19 Ağustos 2017 Cumartesi

"NİÇİN OLMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ.!?", Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ - Enerji Uzmanı – Gazeteci Yazar

NİÇİN OLMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ.!?
Sevgili Okurlar,
Başlığını okuduğunuz, Niçin Olmamız Gereken Yerde Değiliz adını taşıyan Makaleyi,
Ben Anayurt Gazetesi’nde yazarken;
26 Ağustos 2011 Cuma günü yayınlanmaya başlanmıştı.
Bu yazı, 8 bölüm halinde, Okurlara sunuldu.
Şimdi Siz burada tamamını görüyorsunuz.
Bu gün bu başlık altında, tamamlayıcı mahiyette, başka konulara da, yer vereceğim.
26 Ağustos 2011 Cuma- 19 Ağustos 2017 Cumartesi, aradan 6 yıla yakın bir süre geçmiş….
Biz hala benzer sorunları yaşıyoruz.
Bu kısa giriş bilgilerinden sonra, günümüzle de ilişkilendirerek, bir toparlama yapmak ve konuya biraz daha girmek istiyorum.
Babadan oğluna, anadan kızına aktarılan alışkanlıklarımız, genetik yapımız,
Yüzlerce, hatta binlerce yıl içerisinde oluşan, bir kültür yapımız var.
Milletçe çok iyi yönlerimiz, hasletlerimiz olduğu gibi, zayıf yönlerimiz de var.
Bu zayıf yönlerimizi, birden değiştirmekte, mümkün değil.
Umarım ki, bu gün sizlere sunacağım bilgiler;
Sizlerin aydınlanmasına,
Siyaseten içine düştüğümüz, ya da düşürüldüğümüz vahim durumdan kurtulmamıza, vesile olur.
Türk Milleti, binlerce yıllık tarihi boyunca;
Yönetenlere bağlı olarak, 16 büyük Devlet, ya da Dünya İmparatorluğu kurmuştur.
Ama gün gelmiş, bu büyük Devletler, ya da, Dünya İmparatorlukları, Yönetenlere bağlı olarak yıkılmışlar,
Ama Türk Milleti, hep var olmuş, yeniden toparlamasını bilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı’nın forsundaki 16 Yıldız,
16 Büyük Türk Devletlini, ya da Dünya İmparatorluğunu, sembolize etmektedir.
16. Yıldız, Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Bu Gün siyasal hesaplar uğruna,
Şaibeli Yeni Anayasa referandumu ile
Türkiye’de rejim değişmiştir…
Bu noktada Halkımızın bilgilendirilmesi, sonuç olarak ta, bilinçlendirilmesi açısından;
Bilim Adamlarına, Tarihçilere, Psikologlara, Sosyologlara, önemli görevler düşüyor.
Bizden önce kurulup, yıkılan 15 büyük Türk Devleti, ya da Dünya İmparatorluklarının, nasıl kurulduklarını ve nasıl yakıldıklarını, bilimsel olarak, ortaya koymalıdırlar
Bu yöndeki bilgi ve araştırmaların Halkımıza, en hızlı bir şekilde ulaştırılmasında,
Yazılı ve görsel basınımıza da, önemli görevler düşüyor…
Öncelikle Türkiye’nin Partisi olduklarını iddia edenlerin, Türkiye’nin gerçek anlamda kalkınmasını, yükselmesini isteyenlerin,
Bu gibi konularla, mutlaka ilgilenmeleri lâzım.
HALKIIMIZIN İRADESİNİ OLUMSUZ YÖNDE ETKİLEYEN FAKTÖRLER…KOLAY POLİTİKALARLA, BİR YERE VARILAMAZ, ÇALIŞMADAN, ÜRETMEDEN, HİÇBİR SORUN ÇÖZÜLEMEZ.
1)Yazılı ve görsel basının çok büyük bir kısmı yandaş, ya da, AKP’nin kontrolünde olduğundan;
Düşük Eğitimli, ya da Dindar vatandaşlarımızın büyük bir bölümü,
Algı operasyonunun da etkisi,
Cumhurbaşkanı ve AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın,
Amaca uygun siyasi söylemlerinin de etkisi İle
AKP’ye oy verdiği düşünülebilir.
2)Halkımızın, Gazete ve kitap okuma alışkanlığının düşük, % 5-6 kadar olduğu,
Çıkan Gazetelerin çoğunun da yandaş, ya da Hükümetin kontrolünde olduğu da göz önünde bulundurulursa,
Belli bir yaş üstü insanımızın, bilgisayar kullanımını ve internete erişimini bilmediğini de düşünürsek,
Bu gibi konulardan kaynaklanan büyük bir sorunun olduğu anlaşılıyor.
Bu gibi konularda yaşanan sorunların aşılmasında,
Muhalefet Partilerine, özelliklede Meclis’e girmek isteyenlere,
Önemli görevler düşüyor.
Bilgisayar kullanımı ve internete ulaşım konusunda, ücretsiz kurslar açmalıdırlar.
Bilgili ve tecrübeli gençlerimiz ve vatandaşlarımız da,
Bu gibi kurslarda, gönüllü olarak, hocalık yapmalıdırlar.
Bu gibi hususlara, daha önceleri de değinmiştim.Bu gün tekrar, değinme gereğini duyuyorum.
3)Ayni ve nakdi yardım alanların sayısı çok fazla.
Gerçek rakamın çok daha yüksek olduğunu söyleyenler olsa da,
Biz bu rakamı 18 Milyon olarak kabul edebiliriz…
Bu yardımlar, yardımı yapanların cebinden karşılanmasa da;
Bir Acı Kahvenin Kırk Yıl hatırı var, sözünden hareketle;
AKP’ye,
Oy olarak döndüğü söylenebilir.
4)Bu gibi yardımların, haksız kazanç olarak birilerine döndüğü iddiaları da var.
Örneğin, bedava dağıtılan ve üzerinde 25 kg yazılı kömür çuvallarının,
25 kg’dan daha az geldiği iddiaları, basınımıza yansıyan örnekler…
Bu yardımlar;
Bir Kartla ve bir limit harcama yetkisi ile
Parti farkı gözetmeksizin,
Gerçek ihtiyaç sahiplerine verilmelidir.
5)Bu konuda titiz davranılmadığından;
Çalışacak durumda olanlar, bir şekilde uyuşturulup tüketici haline gelirken,
Ekonomiye büyük bir yük oluşturuyorlar ama
AKP’ye bağımlı hale geliyorlar.
6)Diğer yandan köylü, çiftçi ve üreten kesim,
Hayvancılıktan, ziraatten ve üretimden soğutulup, koparılırken,
Ekonomi de, böylece geriye doğru gidiyor.
7)Devlet işlerinde;
İşe uygun bir kişi olmak,
İyi eğitimli, tecrübeli ve liyakat sahibi olmak aranmadığı ve de, gerekmediğinden,
Sadece İmam-Hatip mezunu, ya da, imam-Hatip kökenli olması yeterli oluyor
Bu yüzden, işsizlik konusu dahil, öğrencinin, öğretmenin, memurun, esnafın, işçinin, çalışan herkesin,  sanayicinin sorunları çözülemediği için,
Mevcut sorunlara, yenileri ekleniyor….
8)Kapanan işyerleri nedeniyle,
Yeni işsizler ordusu yaratılıyor.
9)AKP, yanlışta olsa, kafasına koyduğunu yapmakta kararlı olduğundan, örneğin;
HES, Hidro Elektrik Santrali yapmak adına, Köylünün itirazlarını dikkate almıyor, bu yüzden köylü isyan ediyor,
Sözde Termik Santral yapmak adına,bürük bir alanda, Köylünün zeytin ağaçlarını kesmekte ısrar ediyor,Köylüyü karşısına alıyor.,
Artvin-Cerat Tepe’de, Yandaş Müteahhit’e, maden sahası açması için, çok sayıda ağacın kesilmesine, izin veriyor, Köylüyü karşısına alıyor…
10)Halk ile bu gibi inatlaşmalar nedeniyle,
Toplumun yükselen tansiyonu nedeniyle,
Daha önceleri, AKP’ye oy veren kesim arasında da,
Her geçen gün, düşüş olduğu,
Ve düşüşün artacağı da anlaşılıyor…
11) Halkımızla zıtlaşmalar devam ettiğinden,
Bundan böyle, Türkiye’yi zor günlerin beklediği, söylenebilir.
MUHALEFET PARTİLERİNE DÜŞEN GÖREV…
Meclis içindeki ve Meclis dışındaki tüm Muhalefet Partilerine,
Ve özelliklede, Ana Muhalefet Partisi CHP’ye önemi görevler düşüyor.
Vatandaşlarımızın gelir düzeylerinin yükseltilmesi, alım gücünün artması ve ailecek huzurlu bir hayat sürebilmeleri için,
Ve netice itibarıyla, içinde bulunduğumuz kaos ortamından da, biran önce çıkabilmemiz için,
Öncelikle;
Tarım, Hayvancılık, Sanayi, Sağlık, Eğitim, işsizlik gibi temel sorunların, çözümünde, gelişmiş Batı devletlerinden de örneklerle, ciddi plan ve projeler hazırlamalıdır.
Bu plan ve projelerin hayata geçirilmesi için,
İlla da, iktidara gelmeyi beklemek gerekmez,
Öncelikle bunları Halkımıza anlatmak,
Faydalı olacağına inandırmak ve bir heyecan yaratabilmek çok önemli…
Örneğin, ben 2007’de,Demokrat Parti’den, Kahraman Maraş Milletvekili Adayı idim,
7 Haziran 2015’te Ankara 1.Bölgeden, Bağımsız Milletvekili Adayı idim.
Benim sitede yer alan, Televizyon konuşmalarına,
Yapmak istediğim plan ve projelere bir baksınlar.
Bunlar çok önemli, ipuçları…
Ve daha fazlası için, benim web siteme bir göz atsınlar…
Bu gibi faydalı şeyleri hayata geçirmek için, illâ iktidara gelmeyi beklemek gerekmez.
Halkın anlayacağı bir şekilde,
Yapacağı toplantılarda, Mitinglerde,
Yazılı ve görsel medya da, anlatmanın yollarını arasınlar,
Halkımızı inandırmaya ve onlarda bir heyecan yaratsınlar…
Rahmetli Turgut ÖZAL, bu konuda,iyi bir örnek.
Örneğin CHP’nin bu konuda, büyük bir avantajı var. HALK TV, CHP’nin kanalı…
KÖY ENSTİTÜLERİ VE KAYSERİ UÇAK FABRİKASI NEDEN KAPATILDI!?... BURADAN HERKESİN ÇIKARACAĞI DERSLER VAR…
23 Nisan 1923 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman;
Ülke harap ve bitap haldeydi,
Okuma yazma oranı, % 5-6 kadardı,
Yeteri kadar öğretmen yoktu.
Trahom, Verem gibi Bulaşıcı hastalıklar, kol geziyordu ama
Yeteri kadar Hastane, Doktor, hemşire gibi sağlık personeli yoktu,
Sanayimiz yoktu,
Halkımızın % 80’i köylerde yaşıyordu,
Kalkınmayı köylerden başlatmak ve ihtiyaç duyulan öğretmenleri yetiştirebilmek için;
1926 Yılında, o zaman Milli Eğitim Bakanı, Mustafa Necati zamanında,
Askerliğini Onbaşı ve Çavuş olarak yapmış olanlar, kurstan geçirilmeye başlanmış,
Eğitmen sıfatıyla, Köy okullarında, Öğretmen açığı kapatılmaya başlanmıştı.
Bundan sonraki süreçte, her defasında, bir adım öteye giderek;
Bu Eğitmenler, Köylüye ve öğrencilere, okuma-yazma öğretmenin dışında,
Demircilik, Duvarcılık ve Tarım gibi konularda da, yetişmişler,
Ve bilgi ve becerilerini, öğrencilere aktarmışlar, işçi gibi çalışarak, Köylüye de, örnek olmuşlardır.
ATATÜRK zamanında başlatılan bu gibi Eğitim faaliyetleri, bir adım daha öteye götürülerek,
1938 Yılında ATATÜRK’ün ölümünden sonra, Cumhurbaşkanı olan İsmet İNÖNÜ döneminde,
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL zamanında,
17 Nisan 1940’da KÖY ENSTİTÜLERİ kurulmuştur.
KÖY ENMSTİTÜLERİ, 27 Ocak 1954 tarihinde, Demokrat Parti döneminde, kapatılmıştır.
Şimdi bu kısa özetten sonra,
Böylesine faydalı Eğitim Kurumlarının niçin ve nasıl kapatıldıkları konusunda,
Bir şeyler söylemek istiyorum.
1926-1954 Yılları arasında,
Eğitmen Kurslarından başlayıp, Köy Enstitüleri ile devam eden süreçte,
Buralarda yetişen Eğitmenler, Öğretmenler ve öğrenciler sayesinde;
Ve doğru uygulanan tarım ve sanayi politikaları ile
Bütçe fazlalık vermeye başladı.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, her konuda isabet gören sözlerinden biri de şu idi:
İSTİKBAL GÖKLERDEDİR, HAVACILIĞA ÖNEM VERİLMELİDİR, DİREKTİFLERİ DOĞRULTUSUNDA;
16 Şubat1925 Yılında, Türk Tayyare Cemiyeti kuruldu.
Daha sonraki yıllarda, bu Cemiyetin adının, Türk Hava Kurumu olarak değiştirildiğini görüyoruz.
Aynı yıl içerisinde, kısa bir süre sonra, 15 Ağustos 1925’de;
Türk Tayyare Cemiyeti ile Alman JUNKER firması arasında, bir anlaşma ile
Türkiye’de, uçakların bakım ve onarımlarını yapmak,
Uçak motor ve uçak imal etmek üzere,
Tayyare ve Motor Fabrikası, Türk Anonim Şirketi, TOMTAŞ kuruluyor,
O zaman TOMTAŞ’ın Yönetim Kurulu Başkanı, Konya Milletvekili Refik Bey, Milli Savunma Bakanı Recep Bey idi.
Bu tarihte Kayseri’de henüz elektrik bile yokken…
Alman Hükümeti de, bu projeye çok önem veriyordu…
Uçak fabrikası, Kayseri de kurulacak,
Uçakların bakımı, Eskişehir’de kurulacak bir Atölyede yapılacaktı.
Fabrika 6 Ekim 1926’da imalat yapacak duruma geldi ve açılışı yapıldı.
Bu fabrikada 250 Uçak yapılması planlanıyordu ama JUNKER A-20 uçaklarından ancak, 15 adet imal edilebildi…
Başlangıçta, Türk Ordusu’nun envanterinde bulunan JUNKER A-20 ve diğer uçakların bakım ve revizyonları yapıldı.
JUNKER firması, diğer uçak imalatı yapan firmaların da, olumsuz yöndeki çabaları ve ekonomik nedenlerden dolayı,
Ayrıca bu şirket, siyasi tartışmalara da açık olduğundan,
Sorunlar yaşanmaya başladı…
27 Ekim 1928’de TOMTAŞ iflas etti,
3 Mayıs 1929’da Almanlar, tüm hisselerini, Türk Tayyare Cemiyeti’ne devretti.
JUNKER ile yapılan anlaşma, 30 Ocak 1930’da iptal edildi.
Mahkeme JUNKERS firmasına, tazminat ödenmesine hükmetti.
Daha sonra, Türk Tayyare Cemiyeti, Kayseri Uçak Fabrikası’nı;
1931’de,Milli Savunma Bakanlığı’na devretti.
Fabrika yeniden çalışmaya başladı.
Milli Savunma Bakanlığı;
ABD firması CURTİS WEİGH ile lisans anlaşması yaparak, uçak üretmeye devam etti
Bu fabrikada;
1926 -1939 Yılları arasında;
3 Ayrı modelde,50 adet TÜRK KUŞU adını taşıyan planör imal edildi.,
1936’da,Alman Gothaer Waghon Fabrik AG lisans anlaşması yapıldı,
1937’den itibaren, Alman Gotha uçaklarından 45 adet,
1937’de Polonya şirketi ile yapılan anlaşma gereği;
20 Adet PZL-24 A ve 24-C uçakları ile.
112 Adet, İngiliz Millers Magişster uçağı imal edilmiştir.
JUNKER firmasının imal ettiği,15 adet A-20 uçaklarını da dahil edersek;
Toplamda, Kayseri uçak Fabrikasında, 200’e yakın uçak imal edilmiştir
1038’de Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ölümünden sonra,
Kayseri Uçak Fabrikası, Dünyada uçak imal eden uçak fabrikalarıyla, rekabet edebilecek seviyeye gelmiş, Hollanda’dan bile sipariş almıştır.
ATATÜRK’ün ölümünden önce, imal edilen uçaklardan biri,
ATATÜRK’ün emri ile
İran’a hediye edilmiştir.
Neticede. değişik adlar altında, hizmete devam eden Kayseri uçak fabrikası,1952’de,
Ankara ATATÜRK Orman Çifliği’nde kurulan Uçak Motoru Fabrikası, 1954’te,
Demokrat Parti döneminde,sipariş almayı durdurdu ama
Daha öce yapmayı taahhüt ettiği imalatları yapmak için,
Üretim 1956 yılına kadar devam etti.
Bu Tesisler 1962’ye kadar, MKE’nin elinde kaldı ama
1957’de,ABD ile yapılan gizli bir Anlaşma ile
Havacılık konusu ve uçak imalatı, tamamen, gündemden çıktı…
1939’dan sonrasında yaşanan sorunları, Halkımıza çok iyi anlatmamız lazım.
KÖY ENSTİTÜLERİ’nin de 1950’’de kapandıklarına vurgu yapmıştık.
Bunlar, tesadüfi şeyler değil. Nedeni kısaca şöyle;
ATATÜR’’ün öldüğü 1938’de,
Yaklaşan, 2.Dünya savaşının ayak seslerinin duyulmaya başlanması,
1944’de,Sovyetler Birliği Lideri STALİN’in Türkiye’yi tehdit edip,
Bizden Kars, Ardahan ve Artvin’i istemesi,
Boğazlarda bir Üs talebi;
Türkiye’yi Sovyetler Birliği’nin tehditlerinden korumak için,
Bizlerin Amerika’ya yaklaşmasına ve NATO’ya girmemize vesile oldu.
Türkiye gerekli önlemi aldı ama
Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün uyguladığı akılcı ve gerçekçi bir dış politika nedeniyle
Türkiye 2.Dünya Savaşına katılmadı ve böylece, Toprak Bütünlüğümüzü de koruduk ama
NATO’ya katılmamız ve Amerika’nın talepleri doğrultusunda,
Onların bizlere yazdığı reçeteyi uygulamak zorunda kaldık.
1 Nisan 1939’da Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ile bir İmtiyaz anlaşması imzaladı.
TRUMAN Doktrini gereğince;
5 Yıllık Kalkınma planlarından vazgeçtik,
Köy Enstitüleri’ni kapatma kararı aldık,
Uçak fabrikasını kapatma kararı aldık,
Çok Partili döneme geçmeyi, taahhüt ettik,
1950 Seçimlerinde, Demokrat Parti iktidara geldi,
NATO’ya girmemizi çabuklaştırmak için, Kore’ye Asker gönderdik.,
Amerika’ya borçlandık,
Tarım ürünleri ithal etmeye başladık…
Bir İktidar değişimi ile
Cemaatler türemeye ve Kur-an kursları açılmaya başladı…
Amerika Türkiye’nin sanayileşmesini istemiyordu.
İhtiyaç duyulan 300 Milyon Dolar’ı Türkiye’ye vermek istemeyince,
O zaman Başbakan olan Adnan MENDERES, Rusya’ya yöneldi….
Amerika’nın bir etkisi ve yönlendirmesinin olup-olmadığını, tam bilemiyoruz ama
Demokrat Parti Hükümeti, Cumhurbaşkanı Celal BAYAR, Başbakan Adnan MENDERES,
27 Mayıs 1960’da Askeri bir Darbe ile görevden uzaklaştırıldı,
Yassı Ada Mahkemeleri kuruldu, yargılamalar neticesinde,
Yüreğimizi sızlatan mahkûmiyet kararlar alındı…
Yaşı ilerlediği için, Cumhurbaşkanı Celal Bayar,
İdam edilmekten kurtuldu ama
Başbakan Adnan MENDERES,
Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü ZORLU,
Maliye Bakanı, Hasan POLATKAN, idam edildiler.
Bütün zorluklara ve dayatmalara karşın,
Bir şeyler yapmaya çalışan Devlet Adamlarımızı, minnetle, rahmetle anıyoruz.
Şimdi tekrar 1939 yılına dönelim,
1 Nisan 1939’da, ABD ile bir imtiyaz anlaşması imzaladıktan sonra,
Uçak üretimi, Türk Hava Kuvvetlerine verildi.
Türk Hava Kurumu’nun geliştirdiği, Model 3, ya da Mehmetçik, jet motorlu Eğitim Uçağından, 6 adet imal edilmek istendi ama
ABD’nin LOCKHED firması, benzer uçaklardan, T-33 model, jet motorlu Eğitim Uçaklarını, bedelsiz olarak, Türk Hava Kuvvetleri’ne verdi.
Bunun üzerine, Türk Hava Kuvvetleri,
Yerli imalat siparişini, iptal etti.
1947’’de MARSHALL yardımı çerçevesinde, bol miktarda, Askeri malzeme ve Savaş uçağı, bedelsiz olarak verilmeye başlandığından,
Kayseri uçak fabrikası, iflasın eşiğine geldi….
1952’de Makine Kimya Endüstri Kurumu MKE’ye devredildi.
Böylesi bir devir sorasında, yeni bir şipariş alımadı ama,
Daha önce siparş edilenleri, yapmak üzere, üretime devam edldi.
Bu Tesisler, 1962 yılına kadar, MKE’nin elinde kaldı ama
1957’de, ABD ile yapılan gizli bir anlaşma sonucunda,
Kayseri Uçak Fabrikası ve Yan Kuruluşlarında,
Havacılık ve Uçak imalatı konusu, tamamen kapanmış oldu.
Uçak Fabrikası Tesisleri,, şu an,Hava Kuvvetleri Komutanlığı,Hava İkmal ve Lojistik Komutanlığı’nda, uçak bakım ve onarım hizmetlerinde kullanılmaktadır.
NURİ DEMİRAĞ’IN HAVACILIK FAALİYETLERİ VE UÇAK İMALATI GİRİŞİMİ…
Özel bir girişimci de olan, Nuri DEMİRAĞ,
Türkiye’nin ilk Uçak Mühendisidir.
Nuri DEMİRAĞ’ın İstanbul – Yeşilköy’de, şimdi ki Atatürk Hava Alanı’nın olduğu yerde,
Bir GÖK Okulu vardı.
İstanbul-Beşiktaş’ta bir Tasarım ve Uçak Prototip Atölyesi vardı.
Sivas-Divriği’de Uçak fabrikası ve Havacık Okulu vardı.
TÜRK Hava Kurumu THK’ya, 65 adet Planör,
10 Adet Eğitim uçağı yapıp, teslim etti.
Kendi geliştirdiği NUD-36 Eğitim uçaklarından, 24 adet imal etti.
Almanlar ile NUD-38 model uçak geliştirdi ama
Şartnameye uymadığı gibi gerekçelerle, reddedildi.
Bilirkişi, bu uçaklar hakkında olumlu yönde bir görüş ortaya koydu ama,
Her nasılsa, Mahkeme heyeti, olumsuz yönde bir karar verdi….
Böylece 2.Dünya Savaşı öncesinde, uçak yedek parçaları da imal eden fabrika,
Yeni uçak siparişi alamadığı için, ekonomik nedenlerden dolayı,
Kapanmak zorunda kaldı….
Bu gelişmeler, 1 Nisan 1939’da ABD ilE Türkiye arasında imzalanan, imtiyaz alaşması ve TRUMAN  Doktrini gereği,
Köy Enstitüleri’nin ve Yerli uçak yapımından vazgeçilmesinin istendiği bir zamana rastlıyor….
Bu dönemde,
MARŞAL Yardımı çerçevesinde ve daha öncesinde,
Türkiye’ye bedelsiz olarak, Askeri Malzeme ve uçak verilmeye başlanmıştı…
Nuri DEMİRAĞ’a da, destek olunmamasının asıl nedeni bu.
2. Dünya SAVAŞI ÖNCESİNDE, Sovyet tehdidi altında olduğumuzdan,
ABD’ye bazı tavizler vermek zorunda kaldığımızı anlıyorum da,
Özel kesim olarak,
Nuri DEMİRAĞ’ın bir şekilde desteklenmesi,
Havacılık ve Yerli uçak imalatı çalışmalarının, devamı sağlanmalı idi…
Her vesile vurgulamaya çalışıyorum;
Türk Milleti olarak, zaman zaman güzel ve faydalı şeyler yapıyoruz ama
Bizde süreklilik yok.
Bence İran, bu gibi konularda çok başarılı…
İran’ı kim idare ederse etsin,
Milli menfaatlerini koruma konusunda,
Kararlı ve çok ustaca davranıyorlar.
Herkes gereğini ve görevini iyi yapıyor.
Örneğin nükleer program vesilesi ile
Başta ABD ve diğer Batı ülkeleri ambargo uyguladı ama
Sonunda en az hasarla, bu işin altından da kalktılar,
Bir şekilde İran, nükleer programını geliştirmeye devam ediyor.
Havacılık ve Yerli uçak yapımı girişimleri vesilesi ile
Bu gün başta Kayseri ve İstanbul olmak üzere,
Teknik personelin yetişmesinde ve Sanayimizin, bu gün küçümsenemeyecek seviyesine gelmesinde,
Önemli katkıları olduğunu, söyleyebiliriz….
KÖY ENSTİTÜLERİ VE YERLİ UÇAK YAPIMI KONUSU, GENİŞ OLARAK TARTIŞILMALI, VE DAHA MÜKEMMEL OLARAK, YENİDEN İHYA EDİLMELİDİR…
Bu gün içine düştüğümüz zor durumdan kurtulmak için,
1938’den itibaren, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ölümü ile kesintiye uğrayan, gerçek anlamdaki kalkınma faaliyetlerine,
Kaldığımız yerden devam etmek için,
Köy Enstitüleri’ni daha gelişmiş şekliyle, yeniden kurmamız,
En iyisi olmak üzere, kendi uçağımızı ve kendi ileri teknolojimizi de kurmak için,
Gerekli girişimlere yeniden başlamamız lazım…
KISSADAN HİSSE İLE DERS ALINACAK KONULAR
O zaman Cumhurbaşkanı olan, İsmet İNÖNÜ’nün;
Şu sözleri çok önemli, çok anlamlı:
Büyük Devletlerle, ittifak yapmak;
Ayı ile yatağa girmek gibidir.
Buna şu sözleri de, ilave etmek lazım:
Rusya’yla, elbette iyi geçinmeye çalışacağız,
Ticari ilişkilerimizi de, geliştireceğiz ama
Tedbiri elden bırakmamak açısından;
Bağımlılık yaratacak, anlaşmalardan da, uzak duracağız.
Mesafeli olmak, en doğru bir yaklaşım…
Beşar ESAD’ı devirmek ve Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılmak gibi saplantılar ve yanlış Suriye politikası yüzünden;
Beşar ESAD’ı, Ülkesini korumak adına, Rusya’nın kucağına attık.
Rusya, Suriye’ye iyice yerleşti ve yeni kazanımlar elde etti,
Bundan sonrasında;
Rusya’yı, Suriye’den kimse çıkaramaz….
KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN KAPAMA NEDENLERİNDEN BİRİ DE; İRTİCAİ FAALİYETLERDİR.
Günümüz sorunlarına, ışık tutmak için,
Bu konuda da, bir şeyler söylemek istiyorum.
O dönemde Kars Milletvekili de olan, Köy Ağası Kinyas KARTAL şöyle diyor.:
Köyde en eğitimli olan benim.
Köy Enstitüleri’nin kurulması sonucunda,
Köylünün okuma-yazma öğrenmesi,
Köylü çocukların okuyup, meslek sahibi olmaları, kültür seviyelerinin yükselmesi gibi nedenlerle
Artık, Köy Ağalarının eski etkinlik ve saygılıklarının kalmadığına işaret ediyor.
Benzer durum ve sorun;
Bazı Köy İmamları, Şeyhler ve Hocalar içinde söz konusu….
Sonunda, Köy Enstitülerinde;
Kız ve erkek öğrencilerin, bir arada ders görmeleri,
Sanatsal faaliyetlere de yönlemeleri gibi sebeplerden dolayı,
Din Elden gidiyor,
Çocuklarımız, Dinsizleştiriliyor gibi söylemlerle,
Halk kışkırtılmaya çalışılıyor,
Ve taraftar da bulan, aşırı Dinci guruplar,
Köy Enstitülerini basıyorlar,
Kütüphanelerdeki kitapları, yırtıyorlar, yakıyorlar…
Sonuçta özgürlük adına,
Onları memnun etmek, oylarını da almak adına olsa gerek,
Yeni iktidar olan Demokrat Parti, iyi niyetle de olmalı ki,
Onların siyasetini, benimsemese de
Hocalarla, Şeyhlerle, zıtlaşmak istemiyor,
Zaten Amerika’nın talepleri ile kolu, kanadı kırılan, Köy Enstitülerini,
Tamamen kapatıyor.
Haksızlık etmemek açısından, burada, bir hususa daha, dikkat çekmek istiyorum.
Başta Demokrat Parti ve diğer Merkez Sağ yönetimler;
Din eksenli gruplarla bağlarını gevsek tutmuşlardır ama,
Kimsenin Dinine, imanına,inancına karışmadan,
Kimseyi birbiriyle takıştırıp, tokuşturmadan,
Büyük bir kısmı doğrudan, küçük bir kısmı da,koalisyonlar olmak üzere,
Türkiye’yi 50 yıla yakın bir süre, idare etmişlerdir.
Bu gün Türkiye’de huzur ve güvenin, yeniden tesis edilmesinde,
Merkez Sağ bir Partinin öne çıkması lazım.
Bunun da şimdi, ADALET PARTİSİ olduğu anlaşılıyor…
YENİDEN TOPARLANMAK VE HAMLE YAPMAK İÇİN;
ALMANLAR, ÖRNEK ALINABİLİR.
Burada öncelikle Alman mallarının niye tercih edildiği,
İklim ve coğrafyanın da el verdiği ölçüde;
Tarım, hayvancılık, sanayi, eğitim, sağlık gibi her konuda, bir Dünya devi olmalarının nedeni,
Alman Halkının her işin en iyisini, en doğrusunu yapmak arzusundan kaynaklanmaktadır
Bir örnek olması açısından;
Almanya’daki Meslek okulları konusunda, bir şeyler söylemek istiyorum.
Almanya’da her Mesleğin bir okulu var.
Bir Kasabın, bir Ayakkabı tamircisinin, bir Elektrikçinin,
Mesleki faaliyete başlayabilmesi için, uygulamalı bir eğitimden geçmesi ve yeterlilik belgesi alması lazım.
Sözde bizdeki gibi, Derneklerden alınan belgeler yeterli olmuyor.
Ben bu gibi konularda da, kafa yoruyorum.
Türkiye’de işsizliğin nedenlerinden ve sanayinin sorunlarından biri de,
Uluslar arası standartlarda, yetişmiş ve yeteri kadar vasıflı ara eleman olmayışındandır.
Bir yerden başlamak adına;
Benim Meslek Okulları için, düşüncem ve önerim şudur:
Örneğin, Pide, kebap, Berber, Kuaför, Kaynakçı, elektrikçi gibi bütün dallarda,
Her sanat dalı için,
Bir sanat erbabının bilmesi gereken konularda,
Uzman kişiler tarafından, standartlar hazırlanır,
Jüri üyeleri tespit edilir,
Sonrasında, örneğin Ankara’dan, İstanbul’dan başlanır,
Her meslek dalında yılın en iyi sanat erbabı, yarışması yapılır.
Yarışmayı kazanan ustalara, cazip para ikramiyeleri verildiği gibi,
Açılacak Meslek Okullarında, öğretmenlik yapması da sağlanır.
Yani Meslek Okullarında , pratik ve uygulama Hocası olmanın ilk şartı ve tercih nedeni,
Kendi dalında, yarışma kazanmış olmak
Böylesi bir başlangıç,
Toplumda bir heyecan yaratmak açısından, çok yararlı olur.
Örneğin, ben biliyorum ki, Adana Kebabı’nın standardı çıkartıldı.
Etin kalitesi, şöyle olacak,
Palayla ufalanacak, iri kıyma haline getirilecek, şişin şekli ve nasıl pişirileceği,nasıl servis edileceği gibi, bütün detaylar ortaya konulacak….
Ben Akçaabat köftenin de standardının çıkarıldığını biliyorum.
Örneğin kıymalı pide, ya da, lahmacun.
Bunların da, tanınmış bazı yörelere göre, çeşitleri ve farklılıkları vardır.
Standardı çıkartılıp, tespit edilmeyenlerin, standartları hazırlanacak…
Örneğin sizler, Adana kebabı yemek için, bir kebapçıya girdiğinizde,
Öncelikle, o kebapçının, Adana kebabı için, eğüitim belgesinin olup, olmadığına bakarsınız…
Kalite böyle yükselir,
Dünya standartları, böyle yakalanır.
Almanya’da bir Pansiyonda da, kalsanız, bir otelde de kalsanız;
Kahvaltıda, benzer şeyler vardır.
Bunların miktarı, sayısı, alınması gerekli kalori, vs, hep tespit edilmiş…
Bir poğçanın, bir simitin de, hep standardı var.
Kimse, ne kalitesinden feragat edebilir, ne de gramajından çalabilir.
Almanya’da her işin temeli Eğitimdir, kalitedir
Almanya’yı görenler,
Orada çalışan vatandaşlarımız,
Orada Okuyanlar,
Orada işlerin nasıl tıkır tıkır yürüdüğünü bilir.
Özellikle ben, Almanları iyi tanırım.
Almanya’da her şey, bir düzen bir intizam içinde,
Herkes sorumluluğunu, görevini, uyması gereken kuralları bilir.
Niye biz, bunları görmek, uygulamak istemiyoruz?...
AVRUPA ÜLKELERİ İLE ÖZELLİKLE, ALMANLARLA İYİ GEÇİNMEMİZ LÂZIM
Almanya, İngiltere, Fransa, Hollanda, Avusturya, İsviçre, İsveç, Lüksenbug, Danimarka gibi ülkelerde,
5 Milyon kadar vatandaşımız yaşıyor.
İhracat ve ithalatımızın da büyük bir kısmını, bu ülkelerle yapıyoruz.
Avrupa Birliği AB’ye girmek için, yıllarca bekledik.
AKP döneminde, sadece müzakerelere başlayabilmek, tarih alabilmek için,
Büyük tavizler verdik.
Ankara-Kızılay meydanın da, bayram yapar gibi, kutlama yaptık.
AKP, kendi iktidarını sağlama almış olmalı ki;
Son zamanlarda ve günümüzde, muhalif Gazeteleri, Gazetecileri, Yazarları, baskı altına almaya,
Yargılamadan tutuklamaya başladı.
Tutuklanan Gazeteciler ve İnsan Hakları Savunucuları arasında, Alman uyruklu olanlarda var. Aynı şekilde Muhalif Öğretim üyelerini ve Muhalif sendika ve Sendikacılar üzerinde de, baskı oluşturmaya,
Ya da tutuklamaya başladı.
Milletvekillerini de, yargılamadan, hapse atmaya başladı.
En sonunda da, CHP İstanbul Milletvekili Enis BERBEROĞLU….
M15 Temmuz 2015’te, başarısız darbe girişiminden bu yana,bir yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen,
Hala Olağan Üstü Hal uygulaması, kalkmış değil.
FETÖ bahanesi ile 100 Bin’in üzerinde kişi, işinden olmuş,ya da hapse atılmış.
Suça gerçekten iştirak etmiş olanlar için, bir diyeceğimiz yok ama
FETÖ bahanesiyle, muhalif kişilerin, sol görüşlü diye tabir edilen kişilerin de,
İşinden olduğu, içeri atıldığı iddiaları var.
Avrupa Ülkelerinin, zaman zaman bize karşı, hasmane tutumları olmuştur ama
İnsan hakları, Hukukun üstünlüğü, Basın özgürlüğü gibi konular;
Avrupa Birliği Ülkeleri ve Avrupa Parlamentosu için,
Olmazsa, olmazlardandır,
Vazgeçilmez hususlardandır….
Bu gibi konularda, yapılan uyarılara;
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN,
Bu uyarıları yapanlara, örneğin Avrupa Birliği Parlamentosu Başkanı Marten SCHULZ’a,
Sen kimsin yaa, terbiyesiz gibi ağır ve aşağılayıcı ifadeler kullandı.
Eğer işler böyle devam ederse, AB umudu tamamen biter,
Görüşmeleri askıya alırız gibi uyarılara karşın, verilen cevap;
Geç bile kaldınız gibi ağır ifadeler, meydan okumalar…
Netice AB, Türkiye ile müzakere çalışmalarını, dondurdu.
Yeni Anayasa referandumu öncesinde,
Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın oylarını alabilmek için,
Bazı AKP’li Milletvekili ve Bakanların, lobi çalışması yapma girişimlerine,
Başta Almanya, Hollanda, Avusturya, müsaade etmedi.
Hatta Hollanda, Dış İşleri Bakanı Mevlüt ÇAVUŞOĞLU’nun uçağının, Hollanda’ya inmesine, müsaade etmeyeceğini açıkladı.
Almanya, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bir toplantı için gideceği, Hamburg’ta, Miting yapmasına, müsaade etmeyeceğini açıkladı.
Her defasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN,
Avrupa’ya fırça atmaya, onlara insanlık ve demokrasi dersi vermeye çalıştı.
Onları Nazi olmakla suçladı…
Biraz yumuşak lisan kullanılsa, uyarılara biraz kulak verip, gereği yapılsa,
Avrupa ile de, kanlı bıçaklı olmazdık!...
Neticede bu gibi gergin ortamdan,
Türkiye olarak, büyük bir zarar görüyoruz, dışlanıyoruz.
Almanya Avrupa’nın sanayi ve ekonomik anlamda lideri…
Bu nedenle Almanya örneğinden hareketle
Avrupa ile ilişkilerimizin düzeltilmesi noktasında, bir şeyler söylemek istiyorum.
SADECE ALMANYA’DA;
3 Milyondan fazla vatandaşımız yaşıyor, ekmek parası kazanıyor.
Türkiye’ye gönderdikleri para ile de, Türk ekonomisine, katkıda bulunuyorlar.
Sadece bu açıdan baktığımızda, Türkiye’yi Yönetenlerin,
Orada yaşayan vatandaşlarımızın huzurunu bozmamak için,
Biraz dikkatli olmaları gerekir.
Sonra, Avrupa ile yaptığımız alış-verişin büyük bir kısmını, Almanya ile yapıyoruz.
Bindiğimiz dalı, kesmememiz lazım.
Almanlar iş ve görev konusunda düzgün ve dürüst insanlar.
Yetişme tarzları ve kültürleri bizden farklı olduğundan;
Ne Alman Halkı, ne de Alman Siyasetçiler,
Bizlere benzemezler…
Eğer bir Alman, bir defa, hayır anlamına gelen, NEİN derse,
Ondan uzak duracaksın, zorlamayacaksın.
Çünkü böylesi bir durumda, sözünden, kolay kolay dönmez…
Bizde bir Fincan kahvenin, 40 yıl Hatırı var derler ya;
Bu sözün, Almanlar nezdinde, bir önemi yoktur.
Onlar der ki;
Bir başkasının, ne bir Fincan kahvesini içerim,
Ne de 40 yıl, borçlu kalırım der…
Bu itibarla, bir Alman;
Bir siyasetçinin, asla kulu, kölesi olmaz, onu gözünde fazla büyütmez…
Bizdeki gibi, görevini kötüye kullanma ve suiistimal gibi konular,
Almanya’da, asla olmaz,
Olursa da, gereği mutlaka yapılır…
Sıradan bir Alman, bir yılda kazandığı para ile
Normal bir şekilde yeme, içme giyim, opera, bale, müzik, tiyatro gibi sosyal etkinliklerin masrafını karşılar,
Biraz tasarruf eder,
Ve her yıl, bir dış ülkede, mutlaka tatile gider.
Tatile çıkma, Almanlar için, olmazsa, olmazlardandır.
Bizler sadece, faydalı olanları, onlardan alalım yeter…
Bizde herkesin, değil her sene, bir dış Ülkede tatil yapması;
Her sene yurt içinde, tatile çıkabilecek kadar parası zor olur.
Zaruri ve öncelikli masraflardan dolayı, artan parası fazla olmaz da, ondan!...
İşte insanların bunu sorgulaması lazım…
Tüm bu sorulara cevap olması için;
Önce, Niçin Olmamız Gereken Yerde Değiliz sorusunu, kendimize sormamız,
Sonrada bizi Yönetenleri ve Yönetmek isteyenleri sorgulamamız lazım.
Bizim insanımızın da öyle bir geliri olsa,
Sanatsal ve Kültürel etkinliklere katılsa,
Ve Dünya’yı dolaşabilse;
Siyasetçiler, bizim Vatandaşlarımızı da, öyle kolaydan kandıramazlar…
Almanya, Hollanda ve Avusturya ile yaşadığımız sorunlar;
AKP’nin Milletvekili ve bazı Bakanları ile
Cumhurbaşkanı ve AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’nın;
Seçim Dönemleri ve Yeni Anayasa referandumu öncesinde,
Bu Ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın oylarını almak için,
Buraları miting alanına çevirmek istedikleri ve bu Ülke Yöneticilerinin, böylesi bir durumdan rahatsızlık duyup, buna müsaade etmek istemediklerinden kaynaklanmaktadır.
Bu yüzden onları faşistlikle, nazi olmakla suçladık.
Bu gibi ithamlar, Onların kabul edecekleri şeyler değil…
Zaman zaman,  onlarında, Bizlere karşı, PKK’ya destek olmak, onları Ülkelerinde barındırmak gibi konularda yanlışları, yanlı tutumları olmuştur ama
Onların;
Türkiye’de Hukuk işlemiyor,
Çok sayıda Gazeteci, sadece gazetecilikten dolayı, içeride,
İşler böyle devam ederse, AB Müzakerelerini, askıya alırız gibi uyarılar karşısında,
Bu uyarıyı yapanlara,
Türkiye’deki seçmenlere siyasi bir yarar adına;
Sen kimsin, haddini bil, terbiyesiz gibi aşağılayıcı ifadeler ve yaklaşım tarzı,
Avrupa ile ilişkilerimizi bozan, temel nedenlerdir.
Bu gibi meydan okumalar da, doğru bir yaklaşım değil.
Uluslar arası ilişkiler, karşılıklı çıkar esasına dayanmalıdır.
Yukarıdaki gibi yanlış yaklaşımlar;
Sadece Avrupa ile değil,
Diğer Ülkeler ile de ilişkilerimizi zora sokan, bozan nedenlerdir.
Bu gibi siyaset yürütme şeklinden,
Öncelikle Türkiye zarar görür ve görmeye devam ediyor….
Yukarı da isimlerini saydığım diğer Avrupa Ülkeleri,Avusturya,Hollanda, İsviçre, İngiltere, Fransa …..gibi ülkelerin;
Yöneticileri ve bu Ülkelerde yaşayan insanların düşünce ve algılama şekli de;
Almanlarınkine benzer olduğundan,     
Ölçüyü kaçırmamamız lazım…
HALKIMIZ ÖNCELİKLE KENDİ ÇIKARLARINI KORUMASINI BİLMELİ SİYASETÇİLERİN KALİTESİNİ SORGULAMALIDIR,…
Bulgaristan’da Hükümet, birkaç yıl önce, elektriğe zam yapmıştı.
Halk, protestolara başladı.
1 Hafta devam eden protestolar sonucunda, Hükümet istifa etmek zorunda kaldı.
Biz zaten elektriği pahalıya kullanıyoruz.
Üstelik başkalarının kaçak kullandığı elektriğin parasını da, bizlere ödetiyorlar.
Devlet, özellikle Güneydoğu bölgemizde, kaçak elektrik kullanımını önleyemiyor,
Paraların da tahsil edemiyor gibi gerekçelerle,
Elektrik dağıtım işini Özel sektöre vermişti.
Özel sektör, kaçak elektrik kullananları tespit etmek ve parasını da, tahsil etmek durumunda…
Kimin kaçak elektrik kullandığını tespit etmek,
Teknik açıdan mümkün...
Peki, Devlet, özel sektörün tahsil etmediği, edemediği, ya da etmek istemediği elektriğin parasını;
Niye özel işleticiden tahsil etmiyor da,
Kayıp-kaçak bedeli olarak;
Borcunu ödeyen vatandaşların sırtına yüklüyor?
Normalde bir şekilde görevini yapmayan, yapamayan bir şirketin,
Sözleşmesinin iptal edilmesi gerekir.
Peki bu yapılıyor mu? Yapılmıyor…
Hükümetin istifasından vazgeçtik,
Enerji Bakanı sorumluluk duyup, görevinden istifa etmek gereğini duyuyor mu? Duymuyor.
Başka bir örnek:
İskandinav Ülkelerinden Letonya’da, büyük alış-veriş merkezi AVM’de;
Fazla yağan kardan dolayı, çatı çöküyor.
Enkazın altında kalanlardan, hayatını kaybedenler oluyor.
Yağan kar sonucu çöken AVM çatısından,
Ülkenin Başbakanı sorumluluk duyup,
Kontrol işlerinin yeterince yapılmadığı gibi gerekçelerle kendinin de sorumlu olduğunu düşünerek,
İstifa ediyor.
Peki Türkiye’de böyle bir şey olur mu?Olmaz!...
Bu gibi konular, bir gelişmişlik meselesi, bir kültür meselesi….
Bizde ise;
Bazı vatandaşlarımız,
Oy almak için, esip gürleyen, başkalarının yaptıklarında kusur bulmaya çalışan Siyasilere;
Duygusallığında etkisiyle, oy verdiği, desteklediği de, ortada.
Bu itibarla bu gün, yaşadığımız sorunların çoğu,
Bu gibi nedenlerden kaynaklanıyor…
Siyasilerin, eğer yaptıkları güzel şeyler varsa,
Elbette desteklememiz lazım…
Onlara saygıda kusur da etmeyeceğiz ama
Bize göre yanlış işlerin, nedenini sormalı ve sorgulamalıyız.
Siyasilerin;
Vatandaşların oyları ile seçildiğini,
Onlara hizmet için,
Onların sorunlarını çözmek,
Var olduklarını, unutmamak lazım.
Bu gibi konularda,
Bize ait olan zaaflarımızı, tamamen ortadan kaldıramayız ama
Vatandaşlarımızın kültür seviyesini yükseltmek ve bilinçlenmelerini sağlamak suretiyle,
Duygusallıktan kaynaklanan sorunları, minimuma indirebiliriz…
SİYASİLERİN kalitesinden kast ettiğim husus şudur:
Kesin bir kural yok,
Bir Siyasetçinin ağzı laf yapmalı ama
Bence ölçü şu olmalı: Meclis’e girmek isteyen bir Milletvekili,
Yüksek Eğitim görmüş olmalı, bir konuda uzman olmalı…
Bu noktada, sıradan Mühendis olmak yetmez, sıradan doktor olmak yetmez, sıradan ekonomist olmak yetmez.
Milletvekili Adayları diyebilmeli ki;
Benim uzmanlık alanım şudur, Türkiye’de bu konuda, en iyi kişiyim
Meclis’e girdiğimde, Türkiye’nin şu sorununu halledeceğim gibi, iddialı sözler sarf edebilmeli,
Dolayısıyla vatandaşlarımız,
Bu kriterlere uymayan Siyasetçilerin söylemlerine, vaadlerine fazla itibar etmemelidir…
Zira bu gün Türkiye’de 50 sene 100 sene öncesine nazaran,
Mukayese bile edemeyecek kadar, seçme şansımız var…
Siyasi Parti Genel Başkanları ise;
Potansiyel Başbakan Adayları olduğundan,
Milletvekili Adayları için, ön gördüğüm kariyer ve tecrübeye ilave olarak;
Birde Siyasi Pati Genel Başkanlarının,
Cumhuriyet’le O’nu kuranlarla, bir sorununun, bir takıntısının olmaması lazım…
Devlet’tin işleyişini de, bilmesi açısında, Devlet’te çalışmış olması,
Ya da idari konularda, Eğitim almış olması lazım…
Ayrıca Meclis’te Toplumun bütün kesimlerin temsil eden,
Her sınıftan Milletvekili olmalı…
Bu gün Milletvekillerinin sayısında, Avukat kökenli olanların çoğunlukta olduğunu görüyoruz..
Yine bir kural yok ama Başbakan’ın Mühendis kökenli,
Cumhurbaşkanı’nın ise,
Hukuk kökenli olması, Danıştay, Yargıtay, ya da Anayasa Mahkemesi Başkanlığı gibi önemli görevlerde bulunmuş kişilerden olursa,
Türkiye açısından, daha yararlı olur…
AŞIRI UÇ PARTLER VE CEMAATLERDE DOĞRU TEKTİR… AŞIRI UÇ PARTİLER VE CEMAATLER, MEVCUT SORUNLARI ÇÖZMEDİKLERİ GİBİ, YENİ SORUNLAR YARATIRLAR…
Herkes bilmeli ve anlamalıdır ki;
Çalışmadan, üretmeden, hiçbir sorun çözülmez,
Miktarı büyük boyutlara ulaşan ayni ve nakti yardımlarla,
Bir süreliğine, bazı vatandaşlarınızın oyları ve desteği ile iktidarın ömrü biraz uzatılabilir ama sürekli olamaz…
Gerektiğinde Devlet, gerçek ihtiyaç sahiplerine her türlü yardımı yapmalı ama
Öncelikle herkese, her sınıftan insanlara, iş imkânı sağlamalıdır.
Bunun içinde önce, ek iş alanları yaratmak lazım.
Böylesi bir durum da ancak;
İktidarın ideolojik saplantılardan uzak,
Devlet kademesinde bilgili, tecrübeli ve liyakat sahibi insanları göreve getirmesi ile mümkündür.
Ama uygulamada bunun böyle olmadığını, görüyoruz.
İmam-Hatipli olmanın, ya da İmam-Hatip kökenli olmanın yeterli olduğunu, tercih edildiğini görüyoruz.
AKP’li Bakanların ve Milletvekillerinin büyük çoğunluğunun, İmam-Hatipli, ya da İmam-Hatip kökenli olduğunu görüyoruz.
Dine karşı değiliz ama
İmam- Hatip okulları bir meslek okuludur ve Halkımızın Dini ihtiyaçlarını, karşılamak için kurulmuşlardır.
Dolayısıyla İmam- Hatip okullarını, ya da İmam – Hatip kökenlileri, her derde, her soruna bir ilaç gibi görmekte yanlıştır….
Aynı şekilde, normal Liselerin; İmam-Hatip okullarına çevrilmeye çalışılması da, yanlış bir uygulamadır. Bu gibi zorlamalar ve laikliğe aykırı uygulamalar;
İnsanların Eğitim hak ve özgürlüğüne, bir müdahaledir,
AKP’de Liseleri İmam-Hatipleştirme baskısı öyle arttı ki,
Örneğin İstanbul’daki Ermeni bir Papaz’ın Torunu ile Musevilerin Hahambaşı’nın Torunu,
TEOG sınavı ve yerleştirme sonucunda,
Trabzon’da bir İmam-Hatip lisesine çıkmıştı.
Bu gibi örneklerde basınımıza yansıdı..
Şimdi sorulması gereken soru şu: Yaa, Hıristiyan bir Ailenin çocuğu ile bir Musevi Ailenin çocuğunu, İmam-Hatip okuluna yazılmaya, mecbur etmeye, zorlamaya, ne hakkınız var?
Yoksa onları da, Müslüman mı, yapmak istiyorsunuz?.
Herhalde böylesi bir durum karşısında,
Ermeni Papaz ile Musevi Hahambaşı, Torunlarını, kendi özel, Cemaat liselerine göndermek zorunda kalmışlardır.
Eğer böylesi bir zorlama, örneği Almanya’da çalışan, Müslüman bir Vatandaşımızın çocuğuna yapılsa,
AKP’li Yöneticiler, Almanya’ya söylemediğini bırakmaz,
Yandaş Yazılı ve Görsel Basın, bir Propaganda malzemesi yapardı…
AKP’nin Eğitim konusunda, normal Liseleri, İmam- Hatip’e çevirme konusundaki ısrar ve zorlaması,
Kendi ideolojisine uygun bir Gençlik yaratmak,
Ve böylece İktidarını sürekli kılmak istediği şeklinde de yorumlanabilir
Bu gibi zorlamalar ve yanlış uygulamalar,
Toplumun huzurunu bozan, gelecek adına çoğu kişiyi endişelendiren hususlardır.
AKP’nin bu gibi ideolojik saplantı ve uygulamalardan vazgeçmek istemediği de, birçok örneklerle ortadadır.
Bu itibarla,
İdeolojik uç Partilerin ve Cemaatlerin, Türkiye’de mevcut sorunları çözmediği gibi, yeni sorunlar yaratacağı da, bilinmelidir….
Kimsenin Dinine, Mezhebine, İnancına karşı değiliz.
Din, Mezhep, İnanç bir kurallar dizisidir ve bir araçtır, bir yoldur…
Dini, Mezhebi, bir İnancı doğru anlamak için de,
Mantık yürütmeyi doğru bilmek, felsefe bilmek lazım…
Bir araba, bir uçak, bir füze yapmak için;
Öncelikle bunun ilmini yapmak, eğitimini almak lazım…
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün şu sözlerini, hatırlatmak isterim:
“Medeniyet dediğin öyle bir ateştir ki; Ona bigane kalanları yakar geçer…”
Bu gün,15 Yıldan beri Türkiye’yi idare etmekte olan,
AKP ve O’nun fiili lideri konumundaki, şimdinin Cumhurbaşkanı ve AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN yönetiminde; BOP Eş Başkanlığı ve Eski Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU’nun mimarı olduğu Stratejik Derinlik politikaları nedeniyle,
ABD’nin müttefikliğinde, Ortadoğu bataklığına saplandık….
Şaibeli Referandumla kabul edilen yeni Anayasa ile Parlamenter Demokrasiden çıktık.
Şimdi bir Ortadoğu Devleti olma yönünde,
Nihai hedefin İslami kurallara göre yürütülen bir Türkiye yaratma çabalarını görüyoruz.
Hak ve özgürlüklerin kısıtlanmaya çalışıldığını,
Az sayıdaki yazılı ve görsel basın üzerindeki baskıların, arttığını görüyoruz.
15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişiminden bu yana.
Bir yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen,
Halâ OHAL kapsamında, KHK kararları ile yönetildiğimizi görüyoruz.
FETÖ ile ne hale geldiğimiz zaten ortada…
Sonuç itibarıyla, vurgulamaya çalıştığım husus şu:
AKP, Din eksenli bir uç parti.
Bir anlık kabul edelim ki; Marksist, Leninist, aşırı sol uç bir Parti;
Türkiye’nin yönetimine gelmiş olsun.
Bu ideolojinin temsilcisi siyası Parti,
Bu defasında da Türkiye’yi, Rusya, ya da ÇİN tarafına çekmeye,
Onların ideolojilerini, uygulamaya çalışır.
Siyasi Partiler, mevcut Anayasa ve Yasalar çerçevesinde,
Belli bir süre, Türkiye’yi idare etmek için, iktidar olmuşlardır.
Yönetim şeklini değiştirmek için değil…
Benzer sorunlar, Irkçı, kafatasçı bir siyasi Partinin yönetime gelmesinde de, yaşanabilir.
Türkiye diğer Ortadoğu ülkelerine benzemez.
Mustafa Kemal ATATÜRK ve Silah Arkadaşlarının mayaladığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin mayası tutmuştur.
Bazı Dindar ve düşük eğitimli, sadece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’dan dolayı,
İşin aslını bilmedikleri halde, Referandumda evet oyu vermişlerdir ama
Yinede HAYIR oyları fazla çıkmıştır.
Referandum şaibeli şekilde kabul edilmiştir
ADALET yürüyüşünde, bütün kesimlerin kenetlendiğini, bu yürüyüşe katıldığını gördük…
Toplumda uyanış ve bilinçlenme, devam ediyor…
EKONOMİ İYİ DEĞİL; VARLIKLARIMIZI SATARAK, BİR YERE VARAMAYIZ!...
15Ağustos 2017 Salı, SÖZCÜ Gazetesi
Mirasyedi evlat gibi, elde ne varsa, bir bir sattılar. AKP’nin 15 yıllık, satış tablosu. Çoğu Atatürk’ün kurduğu tesisler, yabancıların eline geçti. Devlet zenginleşti ama millet hâlâ fakir.
Bunlar arasında 10 liman. 81 Elektrik santrali, 40 İşletme, 3483 taşınmaz, 3 gemi ve 36 Maden sahası.
Bu satışlar 50 Milyar Dolar gelir sağladı. Peki bu para Halkın cebine mi girdi? Hayır.
Büyüme beklenen seviyeye ulaşmadı.Yeni değerler üretilmedi.İşsizlik azaltılamadıu..Türkiye kaybetti.
Elden giden Milli servetlerimiz:
1) TÜRKTELEKOM’un % 55’i Lübnanlıya., 2) TEKEL’in içki bölümü,İngiliz’e,
3) TEKEL’in sigara bölümü, Hollandalıya., 4) THY’nin, % 26’ı, yabancı borsalara,
5) KUŞADASI Limanı, İsrailliye., 6) İZMİR Limanı,Hong Kokluya,
7) İZMİR PETRO Kimya, Azeriye., 8) PETKİM, Azeriye,
9) TÜPRAŞ’ın % 14,76’sı yabancı borsalara., 10) POAŞ, Avustralyalıya,
11) HALK Bankası’nın % 17’si yabancı borsalara., 12) DİGİTÜRK, Katarlıya,
13) Yapı Kredi Bankası, İtalyana., 14) TELSİM, İngiliz’e,
15) ŞEKERBANK, Kazakistanlıya
Şimdi, burada Devlet’e ait bazı Kurum ve Kuruluşların ve taşınmazların satılması ile
İşlerin iyi mi gittiği, kötü mü gittiği konusunda, bir şeyler söylemek istiyorum.
Eğer bir Tüccar, BİR Sanayici, ya da bir iş adamı,
Mallarını satmaya başlamışsa;
İşler iyi gitmiyor demektir.,
Ya da o kişi, iflas etmiştir demektir.
Böylesi bir benzetme, Devlet içinde geçerlidir.
Bazı Firmalar; İşlerini genişletmek için, Bankalardan borç almak yerine;
Toplam hissenin bir kısmını, Halka, ya da Başkalarına satıp,
Hisse karşılığında, kârlarına ortak ederler.
Anapara beklemede kalır.
Şimdi satışla, ya da, bir süreliğine işletmesi devredilen Kurum ve Kuruluşlarının,
Ya da, yerli ve Yabancı borsalara satılan hisselerden elde edilen, 60 Milyar Dolar’ın;
Kazançlı ve işsizliğe de çare olacak, yeni yatırımlarda kullanıldığını söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz.
Bu bir açık kapatma işidir.
Dolayısıyla işlerin iyi gittiğini de, kimse iddia edemez.
Satışların kimlere ve hangi Devletlere yapıldığını, yukarı da gördük.
En ilginç ve bizleri şaşırtan konu şu:
Kuşadası Limanı’nn işletmesini, İsrail’e vermişiz…
Hani İsrail’i yerden yere vuruyorduk!...
Dün söylediğinin, bu gün tersini yapmak, yalpalamak;
Devlet ciddiyeti ile bağdaşmaz…
Devlet işlerinin iyi yürütülmediği,
İhalelerde keyfilik yaşandığı gibi, konulara, daha önceleride, değinmiştik
Şu örnekleri, tekrar hatırlatalım;
Belli ki herkesle kavgalı olduğumuzdan, yada işlerin iyi gitmediği kanaati hasıl olduğundan,
Yabancı Devletler, ya da Yabancı Finans kuruluşları artık Türkiye’ye kredi açmıyorlar, ya da, açmak istemiyorlar.
Osman Gazi, Körfez Köprüsü,
İstanbul 3.Boğazici Köprüsü,,
İstanbul Boğazı’nın altından geçen, Otoyol kanalı,
İstanbul 3.Hava limanı inşası gibi yatırımlara,
Normal yollardan Devlet kredi temin edemediği için,
Bu Projeler, Yap-işlet-devret modeli ile yapılmıştır.
Bu pahalı bir yöntemdir. Astarı yüzünden pahalıya gelmektedir.
Osman Gazi Köprüsü ile3.Boğaziçi Köprülerinden geçen araç sayıları,
Taahhüt edilen sayıdan az.
 1.ve 2.Boğaziçi köprülerinden toplanan paralarda,
Bu 2.Köprüye aktarılıyor ama yine de, yetmiyor.
Sonuçta noksan kalan para, Hazine’den karşılanıyor.Yani, Bizlerin cebinden çıkıyor.
Yap-işlet-devret modeli ile yapılan bu projeler,
Türkiye Cumhuriyeti ve Bizler için, bir Kara delik…
Gelir getirmiyor, gelir götürüyor.
Bu anlaşmalar, feshedilmelidir.
SİYASETEN GELDİĞİMİZ NOKTADA; BASINA YANSİYAN, İÇİMİZİ SIZLATAN, BİZLERİ DÜŞÜNDÜREN BAŞKA ÖRNEKLER.
1)14 Ağustos 2017 Pazartesi, 
SÖZCÜ Gazetesi,
AOÇ’deki dev araziye Amerikan elçiliği yapılıyor. ATATÜRK’ün toprağı, ABD’nin toprağı oldu. 37 Dönümlük bu toprağa, ABD, 88 Milyon TL ödemiş. Yakında AOÇ’nin kalan arazilerine, AVM ler, gökdelenler yapılırsa, kimse şaşırmasın.
Bekir BOZDAĞ’ın söylediğine göre, bu araziyi, 1983 yılında, Kenan EVREN, Gazi Üniversitesine satmış.
Gazi Üniversitesi de, TOKİ’ye devretmiş. TOKİ’de ABD’ye satmış. Yani bu olaydan,
kendilerinin bir ilgisinin olmadığını, söylemek istiyor.
Bu şeklen böyle olsa bile Gazi Üniversitesi, kendi başına, böylesi bir işe, cesaret edemez…
Bu nokta da, şu soruyu soralım: Acaba Almanya’da, İngiltere’de, ya da Amerika’da,
Hiçbir Yetkili, Devleti kuranlara, ya da Kraliyet Ailesine, böylesi bir saygısızlık yapabilir mi? Yapamaz.
Ama Türkiye’de oluyor işte…
Diğer bir çelişki de şu:
Amerika Birleşik Devletleri ABD’’’nin PKK’yı desteklediği, ona Silah ve cehhane verdiği,
Sonuçta Türkiye’yi de bölüp-parçalamak istediği de, ortada,
15 Temmuz 2016’da başarısız darbe girişimşinde, İncirlik Hava Üssü’nden, ABD desteği verildiği de, ortada,
Diğer yandan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN,
Darbenin mimarı, Fethullan GÜLEN’in Türkiye’ye iadesini, ısrarla istemeye devam ettiği halde,
Bu güne kadar, böylesi bir iade gerçekleşmemiştir.
Durum bu iken;
Kalkıp birde, ATATÜR’ÜN Millete Emanet ettiği, ziraat ve hayvancılığın gelişmesinde örnek olsun, katkı sağlasın diye kurduğu,
Modern bir çiftlik arazisinde,
ABD’ye, yeni Büyük Elçilik için, Toprak satıyorsunuz!?...
Böylesi bir husus anlaşılır, kabul edilir bir şey değil….
Diğer bir çelişki de, şurada;
Bütün olumsuz gelişmelere rağmen, üstüne üstlük, ABD’’ye birde, AOÇ’de, Büyükelçilik için torak satıyorsun ama
Diğer yandan NATO görevi çerçevesinde, İncirlik Üssü’nde bulunan Alman Askerlerini, ziyaret için gelen,
Alman Yetkililere, İncirlik Üssü’ne giriş izni vermiyorsun!...
Bu yüzden  Almanlar, İncirlik’te bulunan kendi uçakları için, başka bir yer arıyorlar….
2) 10 Ağustos 2017 Perşembe, 
SÖZCÜ Gazetesi
CHP açıkladı: Başkanlık Ulusal Güvenlik Birimi kurulmuş.
Burada da, şaşılacak bir şey yok aslında!.AKP, Anayasa ve yasalara uyma gereğini duymuyor
Bu husus, karşılaştığımız problemlerin asıl nedeni….
3) 8 Ağustos 2017, SÖZCÜ Gazetesi,
ATATÜRK’e dil uzatmayın
4)7 Ağustos 2017 Pazartesi, Cumhuriyet,
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi için bildirdiği Aday listesi, ikinci kez reddedildi,
5) 5 Ağustos 2017 Cumartesi, 
Cumhuriyet Gazetesi,
AKP’li Ayhan OGAN, katıldığı canlı yayında, Yeni bir Devlet kuruyoruz. Bu Devlet’in kurucusu da,Tayyip ERDOĞAN dedi
Ayhan OGAN’ın böylesi bir sözü,
Tayyip ERDOĞAN’ın bilgisi dışında, söyleyebileceğini sanmıyorum.
Böylesi bir söz, Anayasa suçu dur, aslında…
Yetkililer, bizim ilgimiz yok. Bu düşünceler,Ayhan OGAN’a ait diyorlar ama
Peki, niye AKP’den ihraç etmiyorlar?
6) 5 Temmuz 2017 Çarşamba, 
Cumhuriyet Gazetesi,
Üyelerini partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın atadığı Hakimler ve Savcılar Kurulu,
Kararname ile yargıda muhalif temizliği yaptı.
ÖNÜMÜZE AKLIN VE BİLİMİN IŞIĞI ALTINDA, BİR DÜNYA DEVLETİ OLMA HEDEFİ KOYMAK; TÜM SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ KONUSUNDA,
İYİ BİR BAŞLANGIÇ OLUR.
Böylesi bir hedef, bir ilk de değil, yadırganacak bir tarafı da yok.
Türkiye Cumhuriyeti, 16.büyük Türk devletidir.
Biz Osmanlı’nın bir bakiyesiyiz. Osmanlı bir Dünya imparatorluğu idi.
Daha önceleri, başka imparatorluklar da kurmuşuz. Toplam sayı; 16 büyük Devlet, ya da Dünya imparatorluğu.
Çağdaş Bilimi ve Akılı kendimize rehber edindiğimizde, yükselmişiz,
Bilimden ve teknolojiden uzaklaşıp, birbirimizle kavga etmeye başladığımızda, gerileyip, yıkılmışız…
Bir Türk ve bir Müslüman olarak; Şu an niçin olmamız gereken yerde değiliz,
Bundan sonrasında, musır medeniyetler seviyesine çıkmamız, hatta daha ilerisine gidebilmek için,
Öncelikle bir durum tesbiti yapmak lazım.
Bu maksatla bu gün, size 2 video band kaydı koyuyorum.
1)Çağdaş Bilim ve Eğitimin önemini ortaya koyan, çok ilginç bir örnek.
Müslümanlarla, Musevilerin, NOBEL ödülü bağlamında. Bilime katkıları.
Bu araştırmayı, Pakistanlı Bilim Adamı Faruk SALEEM yapmış.
Sizlere aynen aktarıyorum.
Bu araştırma ayrı bir bölüm halinde, daha aşağılarda.
Şimdi özet halinde, bazı tespitleri aktarıyorum.
İsrail devletini oluşturan,
Dünya’nın her tarafına yayılmış olan,
5-6 yıl öncesine kadar, toplam nüfusu 14 Milyon olan, Yahudi olarak ta adlandırabileceğimiz Musevi Toplumu,
Irkçı ve yayılmacı bir Toplum olmasına karşın;
Dini açıdan da tutucu olmalarına rağmen,
Eğitim konusunda, kendilerine Dini değil de, çağdaş Bilimi ve aklı referans almışlar,
Aldıkları eğitim sayesinde herkes,
Kabiliyetlerine göre, en üst noktaya kadar okumuşlardır.
Toplam sayıları az olmasına rağmen, Dünya’nın her tarafında önemli Makamlara gelmişlerdir.
Bu gün Dünya siyasetini belirleyenlerin, Museviler olduğunu söyleyebiliriz.
Şmdi100 yıllık bir süre içerisinde,
Müslümanlar ile Musevi Toplum arasında, Nobel ödülü bağlamında, bilime katkı açısından, bir kıyaslama yapmak istiyorum.
Dünyada toplam nüfusu 1,5 Milyarı aşan Müslüman Toplumların, Türkiye dahil,
Nobel ödülü bağlamında Bilime yaptığı katkı,5 Nobel,
Dünyadaki toplam sayıları 14 Milyon olan Musevi Toplumunun ise,104 Nobel ödülü.
Sayıları 2 Milyara yaklaşan Müslüman Toplumların, Bilime katkı açısından;
14 Milyon, bir avuç Musevi’nin çok gerisinde kalması;
Müslümanlar açısından, son derece üzücü, son derece düşündürücüdür.
Museviler Eğitimi, Dini esaslara göre değil,
Akıl, Mantık ve Bilim çerçevesinde yürütüyorlar.
Dünyaya hakim olmalarının nedeni de, bundan…
Davos’ta Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN,
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e one minute dedi ama
İsrail, Akdeniz’de, uluslar sarası sularda, Mavi Marmara gemisini bastı, 9 Vatandaşımızı katletti ama sineye çektik,bir şey yapamadık..
İsrail, Telaviv Büyükelçimizi, Makama çağırıp,
Alçak koltuğa oturttu ama
Biz bir şey yapamadık…
İsrail Kudüs’te, Müslümanlara, Mescid-i Aksa Camii’nde Cuma namazı kılmayı yasakladı ama biz Hükümet olarak,
Halkımıza, bu durumu protesto için, eylem çağrısı yaptık….
Şimdi sorulması gereken soru şu:
Eğer biz, Türkiye olarak, eskiden olduğu gibi, Ortadoğu’da siyaseten bir ağırlığımız olsaydı,
Ki AKP’nin uyguladığı yanlış dış politika nedeniyle, komşularımızla düşman olduk.
Dünyada Katar’dan başka dostumuz kalmadı.
Bunun dışında, Amerika gibi, Rusya gibi, ÇİN gibi,
Almanya, İngiltere, Fransa, Japonya gibi
Her açıdan gelişmiş bir Dünya Devleti,
Bir süper güç olsaydık;
Küçücük İsrail Devleti, Türkiye’ye kafa tutabilir miydi?,
Bizimle alay edercesine, aşağılayıcı beyanatlar verebilir miydi? Veremezdi…
 2) KRT TELEVİZYONU, Bihin EDİGE İle Gerçekleri Duymaya Hazır mısınız Programı
Konuşmacı: Gazeteci Yazar Ali BEKTAN
Konusu: İslamiyet ve Uzaylılar
Bu video band kaydı;
Bu son yazdığım Makaleden önce yayına konulduğundan,
En alttadır.
Zevkle izleyeceğinizi söylemek isterim.
Özetle şöyle: Şu anda bizde uygulanan İslamiyet’in;
Kur-an’ın ve Hazreti Muhammed’in Bizlere öğrettiği değil de;
Vahhabi-Selefi uygulaması olduğuna, vurgu yapılıyor.
Bu Mezhebin de İslamiyet’in kendi amaçları doğrultusunda yozlaştırmak için,
İngilizler tarafından kurdurulup, desteklendiğine vurgu yapılıyor.
120 Yıl önce, Alan Kolby;
Kuzey Müslümanları diye adlandırdığı Türkleri,
Hıristiyanlar için bir tehdit unsuru olmaktan çıkarabilmek için,
Vahabi-Selefi siyaseti uygulanması gerektiğine işaret ediyor.
Kur-anın Ayetleri ile oynayamadıklarından,
Birileri tarafından, maksatlı olarak;
Hazreti Muhammed’in Hadislerinin dışında,
Çok sayıda Hadis üretildiğine ve bunlarla,
İslamiyet’in yozlaştırıldığına dikkat çekiliyor.
Bu gün Kur-anı, en çok araştıranların, Bilimsel yönlendirmeleri bulup, yararlanmak isteyenlerin de,
Amerikalı Bilim Adamları olduğuna dikkat çekiyor.
Uzay ve Uzaylılar hakkında, Kur-an’da Ayetlerin olduğunu söylüyor.
Eğer Dini kurallarla Blim çelişiyorsa,
Orta da, yanlış anlaşılan bir durum vardır.
Bu gün yaşadığımız çelişki, buradan kaynaklanıyor.
Bu itibarla Halkımızın doğru bilgilendirilmesi ve aydınlatılması konusunda,
Aydın Din Adamlarına, çok büyük görevler düşüyor.
Eğer önümüze bir Türk ve bir Müslüman olarak, her konuda gelişmiş bir Dünya Devleti ve bir Süper güç olma hedefi koyarsak;
Sorunlar, bıçakla peynir keser gibi, hemen halledilemez ama
Zaman içerisinde artan bir tempo ile
İşsizlik, Eğitim, Sağlık, Tarım, Sanayi gibi önemli konulardaki sorunlar
Alt yapı hizmetleri dahil, gittikçe azalır,
Ve sonunda tamamen çözülür.
Batı’nın bu noktaya nasıl geldiği gibi tecrübelerden elbette yararlanacağız ama
Bu konuda, onların reçetelerine uymak yerine, bağımsız olarak, bizler doğru olanı, kendimiz bulup, uygulamaya koyacağız.
ARA ELEMAN YETİŞTİRME VE MESLEK OKULLARI
Bu gün, Üniversite mezunlarının sayısında,
Bariz bir şekilde, büyük bir fazlalık var.
Herkes çocuğunun Doktor, Mühendis olmasını istiyor.
Seçtiği branşta, genetik yapı olarak ta, bu iş için,
Çocukları uygun mu, değil mi? Buna bakmıyor.
Bu ayrı bir konu…
Türkiye’nin ve sanayinin asıl ihtiyacı;
Standartlara göre yetişmiş, yetenekli, kaynakçı, tornacı, elektrikçi gibi ara eleman ihtiyacı olduğudur.
Fizik, matematik ve daha başka soruların dışında;
Her branş için, ara eleman da dahil,
Doğuştan hangi meslek dalına uygun olduğunu tespit etmek mümkün.
İyi Eğitim kurumları tesis etmenin dışında,
Bu yöntemlerin de, kullanılması ve geliştirilmesi lazım.
Bizde Kasaplar işi genelde, Kurban bayramında öğrenir…
Acemi kasapların başına gelenleri, her sene tekrar, tekrar görüyoruz.
Bizde bir çep telefonunu açıp, kurcalayan birisi, telefoncu diye karşımıza çıkabilir,
Bir saati açıp, kurcalayan brisi, saat tamircisi olarak, dükkan açabilir.,
Sonunda işini tam bilmediği, eğitimden geçmediği için, müşterinin. Malına da, zarar verebilir.
Buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz.
Almanya’daki, bu gibi uygulamalardan, istifade Edebiliriz.
HALKIMIZI VE GENÇLERİMİZİ SOSYAL ALANLARA DA YÖNLENDİRİLMELİ.
Futbol, voleybol, basketbol, atletizm, gibi sportif alanlarla,
Resim, müzik, opera, tiyatro gibi sanatsal alanlarda da, Dünyada en iyi olmak için, adımlar atacağız.
Bu gibi faaliyet alanları, insanların, hoşça vakit geçirip,
Birbirileriyle klaynaşmalarını sağlamak açısından,
Özellikle gençlerimizin, kötü alışkanlıklardan uzak durması,
Terör eylemlerine bulaşmaması açısından, çok yararlı olur.
Resim, müzik gibi güzel sanatlar,
İnsanların ruhunu terbiye etmesi, yüceltmesi açısından da, çok önemli.
Örneğin ben, bu sonbaharda, 3.yıl olacak, Türk Sanat Müziği Koro çalışmalarına gidiyorum ve Şarkı da, söylüyorum.
2 Müzisyen Arkadaşın önerisi ve tavsiyesi üzerine, Ud çalmasını da öğreniyorum…
Benim araştırma ve yapma yönüm ağır bastığından; Kendim için. Müzisyen Arkadaşımla Ud ararken, bir Keman imalatçısı ile de, tanışma fırsatım oldu.
Bu gibi konularda da, önceden biraz bilgim olduğundan,
Ona bir keman imalatı için, gerekli malzemelerin, Türkiye’den karşılanıp, karşılanmadığını sordum.
Kemanın tellerinin, bağırsak, ya da, kromdan yapıldığını, dışarıdan geldiğini,
Kemanın yayının, atkuyruğunun kılından yapıldığını,
Bununda yurt dışından geldiğini,
Ağaç kısmının ise, ladin ve akça ağaçtan yapıldığını,
Bu ağaç türlerinin de, Türkiye’de yetişmesine rağmen,
İlgisizlik ve Bürokratik engeller yüzünden,
Yurt dışından karşılandığını söyledi…
Sizce de, böylesi durumlar ilginç değil mi?...
Piyasada başta piyano ve org olmak üzere, kaliteli çoğu müzik aletinin, Japon yapımı olduğunu görüyoruz….
Peki, bu gibi aletleri, bizler niye yapmıyoruz?...
Bu gibi konularda,
Konservatuar yetkilileri ve diğer Birimler ile de görüşüp, kişisel olarak, bir şeyler yapmak istiyorum.
Özellikle yayına koyduğum TSM Koro icraatlarıı vesilesi ile ilgili olarak,
Yaptığım yorumları da, özellikle okumanızı ve yayın bantlarını, dinlemenizi öneririm.
Sanatsal faaliyetler ve Müzik çalışmaları,
İnsanların ruhuna hitap etmesi açısından, çok önemlidir.
Eğer özellikle gençlerimiz, bu gibi faydalı alanlara özendirilirse,
Faydasız işlere yönelmezler,
PKK, PYD, DEAŞ, IŞİD, EL NUSRA gibi terör örgütlerinin tuzağına düşmezler.
MÜSLÜMAN ÜLKELER ARASINDA, EN İYİ DURUMDA OLAN BİZDİK…
Cumhuriyet’in kurulduğu,23 Nisan 1920’den, günümüz 2017’ye kadar geçen 97 yıl içerisinde, Mustafa Kemal ATATÜRK ve Silah Arkadaşlarının kurduğu, Demokratik, Laik çağdaş ve Hukukun üstünlüğüne dayalı, Türkiye Cumhuriyeti sayesinde,
Bu günlere geldik….
İslam Ülkeleri arasında, En iyisiydik…
Uzaklara gitmeye gerek yok;
Bölgemizde iç savaştan kaçan insanlar,
Şeriat’la yönetilen İran’a, Afganistan’a, Suudi Arabistan’a değil de;
Niçin hep Türkiye’ye geliyorlar?...
Ya da iç savaş hali olmasa da,
İslam ülkelerinde yaşayıp ta durumu orta halli, ya da zengin olan, çoğu kişi,
Daha özgür bir yaşam tarzına kavuşmak,
Gerek kendi geleceklerini, gerekse çocuklarının geleceklerini garanti altına almak için olmalı ki; Türkiye’de Mülk alıp, yerleşmek istiyorlar?
Türk Halkı olarak, sahip olduklarımızın değerini,
Ve bu günler, Cumhuriyet idaresi ile geldiğimizi, bilelim….
Ben inanıyorum ki, bu zor günleri de, atlatacağız.
BEN PLAN VE PROJELERİ OLAN BİR KİŞİYİM
Böylesi bir başlığı atmak gereğini niye duydum, biliyor musunuz?
Köy Enstitüleri’nin nasıl Kurulup, nasıl kapandıkları,
Yerli Uçak Sanayii’nin hangi zor şartlarda kurulduğunu, nasıl kapandığını sizlere detaylı olarak, anlatmaya çalıştım.
Allaha şükür hepimiz Müslüman’ız ama
Yeteri kadar, belki yeterinden de fazla Cami olmasına rağmen;
Camii yapmayı,
Okul, Fabrika, İş yeri açmaktan, açanlara destek olmaktan, daha çok tercih ediyoruz.
Cami İmamlarına gerekli saygıyı, sevgiyi zaten hep gösteriyoruz da,
Ünlü Bilim Adamlarının söylediklerine, pek kulak vermiyoruz,
Onlardan yararlanma yoluna gitmiyoruz.
Bu noktadan hareketle;
Halkımızın yararına olan, geliştirdiğim birçok projeye destek olunmadığını,
Halkımızın sadece dinlemek ve bir kısmının da okumakla yetindiğini, söylemek istiyorum.
Bu noktada; Aziz SENCER örneğinde de görüldüğü üzere; Mardin’ın bir Köyünde doğan bir kişi, İstanbul’da Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra, Amerika’ya gidiyor, orada Profesör oluyor,
Sonra yaptığı araştırmalar ve buluşlar neticesinde,
Kimya dalında, NOBEL Ödülüne layık görülüyor.
Şimdi sorulması gereken soru şu:
Türkiye’de okuyup ta, Yurt dışına Amerika’ya gittiğinde,
Başarılı çalışmaları sonucunda, NOBEL Ödülü kazanabiliyor da,
Türkiye’de niye kazanamıyor?
Öncelikle bu sorunun tartışılması ve cevabının bulunması lâzım.
Ben birey olarak, Türkiye’yi yönetenlerin dışında;
Bireysel olarak, herkesin, kusuru olduğunu düşünüyorum.
Gerçi bu gibi konular Web sitemde de var ama
Ben bu vesile ile kısa bir özet sunmak istiyorum.
Ben Plan ve Projeleri olan, işin içinden yetişerek gelen, Enerji Uzmanı, bir Makine Yüksek Mühendisiyim. Bir Termik Santrali, projelendirebilirim. Hidro Elektrik Santralleri ile de ilgili, yeni Nesil, Projelerim var.
Termik Santrallerdeki sorunları,
Dünya standartlarında çözebilecek bilgi, tecrübe ve donanıma sahip bir kişiyim.
Bu gibi öneri ve iddiaları,
Henüz Devlette çalışıyor iken, tüm yetkililere ilettiğim gibi,
Üç Enerji Bakanı, Cumhur ERSÜMER, Hilmi GÜLER, Zeki ÇAKAN’a ilettiğim gibi,
En yüksek Makam Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’na kadar ilettim.
Bunlar, şu kişi, şunu yedi, bu kişi bunu yedi gibi, yolsuzluk iddiaları değil…
Bu bilgiler, tamamen teknik konu ve bu sorunların, nasıl çözüleceğine dair, detay bilgileri…
Bu vesile ile şu hususu da, belirtmek isterim:
Yolsuzluk neticesinde, Devlet’in uğradığı parasal kayıp;
Teknik sorunlar çözülmeği, çözülemediği için;
Devlet’in uğradığı zararım yanında,
Devede Kulak gibi kalır….
Hazırladığım raporların, yapmayı taahhüt ettiklerimin her biri,
Türkiye’nin çağ atlamasına,
Gelişmiş Batı Devletleri seviyesine çıkmamızı sağlayacak, örnek projeler, örnek işler. işler.
Elektrik Mühendisleri Odası, 3.Enerji Sempozyumu kitabında,
20 Sayfalık bir Makale ekinde,
Çeşitli kademedeki Yöneticilere sunduğum rapor ve dilekçelerin tarih, numara ve kime verildikleri yazılı.
Bu bilgilere, bu yoldan da, ulaşabilirsiniz.
Televizyon programlarında, sunduğum bilgilere ve söylediklerime bir kulak verin.
YAĞMUR TUTMA PROJESİYLE, DAĞIN BAŞINDA, AYDER YAYLASI’NDA BÜYÜK GÜÇTE ELEKTRİK ELDE EDEBİLİRİZ. ANKARA İSTANBUL GİBİ ŞEHİRLERİMİZİ, YİNE BU PROJE İLE SEL BASKINLARINDAN KORUDUĞUMUZ GİBİ, ENERJİ DE ELDE EDERİZ, SU İHTİYACIMIZI DA, KARŞILARIZ.
Bu yeni geliştirdiğim bir proje.
10 Şubat 2016’da Kanal B Televizyonu’nda,
Bu projenin adını, Soyadını söyledik ama Proje babın da ortaya koymaya süre yetmedi,
Büyük Televizyon kanalları,
Günlük siyasi gelişmelerle uğraştıkları için,
Bu gibi teknik konulara, girmeye vakit ayırmıyorlar, ayıramıyorlar.
Birde Bizler, Batılılar karşısında duyduğumuz eziklik ve aşağılık kompleksini, henüz üzerimizden atamadık.
İllâki buluşları, önce yabancılar yapacak…
Televizyonlarda, yazdığım makalelerde; Elektrik birim fiyatlarını,
Termik Santallerdeki sorunları çözmek suretiyle,
Mevcut yakıtla daha fazla elektrik üretebileceğimizi,
Hava kirliliğini de,
Bu şekilde önleyebileceğimiz için,
İnsan sağlığını olumsuz etkilerden koruyabileceğimizi, artan kanser vakalarını önleyeceğimizi,
Bitki ve ziraat gibi konuların da, böylece hava kirliliğinden etkilenmeyeceğini,
Hep söylüyorum, hep yazıyorum ama nafile….
Öncelikle üzerimizdeki uyuşukluğu atmamız,
Kendi çıkarlarımızı korumamız, sorgulamayı öğrenmemiz lâzım.
Devlet Termik Santralleri iyi işletemiyor, daha pahalıya üretiyor gibi nedenlerden dolayı,
Termik Santralleri, Özel sektöre devretti ama
Özel Sektörde, bu Santralleri, Dünya standartlarında çalıştırmasını bilmiyor.
Bu gün geldiğimiz noktanın özeti bu.
Eğer Vatandaşlarımız ve sanayicilerimiz, bu konuya sahip çıkıp, baskı oluştursalar,
Sorun daha kolay çözülür.
Televizyon Kanalları da, günlük siyasal gelişmelerin etkisiyle
Maalesef, bu gibi konularla ilgilenmek istemiyorlar…
Bu itibarla tüm vatandaşlarımızın, günlük sorunların dışında,
Çıtayı yükseltmeleri;
Siyasetçilere biz niye Batı Devletleri seviyesinde değiliz,
Uzay yarışında, niçin bizler yokuz diye sormaları,
Sorgulamaları lâzım
Bundan sonrasında, Vatansever Bilim Adamlarına,
Vatansever ve ileri görüşlü Siyasetçilere ihtiyaç vardır….
Saygılarımla, 19 Ağustos 2017 Cumartesi
                                    Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ
                                             Enerji Uzmanı – Gazeteci Yazar
Referans Gazeteler:
1- 15 Ağustos 2017 Salı, SÖZCÜ
2- 14 Ağustos 2017 Pazartesi, SÖZCÜ(yarım manşet)           
3- 10 Ağustos 2017 Perşembe, SÖZCÜ (tam sayfa manşet)
4- 8 Ağustos 2017 Salı, SÖZCÜ ( tam sayfa manşet)
5- 5 Ağustos 2017 Cumartesi, Cumhuriyet  (yarım sayfa manset)
6- 1 Ağustos 2017 Pazartesi, Cumhuriyet (yarım sayfa manşet)
7- 5 Temmuz 2017 Çarşamba, Cumhuriyet(yarım sayfa manşet)

AHMET YALVAÇ & ANAYURT
Ahmet (Yalavaç) YALVAÇ; Makine Yüksek Mühendisi, Enerji Uzmanı, Gazeteci, Araştırmacı-Yazar, 
26 Ağustos 2011 Cuma

NİÇİN OLMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ…..!?
Sevgili ANAYURT  Okurları,bu gün sizlere hayvancılıkta,tarımda,sanayide, sağlıkta, ödemeler dengesinde,eğitimde, işşizlik konusunda,dış ilişkilerde…..vs de yıllardan beri sorunlarla boğuşuyor olmamızın nedenlerini, perde arkasını gördüklerime, bildiklerime ve  tecrübelerime  dayanarak sizlere aktarmak istiyorum.
Ben,değil Türkiye’nin bu sorunlarla boğuşuyor olmasını, Amerika,Almanya, Japonya, Çin…vs devletler gibi süper bir güç olmasını hayal ediyor ve istiyorum.
Uzay yarışında bile Türkiye’nin yerini almasını hayal ediyor ve istiyorum.
Sıradan vatandaşlarımızın bile,değil geçim sıkıntısı çekmesini,gelişmiş ülkelerin vatandaşları gibi her yıl bir yada birkaç yabancı ülkeyi gezmelerini hayal ediyor ve istiyorum.
ABD gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin uçak gemilerinin de Dünya denizlerinde dolaşmasını hayal ediyor ve istiyorum..
Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve bir Müslüman  Türk olarak Türkiye’nin bir süper güç olmasını,Dünyada sulh ve sükunun sağlanması açısından da gereklidir diyorum.Sorum şu:
Peki böyle bir süper güç olmak,Avrupa Birliğine girmek için  yalvarmakla,ABD’nin peşine takılmakla,Büyük Ortadoğu  Projesi BOP a eş başkan olmakla sağlanabilinir mi?
Sağlanamaz. Zira  ne AB Devletleri,ne ABD ,nede başkası Türkiye’nin niye süper güç olmasını istesin?
Kimseyle  düşman olmamıza gerek yok.Ama kimsenin bizi bizden daha fazla sevmeyeceğini,sevemeyeceğini bilelim.
Peki Türkiye kendi imkanlarıyla bir süper güç olabilir mi? Bence olabilir.
Türkiye tarımda,sanayide,sağlıkta,eğitimde.askeri teknoloji de…..vs de süper güç olma yönünde önüne bir hedef koyarsa,kendi teknolojini yaratacak mühendisini yetiştirir,fabrikasını kurar,gerekli parayı da bulur.
Şunu unutmayalım: Osmanlı İmparatorluğu Avrupa da Viyana  kapılarına, kuzey Afrika da Fas sınırlarına, Güneyde Aden Körfezine,Hint Okyanusuna dayanırken,
Bu iş  sadece kılıç gücü ile mi başarıldı? Hayır, teknoloji geliştirmekle ve onu kullanmakla başardı. 600 kusur yıl yaşaması ise, tebaası olan milletlere hakkaniyetle, hizmetle, adaletle yaklaşması sayesinde oldu.
O zaman bu imparatorluğu kuranlarda ve yaşatanlarda bir Dünya imparatorluğu bir süper güç olma yönünde bir azim, bir istek, bir irade vardı,Ve diğer hususlar böyle bir hedefin gereği olarak   yerine getirildi,başarıldı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesi ve nihayet yıkılması ise,Onu yönetenlerde,bu azim ve isteğin azalması yada yetenekli kişilerin iş başında olmamaları ile ilgili .
İmparatorluğun cephelerde yapılan savaşları kaybetmeleri ise,dini inancın zayıflamasından kaynaklanan bir husus değil,teknolojiye ayak uyduramamaktan kaynaklanmıştır.Şimdi girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği Devletlerinin arzu,istek ve reçetelerine uymamızdan onlara sırtımız dayamaktan kaynaklanmıştır.
Gerileme ya da duraklama dönemine geçilmesi önce felsefi ve din eğitiminin, pozitif ilimlerin önüne geçmesiyle başlamıştır. Mühendislik bilimleri, fizik,tıp.vs gibi konularda
Bugünde yaşadığımız sorunlar da, körü körüne Avrupa Birliği Devletlerine ve ABD’ye sırtımızı dayamamızdan ve onların bize sundukları reçeteleri uygulamaya çalışmamızdan kaynaklanıyor.
Osmanlının küllerinden Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran sayın Mustafa Kemal Atatürk ve Onun silah Arkadaşlarını, bu Vatan için canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimizi minnetle ve şükranla anıyorum.
Türkiye Cumhuriyetinin öyle kolay kurulmadığını bilelim. Yapılan Devrimlerin,koulan kanunların ve kuralların,yaşanan acı tecrübelerin neticesinde konduğunu kabul edelim.
AKP Hükümetinin zamanında Kuzey Irakta askerlerimizin başına ABD’li askerler tarafından çuval geçirilirken bir şey yapamadığımızı göz önünde bulundurursak,
Sayın Başbakanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ın DAVOS ta ONE MİNUTE demesine karşılık olarak ,İsrail’in Akdeniz de uluslar arası sularda Mavi Marmara adlı gemimize baskın yapıp (9) vatandaşımızı katletmesi karşılığında çaresiz kalışımızı,bir şey yapamayışımızı göz önünde bulundurursak,
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in sayın Başbakanımız ve Devlet Erkanına hass……..tir çekmesine karşı bir şey yapamadığımızı düşünürsek,
Barış ve Demokrasi Partisi Milletvekillerinin,Devletin ve Milletin bölünmez bütünlüğüne karşı Anayasa suçu işlemelerine karşın bir şeyler yapılmadığını,yapılamadığını göz önünde bulundurursak 
Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk  ve silah arkadaşlarının o günün  yokluk ve kısıtlı imkânları ile  ne kadar büyük işler başardıklarını  daha iyi anlıyoruz.
Türkiye’nin süper güç olma  yönünde yapmasını hayal ettiğim, istediğim hususların gerçekleşmesi için bizi yönetenlerin öncelikle Türklük  ve Türkiye Cumhuriyeti ile bir sorununun olmaması lazım.
Şu hususu kabul edelim.Türk,Türkiye Cumhuriyetinin ve Osmanlının kurulmasına önderlik eden kişiler Türktürler.
Zira en zor anlarda bile Türkler Devletinin yanında olmuşlar,ayrılık gayrılık yapmamışlardır.
Yeniden yükselişe  geçebilmemiz için daha önce yaşadıklarımızı tahlil edip onlardan ders çıkarmamız lazım.
Başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere,Türkiye Cumhuriyetinden önce kurulan 16 Türk devletinin nasıl kurulduklarını ve nasıl yıkıldıklarını araştırmalı ,önemli hususlar kitap ve film haline getirilmeli ve Halkımızın bilgilendirilmesi ve yaşananlardan ders alınması için  istifadeye sunulmalıdır
Özellikle Osmanlı döneminde yaşananların çok işimize yarayacağı kanaatindeyim.
Ayrıca Cumhuriyetimizin nasıl ve hangi şartlarda kurulduğunu çok iyi bilmemiz lazım, bunları evlerimizde ve okullarımızda  çocuklarımıza, gençlerimize çok iyi anlatmamız lazım
Cumhuriyet döneminde çıkan isyanları ve bunları kimlerin çıkarttıklarını çok iyi bilmek lâzım. Ve nihayet Mustafa Kemal Atatürk’ün Büyük Nutkunu ve onun Gençliğe Hitabesini okumamız ve özümsememiz lazım.
Bu hususları niçin vurgulamak gereğini duyuyorum!?
AKP iktidarı ile birlikte, Atatürk İlke ve İnkılaplarına, Cumhuriyetin kazanımlarına, Ordumuza savaş açıldığını ve bu savaşın her alanda devam ettiğini üzülerek görmekteyiz.
Şu hususu unutmayalım: Kahramanlarına sahip çıkmayan milletler ayakta kalamazlar!
Cumhuriyet döneminde Atatürk  sayesinde   emperyalistlerden  kurtulmuştuk, kalkınma yolunda, eğitimde sağlam adımlar atmaya başlamıştık.
Bu olumlu çalışma Demokrat Parti DP’nin Başbakanı Adnan MENDERES ile devam etti, zorluklarla da olsa. Ve nihayet 2002 sonunda iktidara gelen Adalet Ve Kalkınma Partisi ile tekrar emperyalistlerin  kucağına düştük.   
Bu gün, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en zor günlerini yaşıyor. Ülkemiz bölünme tehlikesiyle  karşı karşıya.
Emperyalistler önce elbette topla, tüfekle gelmezler. Önce birlikte çalışabilecekleri; istediklerini yaptırabilecekleri kişilerin iş başına gelmesini sağlarlar. Bundan sonrası kolay. Emperyalistlerin taleplerine kılıf uydurularak reformlar, yeni kanunlar,hatta Anayasa değişiklikleri ile hayata geçirilir.Bugün, Ulusumuzun yararına olmayan, Muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin ısrarlı itirazlarına rağmen geçirilen kanun maddeleri ve Anayasa değişikliklerine bu gözle bakmak lazım
Demokratik Açılım….vs gibi hikayelerde emperyalistlerin talepleri….! Gerisi boş laf.
Cumhurbaşkanımız ne demişti:Eğer biz bu Kürt Sorununu çözmezsek, birileri gelir,çözer. Aslında birileri dediği, Amerika Birleşik Devletleri. Zaten Sayın Başbakanımız da Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) Eş Başkanı olduğunu söyleme dimi!
Peki sayın Başbakanımız ABD nın isteklerine hayır diyebilir mi? Diyemez.Eğer derse kendisini alaşağı ederler
Sayın Başbakanımız, ABD’lilerin öldürdüğü 1,5 milyon insan için  bir kınamada bulundu mu, tecavüze uğrayan Iraklı kadınlar  için bir kınamada  bulundu mu? Hayır. Üstelik ABD’li askerlerin başarısı için dua etmiş. Hani nerede kaldı din kardeşliği….!?
İşin ilginç tarafı , bazı vatandaşların olup bitenleri hala anlayamamaları ve sayın Başbakanımızı bir kahraman olarak görmeleri.Bir defa ona Müslüman dediler ya…!
Bugün başta Diyarbakır olmak üzere, Güneydoğu Bölgesindeki çoğu yerleşim yerinde
Devletin  otoritesinden bahsetmek maalesef mümkün değil.Devletine  Milletine bağlı,   işinde gücünde olan ve oralarda yaşayan çoğu vatandaşımız da, Devlet otoritesinin olmamasından dolayı PKK’nın etki alanı içerisine girmiştir.
PKK’nın azgınlaşmasından, işinde gücünde olan vatandaşlarımızın güvenliğinin sağlanamamasından ve bugün gelinen noktadan birinci derecede AKP iktidarı sorumludur.
Yabancı devletlerin başta ABD olmak üzere , konsolos, büyük elçi,yada özel temsilcilerinin doğrudan ve sık sık Diyarbakır ı ziyaret etmelerine ve yerli Halkı kışkırtmalarına seyirci kalmıştır. Bu ziyaret ve kışkırtmalar neticesinde onlara ayrı bir millet  oldukları bilinci aşılanmış ve bugünkü kaos ortamı yaratılmıştır. Acaba Türk yetkililerin Batı Trakya Türklerini, yada ABD de Kızıl Derili bölgelerini sık sık ziyaret etmek isteseler, Yunanistan hükümeti, yada ABD hükümeti buna müsaade eder mi ?
GÜNEYDOĞU DA  NE YAPILABİLİRDİ ?
Başta Diyarbakır da yaşayanlar olmak üzere, çoğu  Kürt vatandaşlarımızın Türkmen oldukları yönünde bilimsel araştırmalar var. Eğer biz , bu vatandaşlarımıza Macarlar ve Bulgarlar örneğinde olduğu gibi Türk oldukları bilincini kazandırmış olsaydık, bu gün kendilerini ayrı bir ırktan sanmazlardı.
Sonra, Türkiye’de hiçbir kimse etnik kökeninden dolayı  bir ayrımcılığa uğramamıştır.
Kürt vatandaşlarımız da kabiliyet ve imkanlar ölçüsünde istediği üniversitede okuyabilir, istediği işe girebilir, istediği mesleği seçebilir,hatta cumhurbaşkanı bile olabilir,
Hatta olmuştur da.
Aslında bizim kültürümüzde ayrımcılık yoktur. Ayrımcılığı isteyenler, buna zemin hazırlamaya çalışanlar,bizim birlik ve beraberliğimizi bozarak bundan çıkar elde etmeye çalışan dış güçlerdir.Cumhuriyet  döneminde  çıkartılan Kürt isyanları da bu amaca yönelik olmuştur.
Adalet ve Kalkınma Partisi aslında din ekseninde ideolojik bir partidir. Eğer ortak noktaları olmasa, amaçlarına uygun düşmese, ABD’nin ve Avrupa Birliği devletlerinin arzu ve isteklerine uygun kanunları çıkarmazlar, Anayasa değişikliği yapmazlar.
Öyle anlaşılıyor ki Devletin ve Milletin bölünmez bütünlüğünü tehlikeye sokacak, hatta ortadan kaldıracak Anayasa değişikliği seçimden sonra yapılacak. Tabiî ki eğer AKP birinci parti olabilirse…!
BALYOZ TUTUKLAMALARI
Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının,özellikle de üst düzey komutanların, Balyoz, Ergenekon….vs gibi adlar altında değişik zamanlarda tutuklanmaları,salıverilmeleri, tekrar tutuklanmalarının bir ihtiyaca, bir amaca yönelik olduğu anlaşılıyor.
Bu işin dış boyutu olsa da, ben şimdilik ıç boyutuna değinmek istiyorum. Aslında ben , bundan önceki makalemde TSK mensuplarının tutuklanmalarına başka açıdan da kısaca değinmiştim.  Bugünkü  biraz daha başka açıdan.
TSK’nın İç Hizmet Kanununda, TSK ya Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi verilmiş. Bu taraftan baktığımızda şöyle bir yorum ortaya çıkıyor:
Aslında Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi, Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinin ihlali ile ilgili durumlarda TSK ya verilen bir müdahale yetkisidir. Meseleye  bu açıdan bakmak lazım.
Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesine müdahale ,Marksist Leninist İktidardan da gelebilir, din eksenli ideolojik bir İktidardan da gelebilir.
TSK’nın belli bir şablonu vardır. Bu maddeleri ihlal etme yönünde mevcut AKP İktidarı , eğer potansiyel bir tehlike durumu arz ediyorsa, TSK’nın sorumluları, elbette bir senaryo hazırlayıp ,eğitim çalışmaları yapabilir. Anayasada bu madde varken, yapılan bu önleme ve seminer çalışmasını, İktidar Partisinin bunları kendisine darbe yapacaklar gerekçesiyle TSK mensuplarını tutuklamaya hakları ve yetkileri var mı? Yapılanlara bu açıdan bakmak lazım.
Eğer gücün yetiyorsa, Anayasada İç Hizmet Kanunu ile TSK ya verilen Cumhuriyeti koruma ve kollama  yetkisini iptal edersin . Sorun kendiliğinden çözülmüş olur.
Öyle anlaşılıyor ki, AKP iktidarı kendi siyasi ihtiyaçlarına göre , TSK mensuplarını içeri  alıyor çıkarıyor, alıyor çıkarıyor……Bende herkes gibi bu oyunun nasıl sonuçlanacağını merak ediyorum
Bu durum bazı kesimde şöyle yorumlanıyor:
Bu güne kadar Askerle kimse uğraşamıyordu, Başbakana Helal olsun …..!
Ama, böyle bir taktik AKP ye siyasi çıkar sağlasa bile ,TSK’yı imaj ve prestij kaybına uğratacağından Ülkemiz güvenliğine zarar verir.
İşin başka bir boyutu da bence şu: olmasından     
TSK’nın yapısı ve TSK mensuplarının yetişme şeklinin farlı olmasından dolayı, İktidar TSK’yı kendi ihtiyaçlarında kullanamıyor. Bu maksatla Silahlı Kuvvetleri ve onun Mensuplarını aciz ve gereksiz gösterip yerine başka bir gücü ikame etmek istiyor olabilir. Örneğin Polis Gücü olabilir,yada İç İşleri Bakanlığına bağlı başka bir Silahlı Güç Teşkilatı olabilir . Yani Genel Kurmay Başkanlığı devre dışı bırakılmak isteniyor.
Hükümet, bu güne kadar YAŞ  kararları gereğince TSK dan ilişkileri kesilen Silahlı Kuvvetler  mensuplarına af getirerek  Kurumlarına geri dönmelerini, arada geçen zamanın emekliliklerine sayılmasına , suç unsuru olarak dosyaya giren belgelerin , dosyadan çıkartılmasına dair kanun çıkarmak istiyor.Böyle bir kanun teklifi yada kanunun , beraberinde YAŞ kararı ile TSK dan atılanlar da geri dönerlerse Silahlı Kuvvetlerimizin de yeni tartışmaları ve gerginliği de getireceği kesin. .
Hükümetin İrticanın bir tehdit olduğunu Milli Güvenlik Belgesinden çıkarmasını ,YAŞ kararı ile Ordudan atılanların TSK ya geri dönmesine zemin hazırlamayı, TSK’nın siyasallaşması yönünde adımlar olarak değerlendiriyorum.
Televizyonlarda, bir Yüzbaşının hedef tahtasını bir erin eline tutuşturarak,diğer erleride hedef tahtasını tutan erin, sağına soluna dizerek değişik pozisyonlarda ateş etmesini dehşetle izledik. Üstelikte 12 den vurmuş. Böyle bir denemeyi tasvip etmek elbette mümkün değil.Ama ben bu olayı başka yönden değerlendirmek istiyorum
Acaba bu görüntüler kimler tarafından elde edildi ve nasıl servise sokuldu ? Acaba ABD uydularının TSK’yı o kadar yakından ve net olarak izleme imkanı vardır da, yoksa onlar mı servis ettiler? Bence işin çok önemli olan, belki de düşünülemeyen diğer tarafı şu:
Bu görüntüler, Türk subayının ve erlerinin nekadar cesur ve eğitimli olduğunu  gösteren bulunmaz bir örnektir. Bu görüntüler,düşmana korku dostlarımıza güven veren bir belgedir.
Ama bu görüntüleri servis edenlerin asıl amacının,TSK yı yıpratmak olduğuna inanıyorum.
Türk askerinin Kore’de gösterdiği kahramanlık ve aldığı sonuç, Kıbrıs’ta gösterdiği  gösterdiği kahramanlık ve aldığı sonuç, yakın tarihimizin canlı örnekleridir. Silahlı Kuvvetlerimizin elde ettiği bu başarılar, aslında genlerimizde de mevcut olan kahramanlık ve gözü pekliğin dışında, iyi bir eğitim, organizasyon ve mevcut silahları  çok iyi kullanmasından kaynaklanıyor.Bizim askerimiz kendine verilen görevi her türlü şartlarda yerine getirir, Kardak Kayalıkları krizinde olduğu gibi. Yeter ki Siyasilerimiz onlara müdahale etmesin, onların elini kolunu bağlamasın…!
Kuzey Irakta askerlerimizin başına çuval geçirilmesi, çoğu vatandaşımız gibi hala benimde kalbimde onulmaz  bir yaradır
Gazi Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesinde verilen bir konferansa katılmıştım. Askerlerimizin başına kuzey Irakta çuval geçirilmesine gelince, bir öğrenci konu ile ilgili olarak şöyle dedi: Askerlerimizin başına çuval  geçirildiğinde Amerikalı askerlere müdahale etmeyerek, devletler arası bir krize sebebiyet vermemelerinden dolayı askerlerimizi kutluyorum dedi  Bunun üzerine emekli Albay hiddetlenerek şöyle dedi:
Ne gurur duyması kardeşim, o Askerler birkaç peşmerge ile birkaç Amerikalı askeri yere serip, sonrada kurşunu kendi beyinlerine sıkıp intihar etselerdi ancak ozaman gurur duyardım dedi. Ve meselenin oluş şeklinide şöyle anlattı:
Oradaki Askerlerimiz özel eğitimli askerler idi.O zaman kuzey Iraktaki Amerikalı askerlerin  komutanı Albay, hani biz onlarla müttefikiz ya, Türk Birliğini ziyarete geleceklerini söylüyor. Ve o gün geliyor;Peşmergelerle beraber gelen Amerikalı askerlerin sayısı gittikçe artıyor. Askerlerimiz bunun bir dostluk ziyareti olmadığını anlıyorlar. Sonuçta ne yapılması gerektiği hususunda Ankara da Genel Kurmay Başkanlığına durumu intikal ettiriyorlar. Hükümetle de yapılan istişare sonucunda sakın müdahale etmeyin deniliyor.İşte Askerlerimizin  başına  çuval geçirilmesinin aslı böyle imiş.
TSK da disiplin esastır ve her şey emir komuta zinciri içinde yapılır. Yüzbaşının canlı hedefler eşliğinde atış denemeleri  yapmasının yorumlarını değişik açılardan  verdim Disiplinle ilgili olarak şu ilaveyi de yapmak istiyorum:Eğer Komutanı nu çağırıp fırça atsa ve sana şu kadar hapis cezası veriyorum dese, o çılgın yüzbaşı , emredersiniz komutanım diyerek selam çakar ve gider.Buradan varmak istediğim  sonucu kısaca şöyle özetleyebilirim:
Önce tutuklayıp, sonra serbest bırakmak, sonra tekrar tutuklanmak istenildiğinde bunu gururuna yediremeyip intihar eden TSK Mensupları var. Demek istediğim şudur ki, TSK mensupları kendilerine yapılanlardan son derece rahatsız. Bunun sonucunda olabilecekleri de hesaba katmak lazım
Emekli yada muvazzaf olsun, üst düzey TSK mensuplarını içeri almakla onları sindireceklerini sananlar varsa , yanıldıklarını söylerim.Zira TSK bildiğim kadarı ile toplamı 500 bin yada daha fazla olan bir kurumdur. Yukardaki  örneklerden de anlaşılacağı üzere, daha alt kademedeki biri , yada birileri her an bir çılgınlık yaparsa şaşmamak lazım.Yapacağını yapar, sonrada kendisi intihar edebilir
Başka bir potansiyel tehlikede şurada: Polis üst düzey bir komutanı, yada daha alt seviyedeki bir subayı tutuklamak istediğinde yada evini aramak istediğinde, her an bir polis-asker çatışmasına dönüşebilir. Sonuçta Hükümet- Asker çatışması, yada Polis-Asker çatışmasının kazananı olmaz ve bundan ülkemiz zarar görür
Bunları sadece sayın Başbakanımızı ve AKP’yi iş  olsun diye  eleştirmek için yazıyor değilim, bilakis bazı uygulamalarda  potansiyel tehlikelere dikkatlerini çekmek istiyorum.
Sayın Başbakanımızın uygulamalarını ve AKP’yi  görsel ve yazılı basında savunan çok sayıda taraftar var. Aslında onlara her uygulamada alkış tutan bu gibi medya mensupları, bilerek yada bilmeyerek, bilhassa sayın Başbakanımıza kötülük ediyorlardır.
Ben Merkez Sağ Çizgisinde olan, Müslümanlığa ve de bilhassa onun özüne gerçekten inanan bir kişiyim.Yolda bir para bulsam bile almam, en fazla götürür Polise veririm. Ben Müslümanlığı babamdan ve ailemden böyle gördüm. Bu eleştirilerimi de iyi bir vatandaş olma bilici ile yapıyorum.
