’nin niye süper güç olmasını istesin.
Kimseyle düşman olmamıza gerek yok.Ama kimsenin bizi
bizden daha fazla sevmeyeceğini,sevemeyeceğini bilelim.
Peki Türkiye kendi imkanlarıyla bir
süper güç olabilir mi?
Bence olabilir.
Türkiye
tarımda,sanayide,sağlıkta,eğitimde.askeri teknoloji de…..vs de süper güç olma
yönünde önüne bir hedef koyarsa,kendi teknolojini yaratacak mühendisini
yetiştirir,fabrikasını kurar,gerekli parayı da bulur.
Şunu unutmayalım:
Osmanlı İmparatorluğu Avrupa da
Viyana kapılarına,kuzey Afrika da Fas
sınırlarına,Güneyde Aden Körfezine,Hint Okyanusuna dayanırken
Bu iş sadece kılıç gücü ile mi başarıldı?
Hayır,teknoloji geliştirmekle ve onu kullanmakla başardı.
600 kusur yıl yaşaması ise,tebası olan
milletlere hakaniyetle,hizmetle,adaletle yaklaşması sayesinde oldu.
O zaman bu imparatorluğu kuranlar yaşatanlarda bir Dünya imparatorluğu bir
süper güç olma yönünde bir azim,bir istek,bir irade vardı,Ve diğer hususlar
böyle bir hedefin gereği olarak yerine
getirildi,başarıldı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesi ve
nihayet yıkılması ise,Onu yönetenlerde,bu azim ve isteğin azalması yada
yetenekli kişilerin iş başında olmamaları ile ilgili .
İmparatorluğun cephelerde yapılan
savaşları kaybetmeleri ise,dini inancın zayıflamasından kaynaklanan bir husus
değil,teknolojiye ayak uydurmamaktan kaynaklanmıştır.Şimdi girmeye çalıştığımız
Avrupa Birliği Devletlerinin arzu,istek ve reçetelerine uymamızdan onlara
sırtımız dayamaktan kaynaklanmıştır.
Bugünde yaşadığımız sorunlar körü körüne
Avrupa Birliği Devletlerine ve ABD’ye sırtımızı dayamamızdan ve onların bize
sundukları reçeteleri uygulamaya çalışmamızdan kaynaklanıyor.
Osmanlının küllerinden Türkiye Cumhuriyeti
Devletini kuran sayın Mustafa Kemal ve Onun silah Arkadaşlarını,bu Vatan için
canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimizi minnetle ve şükranla anıyorum.
Türkiye Cumhuriyetinin öyle kolay
kurulmadığını bilelim.Yapılan Devrimlerin,koulan kanunların ve
kuralların,yaşanan acı tecrübelerin neticesinde konduğunu kabul edelim.
AKP Hükümetinin zamanında Kuzey Irakta
askerlerimizin başına ABD’li askerler tarafından çuval geçirilirken bir şey
yapamadığımızı göz önünde bulundurursak,
Sayın Başbakanımız Recep Tayyip
ERDOĞAN’ın DAVOS ta ONE MİNUTE demesine karşılık olarak, İsrail’in Akdeniz de
uluslar arası sularda Mavi Marmara adlı gemimize baskın yapıp (9) vatandaşımızı
katletmesi karşılığında çaresiz kalışımızı, bir şey yapamayışımızı göz önünde
bulundurusak,
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı
Osman Baydemir’in sayın Başbakanımız ve Devlet Erkanına hass……..tir çekmesine
karşı bir şey yapamadığımızı düşünürsek,
Barış ve Demokrasi Partisi
Milletvekillerinin, Devletin ve Milletin bölünmez bütünlüğüne karşı Anayasa
suçu işlemelerine karşın bir şeyler yapılmadığını,yapılamadığını göz önünde
bulundurursak ,
Türkiye Cumhuriyetini kuran
Mustafa Kemal Atatürk ve silah
arkadaşlarının o günün yokluk ve kısıtlı
imkanları ile ne kadar büyük işler başardıklarını daha iyi anlıyoruz.
Türkiye’nin süper güç olma yönünde yapmasını hayal ettiğim istediğim
hususların gerçekleşmesi için bizi yönetenlerin öncelikle Türklükle,Türkiye
Cumhuriyeti ile bir sorununun olmaması lazım.
Şu hususu kabul edelim.
Türk, Türkiye Cumhuriyetinin ve
Osmanlının kurulmasına önderlik eden kişiler Türk’türler.
Zira en zor anlarda bile Türkler
Devletinin yanında olmuşlar, ayrılık gayrılık yapmamışlardır. (ANAYURT
GAZETESİ)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder