14 Aralık 2015 Pazartesi

1 KASIM 2015 SEÇİMİ SONRASINDA YAŞANANLAR; AKP İKTİDARININVE CUMHURBAŞKANI TAYYİP ERDOĞAN’IN ÖNÜNE KONAN; SİYASİ BİR FATURADIR, TÜRKİYE’Yİ ÇOK ZOR GÜNLER BEKLİYOR.

1 KASIM 2015 SEÇİMİ SONRASINDA YAŞANANLAR; AKP İKTİDARININVE CUMHURBAŞKANI TAYYİP ERDOĞAN’IN ÖNÜNE KONAN; SİYASİ BİR FATURADIR,
 TÜRKİYE’Yİ ÇOK ZOR GÜNLER BEKLİYOR.
Sevgili Okurlar, 1 Kasım 2015’den bu yana, aradan 1 aydan fazla zaman geçti ve bu süre içerisinde, bazı olumsuz gelişmeler ortaya çıkmaya başladı.
Biz burada, bu olumsuz gelişmelere ve bundan sonra yaşanacak muhtemel gelişmelere ışık tutmaya çalışacağız.
Bundan önceki makalede;
1 Kasım 2015 Milletvekili Seçimi Sonuçları, Bir Sürpriz mi? Başlığı altında,
 AKP ve onun uygulamadaki fiili Lideri ve şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın;
4. Kez kazandığı seçimin, şifrelerini ortaya koymaya çalışırken,
Son paragrafta; AKP Hükümetinin ömrü konusunda, şöyle bir tespitte bulunmuştum:
Yeniden tek başına iktidar olma şansını yakalayan Adalet ve Kalkınma Partisi AKP Hükümetinin ömrünü;
Bundan böyle, Ekonomik zorluklar ve Dış politika da ki sorunlar ve yeni gelişmeler belirleyecektir demiştim ve eklemiştim:
AKP Hükümeti ancak 1 ya da 2 yıl dayanabilir.
Çoğu kanaat önderinin görüşü de; bu yöndedir.
Zira başta Amerika Birleşik Devletleri ABD, Türkiye’nin önüne bir Fatura koyacaktır.
Ve AKP Hükümeti;
Suriye konusunda, PKK, PYD konusunda, IŞİD’le mücadele konusunda, yeni bir Anayasa yapma konusunda;
Ya ABD’nin istekleri doğrultusunda hareket edip, onun taleplerini yerine getirmeye çalışacak;
Ya da O’nun ekonomik kriz çıkarır seni, alaşağı ederim, tehdidi ile karşı karşıya kalacaktır, vurgusunu yapmıştım.
Şimdi Ekonomik Durumun vahameti konusunda da, kısaca bir şeyler söylemek istiyorum,
2001’de Yaşadığımız ekonomik krizde, Devletin elinde limanlar vardı, birçok Ekonomik kuruluşlar vardı. Bunların ismini saymıyorum.
Bu gün bu Kuruluşlar, yok…
Bu Kuruluşlar, 13 yılı aşkın bir süredir Türkiye’yi idare etmekte olan AKP Hükümeti tarafından; adeta haraç-mezat mantığı ile elden çıkarıldı.
Sözde yapılan Özelleştirmeden elde edilen paralarda, bir yatırıma dönüştürülmedi,
İstihdam yaratmada kullanılmadı,
Devletin gelirleri artmadı, sorunlar çözülmedi…
Eskiye nazaran, iç ve dış borçlarımız, katlanarak arttı.
Tüm komşularımızla düşman olduk. Bu yüzden ticaretimiz de azaldı.
Nihayetinde komşumuz Rusya ile de;
Suriye tarafında hava sahamızı ihlal etti gerekçesiyle, savaş uçağını düşürdüğümüzden;
Onlarla da ilişkilerimiz bozuldu…
Maliye Bakanı, iyimser bir tahminle, Rusya krizinin bize faturasının 9 Milyar Dolardan az olmayacağını söyledi.
Temenni etmeyiz ama eğer bu gün bir ekonomik kriz çıksa;
Boyutu; 2001’dekinden, kat be kat fazla olur.
Zira bu gün,  yukarıda da belirttiğim üzere; Devletin elinde, zor durumlarda satabileceği, ya da, özelleştirmede kullanıp, gelir temin edebileceği, bir malda kalmadı…
Vahametin boyutunun büyüklüğünü, şu örneklerden de görüp, anlayabiliriz:
Eğer Yurt dışından canlı hayvan, ya da et ithal ediyorsak,
Rusya’dan 1 Milyar Dolar, ya da daha fazla değerde buğday ithal ediyorsak,
Dışarıdan, susam, çöreotu alıyorsak,
Çin’den, Pakistan’dan sarımsak tozu, ya da pul biber, tatlı biber ithal ediyorsak,
Mısır’dan maydanoz kurusu alıyorsak;
Şu soruyu sormak gerekiyor:
Bu değirmenin suyu nereden geliyor?
Eğer Köylü, Çiftçi topraktan, hayvancılıktan, üretimden koparılmış ise,
Hangi sorunu çözebiliriz, nasıl çözebiliriz?
Dolayısıyla Türkiye’yi çok zor günlerin beklediğini, şimdiden söyleyebiliriz.
Bu nedenle AKP Hükümetinin ömrünü bu seferin de ;
Onu bir şekilde destekleyip, oy veren vatandaşlarımız değil de;
Ekonomik güçlükler, Dış ilişkiler ve Bölgemizde gelişen dış boyutlu olaylar, belirleyici olacaktır.
Ben Halkımızla iç içe yaşayan birisiyim. Ekonomik durgunluğun; esnaf kesiminde, alış verişte, her alanda, artarak devam ettiğini, gözlemliyorum.
Türkiye’de bir Muhalefet boşluğu var. Kemal KILIÇDAROĞLU ile CHP, Devlet BAHÇELİ ile MHP; bir yere varamaz. Eğer bu Liderlerin yerine, Başkaları seçilirse;
Yenilenen Muhalefet Partileri, sorunların çözümünde; Türkiye için, yeni bir umut kaynağı olabilirler.
AKP ile 13 yılda; Türkiye’nin nasıl bir noktaya geldiği, getirildiği de ortadadır.
Bu itibarla, şunu yapacağım, bunu yapacağım gibi sözde vaatleri de, inandırıcı olamaz.
Zira AKP’nin İktidarının başlangıcından, bu güne kadar; kime hangi alanda, ne gibi taahhütlerde bulunduğunu, tam olarak bilemiyoruz,
Ve Türkiye’nin geleceği adına, endişeliyiz.
1 Kasım 2015 seçiminden bu yana, gelişen önemli olaylardan bazılarını, şöyle sıralayabiliriz:
1-ANTALYA- BELEK’TE TOPLANAN G20
ZİRVESİ’İNDE, GÖRÜŞÜLEN KONULAR:
Dünyanın ekonomisi en iyi 20 Ülkesinin Devlet, ya da Hükümet Başkanları, 15-16 Kasım 2015 tarihinde, Antalya-Belek’te bir araya geldiler
.Bazıları, G 20 Ülkelerinin Devlet, ya da Hükümet Başkanlarının, Türkiye’de toplanmasını;
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın başarısı olarak göstermeye çalışıyorlar,
Obama, Putin, Angela MERKEL ve Dünyanın diğer Büyükleri;
Tayyip ERDOĞAN’ın ayağına geldiler gibi, bir algı yaratılmaya çalışıldı.
G20 Liderlerinin bu defasında, Türkiye’de toplanmalarını şu şekilde yorumlarsak, daha doğru bir yaklaşım olur:
1-Türkiye de zaten G20’lerin bir Üyesi. Bu açıdan bu yıl, Türkiye’de toplanma kararı almış olabilirler..
2-AKP ve Tayyip ERDOĞAN, 4. kez, seçim kazanmıştır. Bölgede önemli olaylarında yaşandığı bir dönemde, hem bir jest yapmak, hem de önemli konuları konuşmak açısından;
Bu defasında Türkiye tercih edilmiş olabilir.
3-G20 öncesinde Fransa’da IŞİD mensubu canlı bombanın üzerideki patlayıcıları infilak ettirmesi ile, yaşanan intihar eylemi neticesinde, 132 kişi yaşamını kaybetmiş ve çok sayıda insanda, yaralanmıştır.
Bu vesile ile Fransa Cumhurbaşkanı François HOLANDE, Toplantıya katılamamıştır.
4-Fransa’daki terör eylemi nedeniyle, bu defasında, Ekonomik konular; yerini terör olaylarına ve IŞİD’e bırakmıştır.
5- Bu nedenle Rusya Lideri Vladimir PUTİN, yaptığı konuşmada;
G20 Ülkelerinin içinde, IŞİD’e finansal destek sağlayanların olduğunu ifade ederek;
Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN’a da dokundurma yapmıştır.
PUTİN, ellerinde uydudan çekilmiş resimlerde, IŞİD petrolü taşıyan tankerlerin, Türkiye’ye  yöneldiklerini belirterek;
Tayyip ERDOĞAN’a da gönderme yapması, toplantı da şok etkisi yaratmıştır.
Rusya Lideri PUTİN’in dışında benzer iddiaların;
Suriye, Irak, Iran tarafından da dile getirildiği;
Bu gibi konuları yakından takip eden uzmanlar tarafından, belirtilmektedir.
TÜRK F-16 SAVAŞ UÇAKLARININ; 
RUSYA’YA AİT BİR SAVAŞ UÇAĞINI
DÜŞÜRMESİYLE BAŞLAYAN GERGİNLİK.
Bu konuda sizlere, basına da yansıyan çok ilginç bir noktaya, dikkatinizi çekmek istiyorum.
2 Rus savaş uçağı, Suriye tarafından sınırımıza girerek, 17 saniye, hava sahamızı, ihlal etmiş.
Türk F-16’ları, Rus savaş uçaklarını, defalarca uyarmış.
Sonunda bu uçaklar, Suriye tarafına yöneldiklerinde; biri Suriye tarafına geçmiş, diğeri henüz Türk tarafında iken;
Türk F-16’ları 6tarafından vurulmuş…
Bu haber 9 / 12 / 2015 tarihinde sabah yayınında, FOX TV’de İsmail KÜÇÜKKAYA tarafından sunulan Basın özetlerinde;
İktidara yakınlığı ile bilinen YENİ ŞAFAK Gazetesi’nin Ankara temsilcisi Abdülkadir SELVİ’nin Köşe Yazısı’na dayanarak söyledi…
Sayın Selvi acaba; tuzağa mı düşürüldük diye endişelerini de belirtiyor…
Böylesi bir tespit; haber özelliği açısından da, çok önemli…
Rus savaş uçağının;
ABD’nin talebi doğrultusunda, Türk jetleri tarafından düşüldüğünü, iddia edenlerde var.
Zira Amerika Birleşik Devletleri, Rusya’nın Suriye’ye müdahale etmesini ve Beşar ESAD’ın yanında yer almasını, kendi çıkarları açısından;
Planlarını bozduğu gerekçesiyle; Rusya’ya bir şekilde, gözdağı vermek isteyebilir…
Şimdi,24 Kasım 2015 tarihinde, Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonraki zamanda, ortaya çıkan başka detaylara da bir göz atalım.
Deniliyor ki Genel Kurmay Başkanlığı tarafından yapılan basın açıklamasında;
Hava sahamızı ihlal eden ve milliyeti tespit edilemeyen bir savaş uçağı, Türk-F-16 ları tarafından düşürüldü.
Burada kullanılan diplomatik lisana, özellikle dikkat çekilmek isteniyor ve deniliyor ki;
Türk Genel Kurmayı, düşürülen savaş uçağının, teknik imkânlara dayanarak; Rusya’ya ait olduğunu elbette biliyordu.
Ama gerilimi tırmandırmamak için; böylesi bir diplomatik lisan kullanıldı.
Rusya’nın da, gerilimi tırmandırmak niyetinde olmadığı, bu yüzden, sorunu yumuşatmak açısından;
Uçaklarını, yerden atılan bir füzenin, düşürmüş olabileceği ihtimaline vurgu yaparak;
Rus tarafı da diplomatik lisan kullanmıştı…
Ama Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU ve özelliklede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın; Hava sahamızı ihlal eden Rus uçağını düşürdük gibi ve devamında, kısa süre aralıklarla yapılan
diğer çelişkili açıklamaların;
Bardağı taşırdığı ve Rusya Lideri PUTİN’i çok kızdırdığı ve işin, geri dönüşü olmayan bir şekil
aldığına vurgu yapılmaktadır.
Gerisi malûm...
Rus savaş uçağının, Türk F-16’ları tarafından, nasıl düşürüldüğü konusundaki iddiaları
Ve sonrasında verilen beyanatları, yukarıda okudunuz.
Rus savaş uçağının düşürülmesi ile başlayan gergin ve zor bir dönem;
Zaten yaşadığımız ekonomik zorluklara ve uygulanan yanlış Dış politikadan kaynaklanan sorunları, daha da derinleştirdi ve ilave sorunlar yarattı.
Hava sahamızın ihlal edilmesini, elbette hoş karşılayamayız. Ama yukarıdaki iddiaları ve verilen beyanatları da, göz ardı edemeyiz.
Bu konunun, bütün yönleri ile açıklığa kavuşturulması lazım.
DÜŞÜRÜLEN RUS SAVAŞ UÇAĞININ BULUNAN
KARAKUTUSU VE PUTİN’IN YAPTIĞI AÇIKLAMA:
Çoğumuz, uçağın kara kutusunun rengini; adının da çağrıştırdığı üzere
Siyah renkte olduğunu sanırdık; meğerse turuncu renkteymiş.
Kara kutu ifadesi ile kastedilen şey;
 Bu kutunun içinde, uçağın nasıl ve niye düştüğü, ya da düşürüldüğü gibi, önemli konulara ışık tutacak, seyir bilgileridir.
Rusya Lideri PUTİN;
Yanında Savunma Bakanı ve önünde kara kutu varken, şöyle dedi:
Bu kara kutuyu, biz açmayacağız; uluslar arası bir uzman heyetin huzurunda açıp, birlikte inceleyeceğiz dedi.
Böylesi bir husus;
Muhtemelen, Yeni Şafak Gazetesi Ankara sorumlusu Abdülkadir Selvi’nin;
Acaba bizi tuzağa mı düşürmek istediler yönünde ki şüpheye de açıklık getirebileceğinden dolayı,
Çok önemlidir.
YUNANISTAN’A AİT SAVAŞ UÇAKLARI, 
NEREDE İSE HER GÜN HAVA SAHAMIZI İHLAL
EDİYOR VE YUNANİSTAN 16 ADAMIZI DA İŞGAL
ETTİ; PEKİ; BUNA NE DİYECEĞİZ?
Verilen bilgilere göre Türk savaş uçakları, Ege Denizi üzerinde, kendi hava sahamız üzerinde, normal devriye görevi yaparken;
Yunanistan’a ait savaş uçakları tarafın, neredeyse her gün taciz edildiği, it Dalaşına girdiğini,
Hatta bir savaş uçağımızın düşürüldüğü, pilotu ile beraber, halâ Ege Denizinin derinliklerinde olduğu söyleniyor.
2004 Yılından itibaren, yani AKP döneminde; Lozan antlaşmasına göre Türkiye’ye ait olan 16 Adamızın, Yunanistan tarafından işgal edilmiş olmasına, ne demeli?
Aslında küçük ada ve kayalıklar da dahil edildiğinde, bu rakamın;
16 değil de; 152 olduğu, belirtilmektedir.
AKP GRUP TOPLANTISI’INDA, PUTİN  
ALEYHİNDE  İLGİNÇ TEZAHURAT: 
VUR VUR İNLESİN, PUTİN DİNLESİN!!!
Bu aleyhte tezahuratı  yapapanlar; AKP Milletvekilleri.
Bizim F-16 savaş uçaklarımız, Rusya’nın bir savaş uçağını düşürdü ya!...
Bir sonraki haftanın Salı günü, grup toplantısında, Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU, Haftalık siyasi değerlendirmelerini yapıyor.
Bu konuşmadan AKP Milletvekilleri ve izleyiciler öyle mutlu olmuşlar ve öyle heyecanlanmış olmalılar ki;
Hep beraber ayağa kalkıp, futbol maçlarında olduğu gibi, tempo tutuyorlar;
Vur  vur inlesin, PUTİN dinlesin!!!
Tabi ki Meclis’te basın mensubu sıfatıyla, birde, genç Rus gazeteci kadın var. Tabi Türkçe bilmiyor. Sonra merak edip soruyor; bunlar, ne diyor?
Birileri söylenenleri, ona tercüme ediyor.
Sonuçta Gazeteci genç Rus kadın, haberi şöyle aktarıyor:
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AKP’li Milletvekilleri ve taraftarları, Haftalık grup toplantısında;
Ayağa kalkıp, PUTİN’ e vuralım diye tempo tutuyorlar.
Tabi ki Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU, insanları heyecanlandıran bir konuşma yapmaktan çok mutlu olmalı ki; mutluluğu gözlerinden ve gülümsemesinden, anlaşılıyor.
Burada Rus savaş uçağının Türk F-16 savaş uçakları tarafından düşürülmesi; hiçte hafife alınacak, mutlu olunacak bir husus değil…
Zira bu uçak düşürme olayının perde arkasını ve Yunanistan örneğini, yukarıda anlattım….
Milli gururumuz elbette önemli ama
Mesele; sadece bu olsa!...
KOMŞULARIMIZLA SIFIR SORUN POLİTİKASI
UYGULAYACAĞIZ DERKEN; 
TÜM KOMŞULARIMIZLA, DÜŞMAN OLDUK!!!
Nihayetinde Rusya ile de düşman olduk. Ve komşularımız arasında, hiç dostumuz kalmadı…
Hava sahamızı ihlâl eden Rus savaş uçağının, Türk jetleri  tarafından düşürülmesi ile gururlanıp, havalara uçan, AKP Milletvekilleri ve taraftarları;
Nihayetinde Rusya ile de, niye düşman olduk sorusunu da, keşke kendilerine bir sorsalardı!..
ŞİMDİ TEK DOSTUMUZ, PEŞMERGE BAŞI MESUT
BARZANİ KALDI; O DA; DOST DEĞİL YA ZATEN!...
Şimdi hafızaları tazelemek için, aslında hepimizin bildiği bir konuyu;
12 Aralık 2015 tarihli SÖZCÜ Gazetesi’nden sizlere aktarmak istiyorum.
8 Yıl önce, onun için söylemediğini bırakmamıştı.
Barzani şimdi, SARAY’ ın Baş Tacı oldu.
Ve haber şöyle devam ediyor:
ERDOĞAN;2007’’de Başbakanken, Barzani için; o muhatabımız olamaz….Terör örgütüne yataklık yapıyor.Muhatabımız; Irak merkezi  hükümetidir diyordu.Aradan 8 yıl geçti…
Ne değişti bilinmez. Şimdi muhatap, Barzani oldu…
Sonra Irak Anayasasına göre;
Mesut BARZANİ şu an, yetkili de değil.
Birçok Kürt gurupları o’na cephe almış durumda.
Irak merkezi hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti’ni;
Mesut Barzani ile petrol anlaşmaları, yaptığı, Musul’a Asker gönderdiği gerekçesi ile;
Türkiye’yi Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na şikayet etmeye hazırlanıyor.
Bu arada son gelişmeler çerçevesinde;
Rusya ve İran’ın, Irak merkezi hükümetinin yanında yer aldıklarını da,belirtelim.
Bu husus; bölgemizde yeni bir sorun ve sürtüşmeye neden olacaktır.
Bir sorun bitmeden, ilave başka bir sorun…
TÜRKİYE MUSUL’A NİYE ASKER GÖNDERDİ?
BU KONUDA, TÜRKİYE’NİN BİR ÇIKARI VAR MI?
Türk Silahlı Kuvvetleri TSK, 5 Aralık 2015 tarihinde;
1200 Asker ve 25 Tankla, Musul’a 13 Km. mesafede bulunan, Başika kasabasında konuşlandı.
Daha önce Musul’da bir Türk Birliğinin bulunduğuna ve bu Birliğin;
BARZANİ’nin Peşmergelerini eğittiği ve böylece IŞİD’in elinde bulunan SENCAR’ın kurtarıldığı
Ve SENCAR’ın şu anda, BARZANİ’nin kontrolünde olduğu belirtiliyor.
Türk nüfusun yoğun olduğu ve Türkiye’nin Misakı-Milli sınırları içinde olan MUSUL’da,  uzun zamandan beri, IŞİD’in işgali altında bulunmaktadır. İddia şudur ki:
Türk Askeri, bu defasında daha fazla Peşmergeye eğitim verecek ve muhtemelen kendisinin de yer aldığı bir operasyonla, MUSUL’da IŞİD’den temizlenecek…
Bu konuda cevaplanması gereken soru şu:
İyi, güzel! Türk Askerinin de katkılarıyla MUSUL, IŞİD’den geri alındı.
Peki bundan sonrasında; MUSUL’un yönetimi, kimde olacak?..
Eğer MUSUL, kurtarıldıktan sonra; SENCAR örneğinde olduğu gibi, BARZANİ’ye teslim edilecekse;
Türkiye’nin bu konuda, çıkarı ne?
Bu konuda,Türkiye’nin menfaatini, çıkarlarını ön planda tutan,bazı duyarlı Yazarların ve duyarlı vatandaşlarımızın, ciddi endişeleri var…
Şöyle bir iddia da var:
MUSUL’a Karşılık, Başkanlık Kozu…
12 Aralık 2015 Sözcü Gazetesi Böyle bir başlık atmış…
Bilinen şu hususu da, hatırlatmak açısından, tekrar söyleyelim.
Amerika Birleşik Devletleri’’nin;
Irak’ın Kuzeyi’nde Özerk Kürt Bölgesi’ni güçlendirip; bağımsız bir Kürt devleti kurmak istediğini,
Bu maksatla BARZANİ yönetiminin desteklenmesini,
Türkiye’nin de BARZANİ yönetimini, koruyup, kollamasını istediği de, bilinmektedir.
Bu şimdi BARZANİ olabilir, sonra bir Başkası olabilir…
Önemli olan, ABD’nin ne yapmak istediği ve çıkarlarıdır
Şimdi hatırlatma babından, Suriye’nin Kuzeyi’nde ve Türkiye’nin Güney sınırında, gelinen nokta itibarı ile de ilgili, bir şeyler söylemek istiyorum.
Sonuç itibarı ile bu gün, Suriye’nin Kuzeyi’nde geniş bir bölgeye PYD ve IŞİD, küçük bir kısmına da bazı terör örgütleri yerleşmiş durumda.
Eğer arta kalan 98 Km. uzunluğundaki bölge de;
PYD, IŞİD ya da bir başka terör grubunun eline geçerse;
 915 Km. olan Güney sınırımız;
Tamamıyla, terör guruplarının tehdidi altına girmiş olacaktır.
Böylesi bir fiili durumun, Türkiye açısından, başka bir anlamı şudur:
Zaman içerisinde bu 98 Km lik mesafede, ABD yanlısı terör gruplarının eline geçer.
Ve ABD böylece, çok istediği;
 Suriye’nin Kuzeyi’nden kendi kontrolünde bir bölge yaratıp, Irak’ın Kuzeyi’ndeki petrolü Akdeniz’e akıtmak için;
Bu bölgede boru hattı kurmak amacına ulaşmış olur,
 Böylece, Irak’ın Kuzeyi’nde kurmayı düşündüğü bağımsız Kürt devletini de;
Akdeniz’e bağlamış olacaktır
KOMŞULARIMIZIN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜN
SAĞLANMASI; TÜRKİYE’NİN DE TOPRAK
BÜTÜNLÜĞÜNÜN SAĞLANMASI ANLAMINA 
GELİYORSA EĞER; KENDİMİZE ŞU SORULARI,
SORMAMIZ LAZIM:
1-Henüz 2011 yılında, şimdiki Suriye lideri Beşar ESAD ile o zaman Türkiye’nin Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN  arasında dostane ilişkiler, en üst düzeyde iken,
Ve Recep Tayyip ERDOĞAN’ın, Beşar ESAD’a Kardeşim ESAD diye hitap ederken,
Türkiye’de ailecek birlikte tatil yaparken;
2- Türkiye ile Suriye Devleti arasında, ortak Bakanlar Kurulu toplanıyor iken
İki Ülke arsındaki ticari ilişkilerde, maksimum seviyede iken;
Nasıl oluyor da, Beşar ESAD; birden bire, ESED oluyor?
3-Suriye ile ilişkilerimiz, beklenmedik bir şekilde bozulduktan sonra,
Recep Tayyip ERDOĞAN; Şam’da ki Emevi  Camii’nde inşallah Cuma namazı kılacağız demişti.
Böylesi bir husus; Suriye’yi işgal etmek anlamına gelmiyor muydu?
4-Beşar ESAD için; şu hafta gidecek, bu hafta gidecek derken, aradan 4 yıl geçti.
Peki Beşar ESAD,halâ, niye devrilemedi?
5-Tayyip ERDOĞAN’ın, Beşar ESAD ile nasıl bir sorunu olabilirdi ki?
                Aradan 4 yıl geçti.Halâ Beşar ESAD gidecek, ya da gitmeli ısrarı, niye?
                6-Bu arada güney sınırımızda güvenlik zafiyeti de yaratıldığından;
                İçlerinde hırsız, uğursuz, teröristlerinde bulunduğu 2,5 Milyon Suriyeli, sınırlarımızdan rahatlıkla geçip, Türkiye’nin her tarafına dağıldı…
                Biz kendi sorunlarımızla baş edemezken, şimdi birde, Suriyeliler sorunu eklendi.
                7- Beşar ESAD, KENDİ Ülkesinin birlik ve beraberliğini korumakta kararlı olduğundan;
                Sonunda, Rusya’dan yardım istemek zorunda kaldı.
                Bu noktada kendimize, şu soruyu sormamız lazım:
                8-Biz Beşar ESAD’ı devirmeye çalışmak yerine, onunla işbirliği yapıp; Suriye’yi teröristlerden temizlemeye çalışsaydık;
                Beşar ESAD, Rusya’dan yardım istemek zorunda kalır mıydı?
                Bu nedenle Rusya ile de, karşı karşıya gelir miydik?
                Uçak düşürme olayı, yaşanır mıydı?
                Rusya ile doğalgaz, petrol, müteahhitlik hizmetleri, tarım ürünleri, sebze ve meyve ticareti , turizm gibi Milyarlarca Dolar karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı ticaretimiz ve iyi komşuluk ilişkilerimiz bozulur muydu?
                9-Rusya, Suriye’yi koruyup, kollamak adına girdiği Suriye’de;
Bu gün 2 Hava üssü kurdu ve 400 Km. menzilli geliştirilmiş S400 füzelerini yerleştirdi,
                Böylesi bir husus; Türkiye’nin güvenliği açısından, büyük bir tehdit unsuru dur.
                10-Suriye ile Irak Hükümeti ile İran ile Rusya ile bozulan ilişkilerimiz, Türkiye’nın çıkarlarına hizmet etmediği görüldüğüne göre;
                Böylesi bir husus; acaba, kimin çıkarına hizmet etmiştir?
                11-Suriye, eski bir Osmanlı toprağıdır. Biz onların Ağabeyi sayılırız, onlara karşı, tarihi bir sorumluluğumuz var.
                Dolayısı ile Eğit-Donat, sonrasında, ESAD’ı devirmek, ya da Suriye’yi bölüp, parçalamak için, Suriye’ye gönder ve nihayetinde;
Rusya’nın Suriye’ye girmesine de vesile ol…
12- Dolayısıyla, kolu kanadı kırılmış olan ve ülkesini, Bölücülerden kurtarmaya çalışan,Suriye Lideri Beşar ESAD’a bir tokat da,Türkiye’yi idare edenler tarafından vurulması;
Müslüman TÜRK Halkına ve bizlerin şanlı geçmişine asla yakışmaz…
BEN BİR ENERJİ UZMANIYIM;  
RUSYA, YADA İRAN’IN DOĞALGAZI, KISITLAMASI, YA DA KESMESİ DURUMUNDA, ENERJİ AÇIĞIMIZI; BÜYÜK ORANDA, KENDİ KAYNAKLARIMIZLA KAPATABİLİRİZ.
Sorunun kaynağını ve çözümünü, şöyle de özetleyebiliriz.
1-      Gerek Kamu, gerekse Özel kesime ait Termik Santrallerin, özellikle de, kömürle çalışan Termik Santrallerin, usulüne göre çalıştırıldıklarını, bakım ve onarımlarının, Dünya standartlarında yapıldığını, maalesef söyleyemeyeceğim. Harcanan yakıta göre, verim düşük.
Ben, bu sorunları, halledebilirim,
Üretilmesi gerekirken, üretilemeyen enerjinin parasal karşılığı, yılda 2.5 Milyar Dolardır.
2-Hidro Elektrik Santralleri HES’ler konusunda, Köylü vatandaşlarımız haklı…
    Enerjiye de ihtiyacımız var ama yeni nesil HES projeleri ile bu sorun da halledilebilir.
3-Rehabilite çalışmalarını yaptıktan sonra ve kesilen yüksek KDV ve fonlarda indirim yapılırsa;
% 100’e varan indirimler yapılabilir.
4- Öncelikle, sorunun ne olduğu, nasıl çözüleceği, Yetkililere ve Halkımıza anlatılmalıdır.
Say7gılarımla 14 Aralık 2015 Pazartesi
          Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ
              Enerji Uzmanı-Gazeteci Yazar

12 Kasım 2015 Perşembe

Olağan mı? Yoksa!.. "1 KASIM 2015 SEÇİM SONUCU BİR SÜRPRİZ Mİ?,,," Ahmet YALVAÇ

1 KASIM 2015 "MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMİ" SONUÇLARI BİR SÜRPRİZ Mİ?,,,
Ahmet YALVAÇ
MAKİNE YÜKSEK MÜHENDİSİ
Gazeteci, Araştırmacı - Yazar
                Sevgili Okurlar,1 Kasım 2015 Milletvekili seçiminde, Adalet ve Kalkınma Partisi AKP’nin % 49,5 oy alarak; tekrar, tek başına iktidar olma şansını yeniden elde etmesi, elbette bir sürpriz…
                AKP’nin seçimi kazanmasını şu şekilde özetlemek te mümkün:
Kendisinden hesap sorulmasını istemiyordu ve bunun içinde; tek başına iktidar olması gerekiyordu ve öyle oldu. Gerisi teferruat…
Olup bitenleri anlayabilmek için; bundan önceki makalelere bakmanızı öneririm
Bu son seçimi de kazanarak, AKP’nin 4. defa tek başına iktidar olma şansını yakalamış olmasında, en büyük faktör; 
AKP’nin fiiliyattaki lideri konumunda olan ve şimdinin de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN dır. Ama bu husus;
Türkiye’nin her konuda daha üst noktalara çıkartılması hedefinde, sorunların çözümünde, Türkiye’nin daha iyi idare edilmesi noktasında;
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın başarılı olduğu anlamına gelmez.
Bu husus, daha ziyade; Recep Tayyip ERDOĞAN’ın başarılı bir algı operasyonu ile
Halkımızın önemli bir kısmını yönlendirip, kendi tarafına çekmesi, çekebilmesi ile ilgili bir konu…
Başka konularda var da; ben bu gün daha çok, bu konuda bir şeyler söylemek istiyorum.
Öncelikle şu hususu hatırlatmak isterim:
Ben bu gün, olumsuz gelişmelere ait birçok örnek ortada iken; Recep Tayyip ERDOĞAN’ı gözü kapalı destekleyen çok sayı da insan tanıyorum. Bu konuda aklın mantığın durduğu yerdeyiz.
Tabi ki bu konuda; AKP’ye oy veren seçmenin, genelde eğitim seviyesi ile ilgisi var, gelenek-göreneklerimizin, kültür yapımızın etkisi var, Dinin etkisi var, sonuçta genetik yapımızın etkisi var…
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın konuşma şekli, çok kırıcı…
Muhalefete, ya da kendini eleştirenlere, ağıza alınmayacak sözler sarf ediyor; alçaklar, şerefsizler, ananı al götür, İsrail Dölü…
Yoksa biz, bağırıp-çağıran, muhataplarına argo kelimelerle karşılık veren insanlardan mı, hoşlanıyoruz?
Bu konuda psikologlara, sosyologlara, genetik uzmanlarına önemli görevler düşüyor.
Birde şu husus çok önemli:
AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana, Toplumda her geçen gün artan bir hoşnutsuzluk, bir muhalefet var…
İşçi, memur, emekli, çalışan, esnaf, çiftçi, köylü…çoğu kişi; gidişattan, halinden memnun değil Ama her defasında nasıl oluyor da, AKP oylarını artırıyor, kazanıyor? Sadece 7 Haziran 2015 Milletvekili seçiminde, tek başına iktidar olamamıştı.
Bu gibi konularda, yaratılan algı operasyonunun dışında, birçok seçim hilelerinin yapıldığı iddiaları, 0rtalıkta uçuştu;
Mükerrer oy kullanma, ölüleri bile seçmen yazma, sandık hırsızlığı, bilgisayar oyunları, elektrik kesilmesi, trafolara kedi girmesi gibi, akla, mantığa sığmayan birçok seçim hilesi…
Yüksek Seçim Kurulu’nun fazladan, niye çok sayıda oy pusulası bastırıyor gibi, bir çok konular.
Bir ara mükerrer oy kullanmayı önlemek açısından, parmağa özel mürekkep sürülüyordu. Sonradan bu uygulamadan vaz geçildi. Acaba neden?
Avrupa’da ve diğer gelişmiş bazı demokrasilerde, bizde halâ kullanılan ve birilerinin lehine oy kaydetmeye müsait olan, yazılım sisteminden, halâ niye vazgeçmediğimiz;
Seçimlere güveni azaltan en önemli faktörlerden biridir.
7 Haziran 2015’de yapılan Milletvekili seçiminde, Halkımızın % 60’a yakın bir kısmı; CHP, MHP ve HDP’ye oy vermek suretiyle, AKP’nin tek başına iktidar olmasını istemedi. Bu husus aynı zamanda; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN için de, bir ihtar anlamını taşıyordu…
            Ama muhalefet partileri bir koalisyon hükümeti kurma noktasında, ellerine geçen, tarihi bir fırsatı değerlendiremediler…
        MUHALEFET PARTİLERİNİN BECERİKSİZLİĞİ VE ÖZELLİKLE DE; DEVLET BAHÇELİ’NİN ANLAMSIZ İNADI; AKP’NİN SEÇİMİ KAZANMASINDA ETKİLİ OLDU…
Özellikle MHP Lideri Devlet BAHÇELİ’nin, bir Koalisyon Hükümeti kurulması aşamasında;
PKK’nın Meclis’te ki Temsilcisidir gibi gerekçelerle, HDP ile bir arada olamayacaklarını söylemesi ve bu konudaki inadı;
AKP’ye ve Recep Tayyip ERDOĞAN’a, yeniden tek başına iktidar olmasını, Altın Tepsi içinde hediye etti diye de özetlenebilir.
Halkımız, Devlet BAHÇELİ’nin inadını;
MHP’nin oylarını % 4 düşürmek suretiyle ,cezalandırdı ama
Olan Türkiye’ye oldu.
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu güne kadar seçimleri hep kazanmasının ardında;
Devlet BAHÇELİ’nin zor anlarda, Tayyip ERDOĞAN’a bir şekilde yardım edip, onu kurtaran bir görevli olduğu kanaati de; Halkımız arasında, yaygın bir görüştür.
Seçim sonrasında CHP, MHP ve HDP kanadında, parti tabanlarında büyük çatlaklar oluştu.
Şimdi bu gibi konularda, bir şeyler söylemek istiyorum.
HDP Lideri Selahattin DEMİRTAŞ,ın seçim kampanyası sırasında, PKK’nın eylem yapmasına karşı çıkması gibi hususlar;
Selahattin DEMİRTAŞ ile Kandil arasında ve PKK’nın diğer bazı üst yöneticileri arasında bir anlaşmazlık konusu haline geldiği ortaya çıktı…
Meğerse Selahattin DEMİRTAŞ’’ın suskunluğu, bu sebeptenmiş…
Selahattin DEMİRTAŞ, seçim kampanyası esnasında Recep Tayyip ERDOĞAN için;
Seni Başkan yaptırmayacağız konusuna, hep vurgu yaptı.
Ama seçim sonrasında görüldü ve anlaşıldı ki;
Selahattin DEMİRTAŞ, bu konuda aynı noktada duruyordu.
Ama malûm diğer yöneticilerin;
Başkanlık konusunu da tartışabiliriz gibi yaklaşımları, anlaşmazlığın devam ettiğini, ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin Üniter yapısına aykırı söylemlerine, elbette katılamayız. Ama Halkımız arasında, Selahattin DEMİRTAŞ’a karşı bir sempatinin oluştuğunu da görüyorum.
AKP ve Tayyip ERDOĞAN’ın;
HDP’nin seçim barajı altında kalması için yürüttükleri kampanyaya rağmen;
HDP’nin seçim barajını aşarak, Meclis’e girmesini; Selahattin DEMİRTAŞ’a bağlamak, daha doğru bir yaklaşım olur.
Bu noktada HDP Lideri Selahattin DEMİRTAŞ’ın;
 CHP Lideri Kemal KILIÇDAROĞLU İle MHP Lideri Devlet BAHÇELİ’den daha karizmatik olduğunu söyleyebiliriz.
CHP ve MHP kanadında, kazanlar kaynıyor…
Kemal KILIÇDAROĞLU ile Devlet BAHÇELİ, koltuklarını kaybedebilirler.
Gelinen nokta itibarı ile Muhalefet cephesinde, yakın bir gelecekte önemli değişimlerin yaşanacağı anlaşılmaktadır.,
7 HAZİRAN 2015 SEÇİMİ SONRASINDA BİR KOALİSYON HÜKÜMETİ NİYE KURULAMADI?
Bu sorunu şöyle özetlemek mümkün:
1-İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi AKP, 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan Milletvekili seçiminde;
Aldığı 40,8 oyla, tek başına iktidar olma şansını kaybetmişti ve bir Koalisyon Hükümeti kurma ihtimali belirmişti…
Ne var ki uygulamadaki örneklerle de sabit olan; AKP’nin fiiliyattaki Lideri konumundaki, şimdinin de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN;
Bir Koalisyon Hükümeti’nin kurulmasını istemediğinden dolayı;
45 Günlük süreyi;
Yeni Hükümeti kurmakla görevlendirdiği, kendi partisinin Genel Başkanı ve Başbakanı Ahmet DAVUTOĞLU vasıtasıyla doldurarak;
Hükümet kurulamıyor gerekçesiyle, Anayasamızın kendisine tanıdığı yetkiyi kullanmak suretiyle, erken seçim kararı aldı ve 1 Kasım’da malûm seçim yapıldı…
                Eğer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN 45 günlük süreyi;
CHP, MHP VE HDP’NİN Genel Başkanları arasında eşit olarak, paylaştırmış olsaydı; Muhtemelen bir Koalisyon Hükümeti kurulabilirdi…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’NIN 45 günlük süreyi, kendi Partisinin Genel Başkanı
Ahmet DAVUTOĞLU ile doldurması, muhalefet liderleri; Kemal KILIÇDAROĞLU, Devlet BAHÇELİ ve Selâhattin DEMİRTAŞ’a görev vermemesi;
Cumhurbaşkanının tarafsızlık ilkesine ve teamüllere aykırı bir uygulamadır.
Eğer Yüksek Seçim Kurulu;
Bu konuda Cumhurbaşkanı’nın Anayasa ihlâli yaptığını belirterek, yaşanan mağduriyeti
Önleseydi, belki bir koalisyon Hükümeti kurulur ve 1 Kasım 2015 erken seçimi de olmazdı…
Bu itibarla Yüksek Seçim Kurulu da, bu konuda görevini yapmamıştır…
2-Eğer Muhalefet Partileri CHP, MHP ve HDP’NİN Genel Başkanları, kendi aralarında anlaşıp; bir Koalisyon Hükümeti kurmaya hazır olduklarını açıklamış olsalardı;
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, Hükümeti kurma görevini, onlara vermek zorunda kalırdı.
Bu noktada Muhalefet Liderleri de, sınıfta kalmışlardır.
Bir Koalisyon kurma konusunda en fazla sorunu, MHP lideri Devlet BAHÇELİ çıkarmıştır.
CHP lideri Kemal KILIÇDAROĞLU, daha ilk başta Devlet BAHÇELİ’ye; istiyorsan, sen Başbakan ol demiştir. Ama Devlet BAHÇELİ, kabul etmemiştir
MHP; HDP için, PKK’ya destek veriyor gibi gerekçelerle, bir koalisyon kurmayacaklarını, her defasında söylüyordu…
Ama aynı Devlet BAHÇELİ, PKK’ya teröre destek veriyorlar gibi gerekçelerle, her defasında AKP’ye de çatıyordu ama Meclis Başkanı seçiminde, AKP’nin Adayı İsmet YILMAZ’IN seçilmesine vesile oldu…
Aslına bakarsanız AKP ve onun fiili lideri konumundaki Tayyip ERDOĞAN’ı zor anlarında hep; Devlet BAHÇELİ kurtarıyor…
Peki buna ne diyeceksiniz?
Diyelim ki kendi aralarında anlaşamadılar, ya da Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN, kendilerine engel çıkartıp, Hükümeti kurdurmadı…
Şimdi sorulması gereken soru şu:
Seçimden önce AKP Hükümeti ve özellikle de Recep Tayyip ERDOĞAN’A;
17 ve 25 Aralık 2013, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları için hesap soracaklarını söyleyip, duruyorlardı hep;
Peki hem bu gibi konularda, hem de seçim barajının % 10’un altına çekilmesi konusunda, niye bir kanun teklifi vermediler?...
Niye kaldır parmak, indir parmak yapıp ta, AKP’Yİ ve Tayyip ERDOĞAN’I, köşeye sıkıştıramadılar?
         ÇOĞU VATANDAŞIMIZIN AKP’Yİ DESTEKLEMESİNİN NEDENİ; ALDIĞI NSOSYAL YARDIMLARLA, EKONOMİK GÜÇLÜKLER.
Çoğu vatandaşımızın, kredi kartı borcu, ya da ev, araba gibi konularda borçlanmış olmalarının etkisi var. Dolayısıyla, bu gibi vatandaşlarımızda; eğer iktidar değişirse, borçlarını ödeyememe korkusu var,
Özellikle yandaş üst guruplara tanınan Devlet ihaleleri alma konusunda tanınan kolaylıklar var  gibi konularda ve değişik kesimlere, Halkımızın kültürüve genetik yapımızında elbette önemli Alınan Örneğin bu gibi ülkelerde, hatta Başkanlık sistemiyle yönetilen Amerika Birleşik Devletleri’nde bile kuvvetler ayrığı vardır. İktidarlar % kaç oyla gelmiş olurlarsa olsunlar; Yargı, Yürütme, Yasama, Basın hep bağımsızdır.
                Hükümeti idare edenler % şu kadar oy aldım diyerek; Anayasa,, Yargı, Milli Eğitim  gibi temel konularda, istedikleri gibi değişiklik yapamazlar. Devletin İdare şeklini, Rejimini değiştirmeye asla cesaret edemezler…
Bu gibi ülkelerde, özellikle Devletin dış politikalardaki temel hedefleri de; iktidarda kim olursa olsun, değişmez.
Bu itibarla Batı demokrasilerinde, seçimle iş başına gelen hükümetler;
Anayasa, mevcut Kanunlar ve teamüller çerçevesinde;
Halkın yaşantısını daha üst noktalara çıkarmaya, her alandaki sorunları çözmeye, sonuç itibarı ile Devleti her alanda yüceltmeye çalışırlar…
Eğer Batı demokrasilerinde Hükümetler, bunun tersi bir uygulama ortaya koyarlarsa; hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun, zaten halk buna müsaade etmez. En azından, ilk seçimde oylarını düşürerek, gereken cevabı verir.
                Hani Yağmur Yağdı; Yarıklar Kapandı diye bir Atasözü var ya; merak edenler, benim web siteme girsinler, daha önce yazdıklarıma bir göz atsınlar…
                Nihayetinde burada, AKP Hükümetinin 1 Kasım 2015 seçiminde, böylesi bir sonucu nasıl aldığını tahlil etmeye çalışıyoruz.
                AKP ‘nin 4. Defa seçimi nasıl kazandığına ışık tutabilmek açısından;
                Bizim insanımızla, Batılı bir seçmenin davranışı konusunda ilginç, birkaç örnek vermek istiyorum.
                Yıllardır Arkadaşım olan ve aynı apartmanda oturduğumuz bir Arkadaşım, seçim günü bana şöyle dedi:
                AKP’ye oy ver AKP’ye; Hastane yapacak, Hastane!...
Ya,sırf Hastane yapacak gibi bir gerekçe ile bir Partiye oy verilir mi?...
Hastane yapmak, Okul yapmak gibi şeyler, zaten Hükümetlerin görevi.
Hastane yapmak, okul yapmak…gibi şeyler yapmak,elbette iyi de; ben bunların, kaliteli yapılıp, yapılmadığına bakarım, kanun ve yönetmeliklere uygun yapılıp, yapılmadığına bakarım. Ucuza mı, pahalıya mı yapıldığına bakarım…
                İstanbul’da oturan ve Tayyip ERDOĞAN hayranı bir Yakınım da, yukarıda bahsettiğim yakın bir arkadaşımın söylediğine benzer bir örnek verdi ve dedi ki: önceki Hükümetler zamanında, SSK’ nın Hastanelerinde saatlerce ilaç kuyruğunda beklerdik, şimdi beklemiyoruz…
Tabi ki bunlar işin olumlu yönleri.O kadar olumsuz yönleri de var ki; yapılan bazı iyi şeyler; perde gerisinde kalan olumsuz şeylerin gölgesinde kalıyor…
                Örneğin, önceki Hükümetler zamanında; çalışanlar, ya da emekliler; ister SSK, ister Emekli Sandığına mensup olsunlar, hastanelerde kayıt parası, eczanelerde ilaç farkı gibi konularda para ödenmezdi.
                Peki Yeşil Kartlılar için, Bütçeden yeterince para ayrılmış olsa; pirimi ödenen, emekli, ya da çalışanlardan; sağlık kesintisi yapmaya gerek kalır mıydı?...

13 Ekim 2015 Salı

YÜRÜTÜLEN SEÇİM KAMPANYALARI HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME...

DIŞ POLİTİKADA YAŞANAN "ÇOK ÖNEMLİ" BAZI GELİŞMELER İLE
YÜRÜTÜLEN SEÇİM KAMPANYALARI HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME
Sevgili Okurlar bu gün Siyasi Partiler, özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi AKP’’nin ;
1 Kasım’da yapılacak olan Milletvekili seçiminden kazançlı çıkmaya odaklandıkları bir dönemde;
Piyasalarda çarşı, Pazar her yerde, kendini gösteren ekonomik bir durgunluk var.
Başta ABD Doları ve Euro’daki artışların; yaşamımızı her alanda olumsuz yönde etkilediği görülmektedir.
Bu gibi dışa bağımlılıktan kaynaklanan olumsuz gelişmelerin nedenini, her vesile söylüyoruz. Köylünün topraktan ve hayvancılıktan koparıldığı bir dönemde, üretimin ihmal edildiği, çoğu
Alan da; bazı tarım ürünlerinin ve canlı hayvan ithalatının da yapıldığı bir dönemde,
Yerli üretim ve sanayiinin ihmal edildiği bir dönemde, şimdikinden daha farklı bir sonuç,
elbet te beklenemez…
Dünyada ABD Dolarının artmadığı, hatta gerilediği halde, Türkiye’de değerinin artması;
Yukarıda verdiğim birkaç örnekten de anlaşılacağı üzere; Ekonominin, dolayısı ile Türkiye’nin
iyi idare edilemediğindendir. Bunun sorumlusu da; şu an Yönetimi elinde bulunduran AKP Hükümetinindir.
Her türlü yolsuzluğa bulaştığı iddia edilen AKP Hükümeti’nin,  kendini kurtarabilmek
amacı ile hayati bir seçim öncesinde;
 Halkımızı kandırıp, aldatmaya çalışması; onların açısından normal karşılanabilir. Ancak,
Muhalefet Partilerinin de;
Ülkemizin temel sorunlarında, plan ve proje üretemedikleri gibi,
AKP’ye set oluşturmadıkları, ya da oluşturamadıkları da anlaşılmıştır.
Bu noktada onlardan da; Türkiye’nin sorunlarına çare olacakları da beklenemez.
7 Haziran 2015 seçimi sonrasında gördük; CHP, MHP ve HDP’nin Genel Başkanları, kendi aralarında anlaşıp, bizler bir koalisyon Hükümeti kurmak istiyoruz diyemediler. 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının soruşturulması konusunda, 4 Bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi konusunda, Seçim Barajının aşağıya çekilmesi konusunda; ellerine geçen tarihi bir fırsatı değerlendiremediler…
Hep, birbirlerine laf yetiştirmekle uğraşıyorlar…
Onun için bu Muhalefet Liderleri ile Türkiye’nin sorunları çözülemez diyoruz.
Bu itibarla, Halkımızın bu seçimlere ilgisinin az olduğu da gözlenmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki, 1 Kasım’da yapılacak olan milletvekili seçiminden de; farlı bir sonuç çıkmayacak.
En son yapılan anketlere göre;  AKP’nin oylarının % 40’ın altına indiği görülmektedir. Gelişen iç ve dış olayların etkisi ile bu oran; daha da aşağılara inebilir…
                Dolayısı ile 1 Kasım seçiminin sonrasında da;
Hiçbir Partinin tek başına iktidar olamayacağı anlaşıldığından, ufukta; yine bir koalisyon Hükümeti seçeneği görülmektedir…
Böylesi bir durum; Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN’ın beklentilerine ve ihtiyaçlarına cevap
vermeyeceğinden;
Muhtemelen, 7 Haziran seçiminin sonrasında olduğu gibi, bir koalisyon Hükümetinin
 kurulması yine engellenecektir.
Belki de iş, kitabına uydurularak; AKP Yönetiminde, bir Azınlık Hükümetinin kurulmasının
 yolları aranacaktır
Ülkenin iç ve dış sorunları da artacağından, muhtemelen 2016’da;Türkiye yeniden
 bir erken seçime gitmek zorunda kalacaktır.
                Türkiye 1990’lardan itibaren, Emperyalist bir kuşatma altında olduğundan, günümüzdeki sorunların kaynağı da, buradan kaynaklanmaktadır…
Bu noktada Siyasi Liderlerin, bağımsız hareket ettikleri, ya da edebildikleri de söylenemez…
                Türkiye’nin silkinip, yeniden kendine gelmesi lazım…
Meclis dışında kalan, diğer Siyasi Parti Liderlerinin çoğu ile de, bir yere varılamayacağı görülmektedir.
Dolayısı ile yeni Liderlere ve yeni bir yol haritasına ihtiyaç vardır. Bu konuya ayrıca değineceğim…
Türkiye’de istikrar ve siyasi dengenin yeniden tesis edilebilmesi;
Merkez Sağ bir Partinin güçlenip, Meclis’e girmesi ile mümkün olacağı da anlaşılmıştır...
Sırtını yabancı bir devlete dayamak sureti ile Türkiye’nin hiçbir sorunun halledilemeyeceğini, herkesin görüp, anlamaları lazım.
En önemlisi de vatandaşlarımızın;
Siyasilerin, bol keseden vaatlerine, ya da, bazı Devletlere atıp, tutmalarına kanmamaları lâzım…
                Milletvekili Adayları, herhangi bir kişi olmamalı…
                Türkiye’nin bir sorununu çözebilecek derecede iyi eğitimli, tecrübeli ve donanımlı olmalı…
Sıradan mühendis olmak yetmez, sıradan doktor olmak yetmez, sıradan iktisatçı olmak yetmez!...
Bu gibiler; Türkiye’de şu konu da en iyi benim, diyebilmeliler…
Dolayısı ile de Halkımız, hangi Siyasi Partiden olursa olsun, kendisinden oy isteyenlere, öncelikle şunu sormalıdır:
Senin eğitimin ne, ilgi alanın ne, Türkiye’de hangi sorunu çözeceksin gibi sorular sorup, cevabını almalıdır.
Siyasi Parti Genel Başkanlarında da, bu gibi özelliklerin bulunmasının yanın da ayrıca;
Devlet İdaresinde de görev yapmış olması, önemli Makamlarda bulunması, yani Devletin İşleyişini bilmesi, tercih nedenidir.
Birde Siyasi Parti Genel Başkanlarının; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ve Onu kuranlarla, bir sorununun, bir takıntısının olmaması gerekir…
Halkımızın bu gibi konulara çok dikkat etmesi gerekir…
Bu gibi konulara, benim web sitemdeki makalelerde çok değindim. Ayrıca 7 Haziran 2015 Milletvekili Bildirgemde ve 2007’de AKSU TV’de ki konuşmamda da, bu gibi konular hep var…
Her vesile ile söylüyorum; ben bir Enerji uzmanıyım ve Türkiye’nin enerji sorunlarını çözmeye talibim.
Örnek olması bakımından, tarım, hayvancılık, eğitim gibi temel ve değişik bazı konularda ki, araştırmalarımı da, yakın bir gelecekte sizlere aktarmak istiyorum…
Eğer Biz;
Bölgemizde ve Dünyada oyun kurucu bir Devlet olmak istiyorsak;
Önümüze her konu da gelişmiş bir süper Devleti olma hedefi koymamız lazım. Amerika  Birleşik Devletleri, Almanya, İngiltere, Fransa, Japonya…gibi, hatta onlardan daha ileri de olan bir Devlet olmak gibi…
Peki bu gibi Devletler; Türkiye’nin kendileri gibi, hatta kendilerinden daha ileride olmasını isterler mi? Elbette istemezler…
Dolayısı ile süper bir dünya Devleti olmayı; ancak kendi imkânlarımızla yapabiliriz…
Bu konuda gelişmiş Batı ülkelerindeki sistem ve metotlardan, elbette yararlanacağız…Ama daha ilerisini, kendi çalışmalarımız ile, başaracağız…
Bazı vatandaşlarımız, özellikle de AKP’li bazı Siyasiler;
İstanbul Boğazı’nın altından geçip, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan Marmaray projesi ile gurur duyduklarını söylüyor ve bundan siyasi bir rant yaratmaya çalışıyorlar. Nihayetinde ben de Marmaray’dan geçtim. Güvenlik açısından, benim de bazı kuşkularım var… Ama vurgulamak istediğim husus şudur:
Örneğin ben;
Bir Türk, bir Müslüman ve bir Mühendis olarak;
Eğer kendimi bilgi, tecrübe ve donanım açısından, bir Japon, bir Alman, bir Amerikalı Mühendisten aşağıda olduğumu görürsem, bundan utanç duyarım.
Dolayısı tüm Vatandaşlarımızın ve tüm Siyasilerin de; meselelere bu açıdan bakmaları halinde; bütün sorunlar çözülebilir ve Türkiye bir dünya Devleti olabilir.
3.Üncü Boğaz Köprüsünü yapan bir Japon firmasının Mühendisi’nin, hiçbir ölüm ve yaralanma olayı olmamasına rağmen, kelepçelerin iyi sıkılmamasından kaynaklanan olayda; yaşanan olaydan, kendini sorumlu tutup, intihar etmesi;
Bizdeki tüm Siyasilere bir örnek olmalı…
Ben bu gün, geldiğimiz durumu bu şekilde özetledikten sonra, günümüzdeki gelişmelere, özet halinde ışık tutmak istiyorum.
ANKARA’DA TREN GARI’NDAKİ PATLAMADA ÖLENLERE, TANRI’DAN RAHMET DİLİYORUM…
                10 Ekim 2015 Cumartesi günü, Barış Mitingi için, Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen vatandaşlarımızın, Ankara Tren Garı’nda, bir canlı bombanın üzerindeki patlayıcıları patlatması neticesinde, 100’e yakın vatandaşımız hayatını kaybetmiş, çok sayıda vatandaşımızda yaralanmıştır.
Ölenlere Tanrı’dan rahmet diliyorum.
Bu Barış Mitinginin 1 Kasım Milletvekili seçimi öncesinde, HDP’nin, bir Seçim faaliyetleri arasında değerlendirmek lâzım.
Bu Barış Mitingine katılanların hepsinin Kürt ve HDP’li olduğu da söylenemez.
Malûmunuz olduğu üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri TSK’nın, PKK’ya karşı başlattığı mücadele sonunda; PKK’nın gerilemeye başladığı ve çok kayıplar verdiğini biliyoruz.
Bu noktada Kandil’deki PKK Yöneticilerinden Cemi BAYIK’ta ateşkese razı olduklarını beyan ediyordu.
Halkların Demokrasi Partisi HDP’nin, PKK’nın Meclis’teki uzantısı olduğunu da biliyoruz…
Bu Mitingte muhtemelen, zaman zaman devam eden Askeri operasyonların durdurulması istenecek ve AKP Hükümeti ile onun uygulamadaki fiili Lideri durumundaki Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN’da protesto edilecekti…
Şiddete baş vurulmadığı taktirde, Demokratik Hakların kullanılması açısından,bu gibi mitinglerin yapılmasında bir mahsur, bir kısıtlama olamazdı tabi ki…
Bu noktada şu hususu da hatırlatmamız lazım:
Nasıl ki, 7 Haziran Milletvekili seçiminde HDP seçim barajını aşıp, Meclis’e 80 Milletvekili ile girdi; bundan sonrasında, ilişkiler bozuldu, HDP’nin teröre destek veren bir siyasi parti olduğu belirtilerek hedefe oturtuldu…
Halbuki, 7 Haziran seçimine kadar, AKP  ile HDP Açılım-Saçılım ortaklığı içinde idiler. Oslo’da PKK Temsilcileri ile AKP Hükümeti arasında gizli görüşmelerin yapıldığı da, artık, herkes tarafından bilinmektedir…
Geçmişteki HDP, PKK ve AKP arasındaki işbirliği neticesinde;
PKK güçlenip, silahlanmış ve ortaklık bozulunca da; Türkiye’yi kan gölüne çevirmiştir…
Gelinen noktada, bu hususu da, göz önünde bulundurmak lazım…
Bu gibi konulara, daha önceki makalelerde de yer verildi. Bu itibarla burada, bu kadar açıklamayı, yeterli buluyorum.
11 Ekim Akşamı FOX TV’de yayınlanan bir haberi size aktarma isterim.
Patlama esnasında, orada bulunan katılımcılardan biri, canlı bombalardan biri ile göz göze gelmişler. Anlattıkları şöyle:
Canlı bomba, şüpheli hareketlerle dikkat çekiyormuş. Başında siyah sarık, sırtında cübbe, ayağında şalvar varmış ve sakallı imiş…
Buradaki tarif; canlı bombanın IŞİD militanı olduğunu çağrıştırıyordu. Nitekim Güvenlik kaynakları da, canlı bombanın; IŞİD militanı, bir terörist olduğu yönünde bir kanaat açıkladı.
Burada sorulması gereken soru şu:
Katılımcılardan biri, canlı bombayı görüp, şüpheleniyor da; .Peki, Milli İstihbarat Teşkilatı MIT, niye zamanın da tespit edemiyor, ya da diğer güvenlik birimlerinden biri;
Niye fark edip te, etkisiz hale getiremiyor?...
Diğer bir garip durum da şu:
Canlı Bomba üzerindeki patlayıcıları patlattıktan sonra;
Sağ kalanlar, ya da kaçabilecek durumda olan yaralılar, panik içinde kaçmaya çalışırken; polisler, niye biber gazı sıkıyorlar, Tomalardan ise, niye su sıkılıyor? Peki bu yapılanlara ne demeli?...
Böylesi bir durunda, yaralı olanlardan bazıları da;
Polisin düşmanca davranışı neticesinde, hayatını kaybetmiş olamaz mı?…
Sorulması gereken sorulardan bazıları da şunlar:
Gaziantep katliamı oldu, Suruç katliamı oldu, Reyhanlı katliamı oldu, Diyarbakır katliamı oldu ve daha bazı katliamlar…
Bu katliamı yapanlardan; hayatta kalanlar yakalanıp, gereği yapıldı mı, bu katliamların planlayıcıları tespit edilip, bir şeyler yapıldı mı?
Ya da, Polis Müdürlerinden, MİT’ten, ya da diğer üst düzey Bürokratlardan görevden alınanlar oldu mu? Ya da İçişleri Bakanı sorumluluk duyup, istifa etti mi?..
 Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU, Ankara’da Tren Garı’nda yaşanan bu son patlama ile ilgili olarak açıklama yaparken;
Başta Suruç Katliamı olmak üzere bazı katliamları yapanların ismini açıklarken;
Başta Suruç Katliamı olmak üzere çoğu militanın yakalanıp, Adalete teslim edildiğini açıkladı.
HDP Eş Başkanı Selahattin DEMİRTAŞ; bu açıklamalara binaen şu cevabı verdi:
 Suruç Katliamını ve daha başka katliamları yapanların, parçalanıp öldüklerine vurgu yaparak;
Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU’nun yalan söylediğine dikkat çekti ve istifa etmesi gerektiğini söyledi…
Öyle anlaşılıyor ki, AKP Hükümeti başta kaldığı sürece; kendi döneminde yaşanan bir çok olayın, arka planı maalesef anlaşılamayacak!...
7 Haziran seçimi sonrasında eğer, bir koalisyon Hükümeti kurulabilmiş olsaydı; belki bunların çoğu yaşanmazdı!
 Bu gün, 7 Haziran Milletvekili seçimi sonrasında oluşan Halk iradesi; gasp edilmiş durumda.
Ve AKP, tek başına İktidar olabilecek sayıda Milletvekili çıkaramadığı halde
 5 Aydan beri Türkiye’yi yönetmeye devam ediyor…
RUSYA’NIN; SURİYE’YE MÜDAHALESİ VE BEŞŞAR ESAD’IN YANINDA YER ALMASI BAĞLAMINDA; 
AKP’NİN DIŞ POLİTİKASI İFLAS ETMİŞTİR. BÖYLESİ BİR SONUÇ; GÖZARDI EDİLEMEZ.
Rusya, Suriye Lideri Beşşar ESAD’’ın talebi üzerine;
Suriye’yi muhalif güçlerden temizlemek maksadı ile Suriye’ye girmiştir.
Böylesi bir girişim; Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması açısından, doğru ve haklı bir girişimdir.
Aslında böylesi bir girişimi Beşşar ESAD, daha ilk başta da yapabilirdi. Ama buna; o günkü dünya koşulları nedeni ile belki Rusya yanaşmamıştır…
Ama zaman içerisinde; Amerika Birleşik Devletleri ABD’’nin, Irak’ın Kuzeyi’ndeki, Özerk Kürt Bölgesi’nin petrollerini, Akdeniz’e ulaştırabilmek açısından;
Suriye’nin Kuzeyi’nden bir koridor açmak niyetinde olduğu, tam olarak anlaşıldığından, zamanlama açısında, Rusya’nın müdahalesi; isabetli ve etkili olmuştur.
Malûmunuz olduğu üzere; Suriye’nin Kuzeyi ve Türkiye’nin Güneyi’nde
Suriye topraklarında Kantonların oluşması ve Akdeniz’e Bağlamak için, az bir mesafe kalmışken;
Rusya’nın Suriye topraklarında muhaliflere karşı, havadan müdahale etmesi; Amerika Birleşik Devletleri’nin Planını bozmuştur.
Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması;
Türkiye’nin de toprak bütünlüğünün korunması ile eş değerdedir. Bu bakımdan, Rusya’nın Suriye’deki Askeri müdahalesi; Türkiye’nin Güney sınırının korunması açısından da, faydalı olmuştur. Ancak;
                Rusya’nın böylesi bir fırsat ve Beşşar ESAD’ın talebi üzerine, Suriye topraklarına girmiş olması,;
Türkiye’nin gelecekteki âli menfaatleri açısından çok sakıncalıdır…
Zira Suriye; Rusya’nın çıkarları açısından da, son derece stratejik anlamda çok önemli olduğundan;
Bu vesile ile oraya iyice yerleşir ve bir daha da, oradan çıkmak istemez…
Zaten Rusya’nın; Suriye’nin Tartus Limanı’nda bir Deniz Üssü var. Bundan sonrasında, elbette yeni tavizler de koparacak.
Suriye’de Rusya’nın askeri açıdan, yeni tavizler koparması; ilerisi için, Türkiye’nin Güneyi’nde yeni bir tehdit unsuru olarak, karşımıza çıkabilir…
Diğer yanlışlıklardan bazıları ise şunlar:
1-Suriye, eski bir Osmanlı Toprağıdır. Bu vesile ile orada yaşayanlara karşı, tarihi
Bir sorumluluğumuz da vardır.
Bu itibarla onlara sahiplenip, ilişkilerimizi daha da kuvvetlendirmek varken;
Ayağımıza kurşun sıkarcasına onları, neden Amerika Birleşik Devletleri’nin kucağına atıyoruz, ya da, Rusya’nın müdahalesine bir zemin hazırlıyoruz?
2-Eski Başbakan, şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN;
Kolu kanadı kırılmış bir Suriye için; Angajman kuralları koyup, sınırımıza şu kadar mesafe
 yaklaşırsan, yada hava sahamızı ihlâl edersen vururum gibi sözler sarf edip; neticede Onların bir Helikopterini, hava sahamızı ihlâl ettin gerekçesi ile düşürülmesi hususu, hafızalarda iken;
Bu güne kadar Rus jetleri, kaç defa hava sahamızı ihlâl ettiler, bizim F-16 lar ile havada
 İt Dalaşı yaptılar.
Peki hava sahamızı defalarca ihlâl eden Rus uçaklarından biri niye düşürülme di?
İş sadece, protesto etmekle kaldı…
3- Bu güne kadar AKP’nin yürüttüğü Açım-Saçılım çalışmaları, PKK’nın silahlanıp güçlenmesi ve Türkiye’yi kana bulaması, Türkiye’nin Üniter yapısının bozulmaya çalışılması, sınırlarının korumasız hale getirilmesi, Başta 2,5 milyon Suriyelinin sınırlarımızdan rahatlıkla geçip, Türkiye’ye girmeleri;
            Ki bunların bir kısmının mülteci olduğu da söylenemez. Bu gibilerin; her türden, terörist guruplar olduğu da söylenmektedir...
Dolayısı ile AKP İktidara geldikten sonra, karşılaştığımız bu gibi olumsuz gelişmelerin;
Amerika Birleşik Devletleri yapımı, bir projenin uygulaması sonucunda, olduğu da;
Artık çoğu vatandaşımız tarafından bilinmektedir.        
Burada yanlış olan şey;
AKP Hükümeti’nin; ABD’’nin bu uygulamalarının yanında, niçin yer aldığıdır, böylesi bir projeye niçin destek verdiğidir…
Sonuç itibarı ile Ankara Tren Garı’nda yaşanan patlama olayında; 97 vatandaşımızın hayatını kaybetmesi, 246 vatandaşımızın da yaralanması neticesinde görülmüş ve anlaşılmıştır ki;
Bu gün Türkiye’nin geldiği, ya da getirildiği noktada, hiçbir kimsenin, mal ve can güvenliğinin olmadığı anlaşılmıştır.
Dolayısı ile 1 Kasım 2015’te yapılacak olan Milletvekili seçiminde de;
Seçim güvenliğinin sağlanacağı, seçmen listelerinin doğruluğu, ya da neticenin, gerçekleri yansıtacağı konusunda, çoğu vatandaşımızın, ciddi endişeleri var…
Saygılarımla.13 Ekim 2015 Salı
     Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ

22 Eylül 2015 Salı

ADALET PARTİSİ’NİN KURULUŞ DİLEKÇESİ İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NA VERİLDİ… MİLLETİMİZE HAYIRLI VE UĞURLU OLSUN

ADALET PARTİSİ’NİN KURULUŞ DİLEKÇESİ İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NA VERİLDİ… 
MİLLETİMİZE HAYIRLI VE UĞURLU OLSUN
                Sevgili Okurlar, 17 Eylül 2015 Perşembe günü saat 16.30’da, ADALLET PARTİSİ’nin kuruluş dilekçesi, İçişleri Bakanlığı’na teslim edildi.
                Gerekli formalite incelemeleri yapıldıktan sonra, Adalet Partisi kuruluş mazbatasını alacak ve Türk siyasi hayatında, gerekli yerini alacak.
                Genel Merkez Yetkilisinden alınan bilgiye göre; kontrol ve onay işleminin Kurban Bayramından sonraya kaldığı bilgisi alınmış olup;
Kuruluş mazbatası alındıktanan sonra Ankara’da Basınında davet edildiği bir etkinlik düzenlenecek…
Adalet Partisi’nin kuruluş dilekçesinde yer alan, Kurucu Üyelerinin sayısı;103.
Merkezde son yapılan kontrollerde, bazı üyelerin, evraklarında noksanlıklar olduğu için, sayıya dahil edilmedi.
Sadece 103 Kurucu Üye ile de, yeniden kulan Adalet Partisi’ne ilginin çok olduğunu, şimdiden söyleyebiliriz.
Kurucu Üyelerin % 10 kadarı, Prof. Dr. unvanını taşıyan Bilim Adamı. Diğer geri kalanın önemli bir kısmı; İş Adamı, ya da Siyasetçi
Adalet Partisi’ne yakın zamanda, tanınmış bazı siyasetçilerle, bazı Bilim Adamlarının da katılacağını düşünüyorum. Ve bu yeni oluşumun kısa zamanda, Türkiye için, yeni bir umut ve yeni bir heyecan kaynağı olacağına inanıyorum..
Muhtemelen Demokrat Parti ve diğer Merkez Sağ partilerden de katılımların olacağını düşünüyorum.
                Adalet Partisi laf üreten ve Halkımızı oyalayan değil; yeni plan ve projelerle, Halkımızın tüm sorunlarına çözüm getirmeye çalışan bir parti olacak ve zaman içerisinde bu hususu, herkes görüp, anlayacaktır.
Gerçi yeniden kurulan bu siyasi oluşum; 1 Kasım 2015 Milletvekili seçimine katılamıyor ama
Muhtemelen 2016, ya da biraz sonrasında yapılacak bir seçimde, mutlaka, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yerini alacaktır…
17 Eylül, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihinde, önemli ve hazin bir olayın, yıl dönümüdür.
17 Eylül 1960 tarihinde; Demokrat Parti iktidarının Başbakanı, Adnan MENDERES, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü ZORLU ve Maliye Bakanı Hasan POLATKAN;
                27 Mayıs 1960’da Askeri bir darbe ile Yönetime el koyanlar tarafından, Yassı Ada’da idam edilmişlerdir.
                Dolayısı ile bu tarih, Türk siyasi tarihinde olduğu kadar;
                Merkez Sağa gönül verenler için de, önemli bir günün yıl dönümüdür…
                Bu itibarla, böylesi bir günde, Merhum Adnan MENDERES, Fatin Rüştü ZORLU ve Hasan POLATKAN’ı rahmetle, minnetle anıyoruz.
                17 Eylül 2015’de aynı amblem ve aynı adla yeniden kurulan Adalet Partisi’nin;
                Türkiye’nin siyaseten geldiği noktada;
                Her konuda geriye gidişin, çöküşün, çürümüşlüğün yaşandığı bir dönemde,
                Türkiye’de bozulan Devlet düzeninin yeniden inşasında, huzur, güven ve istikrarın yeniden tesis edilmesinde;
Yeni bir umut, yeni bir başlangıç olmasını diliyorum.
Bu vesile ile geçmişte yaşanan hazin bir olayla ilgili olarak;
Günümüz siyasetçilerine de örnek olması açısından; şu gözlemlerimi aktarmak isterim.
BİZİM HALKIMIZ HER ŞEYE RAĞMEN, ASKERİ SEVER.
                27 Mayıs 1960 İhtilâlinin ayak seslerinin duyulmaya başladığı bir zamanda, Toplumda bazı çevrelerde rahatsızlığın baş gösterdiği bir dönemde, Adnan MENDERES’e yakın olan birileri; ona iyi niyetle ve nazikçe hatırlatma babından, bazı uyarılarda bulunuyorlar…
                Rahmetli Adnan MENDERES, uyarıya cevaben şöyle diyor:
                Eskişehir’de yaptığımız Mitingde gördünüz; 300 Bin kişi vardı.
                Bu söz aslında; kimse bana bir şey yapamaz, Halkım beni çok seviyor gibi anlamda kullanılmıştır.
                Netice itibarı ile 27 Mayıs 1960 ihtilâli yapıldığı zaman ki ben o zaman 14 yaşında bir gençtim;
                Yollara, meydanlara çıkıp ta, ihtilâli protesto edenleri, hiç görmedim.
                Aynı şekilde, 16 - 17 Eylül 1961’de Adnan MENDERES ve 2 Arkadaşının idam edildiğinin sonrasında da;
Dışarı çıkıp, kimsenin protesto ettiğini de görmedim.
Böylesi bir yaklaşım tarzından çıkan sonuç şudur:
Bizim Halkımız; bazı uygulamalarına karşı olsa da Askerimizi sever,
 Askerimizle çatışmak istemez…
Bizim Halkımız Askeri sever ama Onu siyasette görmek istemez, ona destek vermez.
Onu zor anlarda; Ülke güvenliğinin ve Cumhuriyet’in tehlikeye düştüğü zamanda, bir Sigortası olarak görür…
O zaman ki Demokrat Parti ile Adnan Menderes’i ve o zaman yaşananları; şimdinin Siyasetçileri ile asla mukayese edemeyiz…
Şimdi Türkiye’de siyaseten gelinen nokta itibarı ile
Umarım ki bir Askeri müdahale olmaz…
Demek istediğim husus, sonuç itibarı ile şu dur:
Bir Askeri müdahaleyi hiçbir zaman arzu etmeyiz ama
Siyasiler;
Her zaman işlerini düzgün yapıp; Askerin müdahalesine zemin hazırlamamak için, azami bir gayret içinde olmalıdırlar…
1 KASIM 2015 ERKEN SEÇİMİ ÖNCESİNDE;
 TÜRKİYE’NİN SİYASETEN GELDİĞİ NOKTANIN BİR ÖZETİ
1-      Türkiye’de seçim güvenliği var mı, seçmen listeleri doğru mu? 
Bu gibi sorunlar, 7 Haziran 2015 tarihinde de vardı. Şimdi de var.
Türkiye’nin her tarafında, özellikle Güney Doğu bölgemizde, yaşanan terör eylemleri dolayısıyla; seçim güvenliğinin olduğundan, ya da vatandaşlarımızın hür iradeleri ile oy kullandıkları söylenemez.
Sözde güvenlik nedeni ile özellikle Güneydoğu bölgemizde; taşımalı sistemle, ya da, güvenli bölgelerde oy kullandırmak suretiyle; en azından AKP’ye oy vermeyeceği belli olan bölgelerde, seçime katılım oranının düşük olmasının planlandığı, iddia edilmektedir.
Seçmen listeleri üzerinde de, büyük hilelerin yapıldığı söyleniyor…
Bu konuda basınımıza yansıyan ilginç bir örnek var.
18 Eylül 2015 Cuma TARAF Gazetesi’nin haberi:
7 Haziran 2015 seçiminde oy kullanan 650 Bin seçmeni, 1 Kasım 2015 seçimi öncesinde, listeden silmişler.
Böylesi bir hususun; mahalle Muhtarları aracılığı ile AKP’ye oy vermeyen seçmenlerin, bir şekilde tespit edilmesi ile başladığına vurgu yapılmaktadır.
Taraf Gazetesi’inde çok önemli bir haber daha var: HAZİNE’NİN MÜCAHİTLERİ
Hazine’de görevli uzmanlara cihat dersi veren Daire Başkanı H.E şöyle demiş:
AKP Hükümeti Allah yolunda savaş veriyor. Savaşta her şey, mubahtır diyerek, hukuksuz operasyonları savunmuş...
2-Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN’ın açıklamaları, çok manidar.
Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN bir televizyonda ki konuşmasında, Çözüm sürecinde PKK terör örgütünün; silah depoladığını belirterek, sürecin kötüye kullanıldığına vurgu yaptı.
Her defasında HDP’ye de çatarak; PKK terör örgütünü desteklediklerini söyledi.
11 Eylül 2015 Cuma Sözcü Gazetesi
SUÇ VAR, 
İTİRAF VAR, 
DELİL VAR; 
CEZA VEREN YOK!..
Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri TSK’nın PKK’ya operasyon taleplerinin çoğu, Valiler tarafından engellenmiş…
Peki mevcut durum bu ise; PKK’nın palazlanıp, Türkiye’yi kana bulamasında sorumlu kim?...
3-Rize Belediyesi ATATÜRK Heykelini kaldırıp, yerine Çay Bardağı figürü koymak istemiş…
Halkı bu gibi hassas konularla tahrik etmenin, ne gereği var?...
Bu gibi uygulamalara, birileri teşebbüs etse bile, Üst Makamlar tarafından engellenmesi lâzım…
22 Eylül 2015 Salı, posta Gazetesi: ŞU HALE BAK!..
Rize ‘nin AKP’li Belediye Başkanı Prof. Dr. Reşat KASAP, Cumhuriyet Meydanı’ndaki 35 yıllık Atatürk Anıtı’nı kaldırıp, yerine çay bardağı heykeli koydurmak için, proje hazırlatmıştı.
KASAP: Anıtın Meydana tekrar konulup, konulmaması konusunda; Referandum yaptıracağını söylemiş…
4- İstanbul-Edirne otoyolunda, Suriyelilerin göçü
                Sayıları 2,5 Milyonu bulduğu söylenen Suriyeli göçmenler, Türkiye’ye ilave bir yük ve sorun olmanın dışında, Avrupa’ya gidebilmenin umudu ile İstanbul’dan Edirne’ye vasıta ile gitmeleri engellendiğinden;
Bu defasında 240 Km’lik yolu, yaya olarak gitmeye karar vermişler.
Televizyonlarda, yolda, çorapla yürüyen küçük çocuklar gördük.
Sırtlarında yükle yol almaya çalışan insanlar gördük.
Edirne’ye vardıklarında da; sınıra ulaşmaları, askerler tarafından engellenmeye çalışılıyordu.
16 Eylül 2015 Çarşamba HÜRRİYET Gazetesi:
OTOYOLDA GÖÇ…
Suriyelilerin bir kısmının da, deniz yolu ile kaçak olarak, Ege’de ki Yunan adalarına gitmek isterken; şişme bot, kayık, ya da motorlarının batması, ya da Yunan sahil güvenlik birimleri tarafından batırılmaları sonucunda;
Neredeyse her gün ölüm haberleri almaya başladık.
Bu gibi şeyler, Suriyelilerin bize ek yük ve ek sorun yaratmış olmalarının dışında, yaşanan bir insanlık dramıdır…
Peki, Beşar ESAD’ı kim devirmeye çalıştı?
Hatırlayın; Zamanın Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, Beşar ESAD için;
1-2 Hafta içinde devrilecek anlamına gelen iddialarda bulunuyordu...
Hatta bir defasında şöyle dedi:
Şam’da ki Emevi Camisi’nde Cuma namazı kılacağız dedi…
Pe ki Türkiye’nin Güney sınırını kim açtı?
Onların Türkiye’ye büyük kitleler halinde gelmesine kim vesile oldu?
Ve en önemlisi de, yaşanan insanlık dramı neticesinde; Tüm Dünyaya rezil oluyoruz.
5-21 EYLÜL 2015, Pazartesi, SÖZCÜ Gazetesi
Tayyip, İsmet ve Ahmet seçim startını birlikte verdi!
Teröre karşı mitingde; AKP’ye oy istediler.
Birlik, beraberlik, bahanesiyle miting düzenleten devletin zirvesi,AKP’li seçmeni, İstanbul Yenikapı’ya topladı. Muhalefeti suçlayıp siyasi şov yaptı.
Burada sorulması gereken soru şu:
Eğer maksat, terör kınamak, terör karşısında dimdik durduğumuzu göstermekse;
Muhalefetten kimse, niye yok, ya da davet mi edilmediler?..
Yenikapı mitinginde Cumhurbaşkanı şöyle dedi:
Milli ve de yerli 550 Milletvekili göndermenizi istiyorum gibi.550 Milletvekili; Meclis’in tamamı
Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN, daha öncede AKP için; 400 Milletvekili istiyordu…
Anlaşılan odur ki; bu defasında; Milletvekilliklerinin tamamını istiyor…
Pe ki mevcut Anayasamızın Hükümlerine göre;
Cumhurbaşkanının tarafsız olması gerekmez mi?..
Bu konuda ettiği yemin yok mu?
Bir siyasi parti adına ağırlığını koyması, onun adına mitingler yapıp, 400 Milletvekili istemesi doğru bir şey mi?..
Aslında bu yapılan İstanbul-Yenikapı mitingi;
18 Eylül 2015 Cuma günü; Ankara-Sıhhiye meydanında, yine terör ve teröre destek verenleri kınamaya yönelik olarak 3 gün önce yapılan;
Ankara’da tüm siyasi partilerin, Sivil Toplum Örgütlerinin ve çok sayıda vatandaşımızın katıldığı
Ve sadece Türk Bayraklarının kullanıldığı mitinge; verilen bir cevaptı…
6-19 Eylül 2015 Cumartesi, CUMHURİYET:
AKP LİSTESİ SARAYDAN ONAY ALDI; GÖRÜLMÜŞTÜR
Davutoğlu, önceki gece saat 02’DE Bekir BOZDAĞ ilebirlikte, Saray’a gidip Milletvekili aday listesini, Cumhurbaşkanına sundu. Erdoğan 2 saat inceleyip, bazı değişiklikler yaptıktan sonra listeyi onayladı…
7-MEDYAYA YAPILAN BASKILAR.
8 Eylül 2015 Salı SÖZCÜ:
1’İ VEKİL200 AKP’li; Hürriyet’i bastı, Savcı işlem yapmadı.
                Bu gün Medya ve yazarlar büyük bir baskı altında…
                Baskı altında olanlar, sadece Hürriyetle de sınırlı değil. Cumhuriyet ve Sözcü…gibi  Gazeteler ile bunların Yazarlarının da baskı altında olduğu söylenebilir…Hâlbuki ülkelerin gelişmesinde, Medyanın özgürlüğü ve yazarların düşüncelerini özgürce ifade edebilmeleri çok önemli…
                Ve bu konuda Türkiye maalesef gelişmiş Batı devletleri ölçüsüne göre, maalesef çok gerilerde.
                8-SONUÇ:
                Türkiye’de güven ve istikrarın yeniden sağlanması;
Ancak, Hukuk, Adalet ve Anayasa hükümleri çerçevesinde;
                Devletin tüm Kurumlarının işler hale gelmesi ve kuvvetler ayrılığının yeniden tesisi ile mümkündür.
                Ancak bu saydıklarım dâhil, Türkiye’de terör faaliyetlerinin de sona erebilmesi ancak;
Bir İktidar değişikliği ile olabilir.
Ancak AKP İktidarı ve onun fiili Lideri konumundaki şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN;
Bir koalisyon Hükümetinin kurulmasına imkân sağladı mı?..
Muhalefet Liderleri de ellerine geçen fırsatı kullanamadı ve Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN’ın planlarını bozma noktasında; bir beceri gösterdiler mi, ya da gösterebildiler mi?...
Bu vesile bu nokta da, Türkiye’de bir muhalefet boşluğunun olduğu da ortaya çıkmış oldu.
1 Kasım 2015’de yapılacak olan Milletvekili seçimi sonuçlarında da, büyük bir ihtimalle, yine hiçbir partinin, tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu sağlayamayacağı da anlaşılmaktadır.
Türkiye’yi idare edenler ve etmek isteyenlerde;
Milletin tercihini dikkate almalı,
En azından Halkımız mantığını kullanarak, siyasilerin her söylediğine inanmamalı ve gereğini sandıkta yapmalıdır.
Zira AKP 13 yıldır, Türkiye’yi idare etmektedir. Devletin Ordusu, Kasası, bütün imkânları onun elinde idi. Suçu, sorumluluğu başkalarına atmak istemesi de, en azından inandırıcı olamaz…
Bu vesile ile Kurban Bayramınızı da, en içten duygularla kutlar, nice Bayramlara ulaşmanızı dilerim. Saygılarımla. 22 Eylül 2015 Salı
             Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