Makalenin başı şöyle idi: 
NİÇİN OLMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ ? 
Sayın Başbakanımız ve onun partisi AKP’yi de bu ana başlığın içinde, siyaset ve siyasetçinin  kalitesinin de bir faktör  olduğunu vurgulamak için örneklemek istedim
Bundan sonrasında iyi ve zayıf yönlerimizi de göz önünde bulundurarak  tahliller yapmaya  ve bu makaleyi tamamlamaya çalışacağım.
SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE  DİNİN ETKİSİ
Daha önceki makalelerimde de söyledim; ben K. Maraşlıyım. Ben 8-10 yaşlarında iken Hafız Ali Efendi lakabıyla  anılan yaşlı bir hoca vardı . Her halde Medrese mezunuydu, Ramazan aylarında  Ulu Camide vaaz verirdi, kendisi bizim mahalleden sayılır. Cami ile ev arası 700-800 metre Hafız Ali Hoca Efendi, camiden eve gelinceye kadar arada uzun bir mesafe olmasına rağmen kimse önünden geçmezdi Ben Hocanın birkaç vaazını izledim O bir vaazında şöyle diyordu:
Ey Müslümanlar! Gâvur diye adlandırdıklarınızın yapmış olduğu kolonya şişesini elinize aldığınızda nede güzelmiş diye imrenirsiniz. Siz niye bundan daha iyisini yapmaya çalışmazsınız? Vaazlarının hepsinde buna benzer şekilde insanları pozitif istikamete yönlendirmeye çalışırdı. O günden bu yana böyle bir din adamı daha görmedim. Benim mühendis olmamda, pozitif düşünmemde, genetik yapım önemli bir faktör olsa da, bu Hocamızın da söylediklerinin etkisi olduğunu söyleyebilirim Onu saygı ile ve rahmetle anıyorum
Öldüğünde çok sayıda İslam  ülkesinden taziye mesajları gelmişti. Bunu konan çelenklerden  anlıyoruz. Demek ki aydın fikirli Hocanın ilim ve irfanı Dünya çapında kabul görüyormuş. Burada vurgulamaya  çalıştığım önemli husus, muasır medeniyetler seviyesine süratle ulaşmamızda, hatta onu aşmada böylesine aydın din adamlarına ve yetiştirilmelerine çok  ihtiyaç vardır.Zira Halkımızın büyük çoğunluğu, istesekte istemesek te Hocaların söylediklerine, telkinlerine başkalarının söylediklerinden daha fazla inanır.
Eğer bu yapılmazsa siyasilerin Oy deposu haline gelir.
Dünyanın diğer yerlerinde de İslamı doğru bilindiği, doğru uygulandığı kanaatinde de değilim. İslam ülkelerinin içinde yine en iyisi Türkiye Bu itibarla bize bu günleri hazırlayan Mustafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşlarını şükranla ve minnetle anmamız lazım
İslamiyet Arap yarım adasında doğup gelişmesini tamamladıktan sonra, kuzey Afrika’da yayılmış, buradan İber yarımadasına; İspanyaya geçerek Büyük bir Medeniyet yaratmışlardır. Ne yazık ki daha sonraları Hırıstiyanlar tarafından yıkılmışlardır.İlkel bir Arap toplumundan muasır bir medeniyet seviyesini yakalayabilmek elbette küçümsenemez. Bu itibarla ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ’nin kuruluş ve yıkılışını da ders almamız  açısından masaya yatırmamız lazım.
SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE AD DEĞİŞTİRME İHTİYACINI DUYMAMIZ
Bizim önemli bir nedenimiz olmadığı halde sokakların  ismini, caddelerin ismini değiştiririz , yada başkalarının yapmış olduğu eserleri, düzenlemeleri değiştirip, kendimize göre bir uyarlama yapmakta hiçbir sakınca görmeyiz. Birileri çıkıp ta bu değişikliği niye yapıyorsun diye de sormaz. Örnegin K. Maraşta Kurtuluş Savaşında Fransız askerleri ile ,orada sütçülük yapan ve Sütçü İmam lakabı ile anılan bir Kahramanımızın Fansız askerleri ile çatıştığı ve Fransız askerlerini öldürdüğü bir yer var . Orası Uzunoluk Hamamı diye adlandırılan bir yerdi Ama şimdi yerinde yok. Zamanın Belediye Başkanı o hamamı yıkıp yerine park yapmış. Biz tarihimize sahip çıkmasını ve onu korumasını da bilmiyoruz..Yeni yetişen nesillerimize tarihimizi nasıl anlatacağız?
Fransız askerleri K.Maraş ı işgal ettiklerin de ,Fransız askerleri hamamdan çıkan kadınlarımızın Peçelerine el atarak, şöyle diyorlar: Burası artık Fransızlarındır, artık bu kıyafetle gezemezsiniz. Bunun üzerine Sütçü İman tabancasını çıkartarak ateş ediyor ve Fransız askerlerini orada öldürüyor. Bu hareket , K.Maraş’ın ve Türkiye’nin kurtuluşunda bir başlangıç teşkil ediyor. Bu örneği özellikle tarihimizi bilmediklerini yada bilmek istemedikleri izlenimini veren siyasilerimizin, Batı ile bu kadar can ciğer sarmaş dolaş olmalarını, Tarihten ders almamak adına, sakıncalı ve yanlış bulduğumu vurgulamak açısından verdim.
Ben sorunları çözmek isterken, sadece bir şeyin adının değiştirilmesinin bir fayda sağlamayacağı kanaatindeyim. Üstelik bu anlamsız değişiklikler kafa karışıklığına da neden olur. Örneğin belediye otobüs duraklarının gereksiz yere yerlerinin değiştirildiği ve yeni durağın yerini buluncaya kadar gideceğimiz yere zamanında gidemediğimiz herkesin yaşadığı, yaşayabileceği olaylar serisindendir
AKP İktidarı ile başlayan Kanun ve Anayasa değişikliklerinde de ısrarlı olunmasını, ve Halkımızın önemli bir kesiminin de ses çıkarmamasını, yabancı güçler istese bile, ben, burada Genetik Yapımızın da etkili olduğu kanaatindeyim.
Biz aslında çok saf bir Milletiz; abartılı sözlerden, yaldızlı laflardan, sırtımızın sıvazlanmasından çok hoşlanırız.Kurulan tuzağı ne zaman sonra fark ederiz. Ama o zamanda iş işten geçmiş olur.Rahmetli babamın bir sözü vardı;Bir musibet, Bin nasihatten evladır derdi. Bu örneği de ders almamız, dikkatli olmamız açısından veriyorum
Batı Kültüründe duygusallık yoktur, sadece çıkar ilişkileri vardır. Bu itibarla başta sayın Başbakanımıza yabancıların methiye düzmelerine, başta sayın Başbakanımızın ve Halkımızın ihtiyatla yaklaşmasını özellikle tavsiye ederim.
Bir yabancı, hele hele Devlet ve Hükümet Yetkililerimize methiyeler düzüyorsa, bilinmeli dir ki bizden kendi lehlerine bir şeyler koparmak istiyorlardır.
Yabancı boş durmuyor; bizim neyden hoşlandığımızı, zayıf taraflarımızı,ve Genetik Yapımızı çözmeye ve bundan yararlanmaya çalışıyor Bizde elini omzumuza atan yabancıyı, örneğin dostumuz sanıyoruz.
Sayın Turgut ABD yi ziyaret ettiğinde mevsim kış idi. O zaman ABD Başkanı olan baba Bush’ta sayın Özal a üşümesin diye kendi parkasını çıkarıp vermişti Ama sayın Özal öldüğünde , aynı baba Bush bir kütüphanenin açılışını bahane ederek cenaze törenine katılmamıştı. İşte Batı budur.
Girit savaşını cephede kazanmış olmamıza rağmen, Batılıların vaatlerine kanıp Masada kaybetmişiz. Örnekleri daha da çoğaltabiliriz, ama bu kadarını yeterli görüyorum
BİR ŞEYİN BAŞI YA DA BİR İŞİN BAŞINDA OLMAYI ÇOK SEVİYORUZ
Şantiyelerde geçen iş hayatımda bunun çok ilginç örneklerini yaşadım. Yalvar minnet işe giren düz işçi bile kendine verilen işi yapmıyor, çok geçmeden kaytarmanın yollarını aramaya başlıyor,en azından amele başı olmak istiyor. Bu örnek yüksek tahsil yapmış olanlar içinde geçerli. Örneğin bir mühendis, işe başladıktan sonra, etrafı tanıdıktan sonra, Birilerini de devreye  sokarak,önce Baş Mühendis, ardından da,Müdür…vs olmak ister. Hele hele bir Siyasi Partinin davulunu da çalıyorsa, o Şahsın gelemeyeceği Makam yoktur. Ne terfi etmek isteyen kişi, nede onun bu Makama gelmesine yardımcı olan Kişi, onun  bu işi yapıp yapamayacağına ,uzman olup olmadığına hiç bakmaz. Zaten sorunlarda buradan kaynaklanıyor. Bir Şeyin Başı Yada Bir İşin Başında olmak tutkusunun da Genetik  Yapımızdan kaynaklandığına inanıyorum
Eger bizim insanımız iyi eğitilmezse, bir yolunu da bulup eğer başa geçerse, çok tehlikeli sonuçlar ortaya çıkabilir, insanımızın bu tutkusu yüzünden
İŞLERİN DÜZELTİLMESİNDE DEMOKRASİNİN ÖNEMİ VAR MI?
Bir kere ben demokrasiyi çoğunluğun azınlığa tahakkümü olarak görmüyorum. Bu itibarla mevcut çoğunluğa dayanarak dayatma ile Kanun çıkartılmasını , Anayasa’nın önemli maddelerinin değiştirilmesini doğru bulmuyorum ve bunun demokrasi olduğuna da inanmıyorum.
Her ne kadar demokrasi, Halkın kendi kendini idare etmesi şeklinde tarif ediliyor ise de, ben bazı açıklamalarla bu soyut kavramın içini doldurmak istiyorum:
Demokraside Halkın kendisini bilgisi ile, tecrübesi ile yönetebilecek  kişileri seçebilmesi için, mevcut İktidarın rekabet şartlarına uyması ve bu konu da gerekli ortamın sağlanması hususunda bir gayret içinde olması, bunu hal ve hareketleri ile herkese hissettirmesi lazım
SİYASET VE SİYASETÇİNİN KALİTESİNİN ÖNEMİ
Daha önceki makalelerimde de,bu hususa değişik vesilelerle değindim, şimdi tekrar değinmek istiyorum: Sorunların bir türlü çözülememesini, yada olmamız gereken yerde bir türlü olamayışımızı, siyaset ve siyasetçinin kalitesine, yada Halkımızın bir siyasetçide nelerin aranmasının gerektiğini tam olarak bilememesinden, ve duygusal davranmasından kaynaklandığına inanıyorum.
Bugün Türkiye, 50-60 sene öncesinin Türkiye’si değil. Hem ağzı laf yapıp, hem de kariyer sahibi insanlar var. Hem Parti Genel  Başkanları, hem de Milletvekili Adayları seçim kampanyalarında uzmanlık alanlarını ve Meclise girdiklerinde, Türkiye’nin  hangi sorununu nasıl çözeceklerini anlatmalı ve Halkımızın da kendini idare etmek isteyenlerde bu özelliklerin olup olmadığını sormalıdır. Saygılarımla, (ANAYURT 26 Ağustos 2011 Cuma)
MÜSLÜMAN TOPLUMLAR İLE MUSEVİ TOPLUMU ARASINDA; BİLİME HİZMET VE NOBEL BAĞLAMINDA MUKAYESE…
Musevi denildiğinde, her ne kadar, Yahudi Toplumu kast edilse de;
Bu tam olarak doğru değil…
Musevilik, Hazreti Musa’nın, insanlığa getirdiği Dindir.
Yahudi ise Musevi Dini’ne mensup olan bir Irktır.
Yahudiler, Araplar gibi Sami ırkına mensupdurlar. Konuştukları Dil ise İbranicedir.
Yahudi Toplumu,Museviliğin kendilerine gönderildiğine inandıklarından;
Bu Dinin Dünyada yayılması için için, özel bir gayret göstermediklerinden, Musevi denilince, genelde Yahudi Toplumu anlaşılmaktadır.
Gazeteci Yazar Cengiz ÖZAKINCI’nın yaptığı araştırmaya göre,
Ki bu araştırmalarını bir kitapta toplamış,
Ve bu bilgileri Gazeteci Yazar, Hulki CEVİZOĞLU’nun Programı,
Cevizkabuğu’nda açıklamıştı.
İleride sizlere, bu programı da, aktarmaya çalışırım.
Sayın Cengiz ÖZAKINCI’nın, bu programla, ortaya çıkardığı, vurgulamaya çalıştığı hususlardan biri de şudur: Musevi, ya da, Yahudi olarak bildiğimiz, Musevilerin, büyük bir çoğunluğu, Musevi Dinine mensup, Hazar Türkleri’nden oluştuğudur.
Asıl Yahudileri; Musevi Dinine mensup olan, Hazar Türleri’nin çoğunun da, Yahudi olarak adlandırıldığını öğrendiklerinde,
Birbirlerinden kız alıp-vermemeye başladıklarını da, öğreniyoruz.
Örneğin Amerika’da Jakop, Türk isminde, bir Musevi,
Soyadından, bunun bir Türk olduğu anlaşılıyor.
Bu gün, Tarih bilgilerinden, Hazar Denizi’nin güneyinde, sayıları 60 Bin, 100 Bin kadar, Musevi-Hazar Türkü bulunduğunu ve İbranice konuştuklarını biliyoruz.
İbranice konuşan Hazar Türklerinin, ana dilleri Türkçe olmasına rağmen,
İbraniceyi, Musevi Dinine geçtikten sonra öğrenmişlerdir.
Dolayısıyla, Bilimin gelişmesine, NOBEL ödülü bağlamında katkı koyan Bilim adamlarından bir kısmının, Hazar Türkü olduğunu da, var saya biliriz.
Dolayısıyla Yahudilik, yada Museviliğin, bir yaşam tarzı, bir kültür olduğunu söylemek, daha doğru bir yaklaşım tarzı olur….
Aşağıda sizlere aktardığım bir araştırma yazısı,
Pakistanlı Bilim Adamı, Dr. Faruk Saleem tarafından kaleme alınmıştır.
Bende, siz okuyucular için faydalı gördüğümden,aynen aktarıyorum.
Bizlerinde, bir Türk ve Müslüman olarak,
Akıl ve bilimi kendimize rehber edinmemiz,
Özellikle Eğitimi,Dini esaslara göre şekillendirmek istemenin yanlış olduğunu, vurgulamak istiyorum. Gerisini, Yazarın kaleminden izleyelim.
DİNLERE GÖRE KALKINMIŞLIK ORANLARI 
Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi/Musevi var. (Kuzey ve Güney Amerika'da 7 milyon, Asya'da 5 milyon, Avrupa'da 2 milyon ve Afrika'da 100 bin Musevi yaşıyor.)
Peki, kaç Müslüman var: 1,4 milyar Müslüman. (1 milyar Asya'da, 400 milyon Afrika'da, 44 milyon Avrupa’da, 6 milyon Amerika kıtasında.)
Yani dünyada 1 Musevi’ye karşın 100 Müslüman var...
İyi ama Yahudiler Müslümanlardan niçin 100 kat daha güçlü ve daha zengin ve daha eğitimli ve daha mucitler?
Tarafsız ve bilimsel yollarla tespit edilmiş nedenlerini öğrenmek istiyorsanız lütfen okumayı sürdürün...
Tüm zamanların en etkin bilim adamı Albert Einstein bir Yahudiydi.
Psikanalizin babası Sigmund Freud bir Yahudiydi. Karl Marks Yahudiydi.
Tüm insanlığa zenginlik ve sağlık katmış Yahudilere bakalım:
*Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini armağan etti.
*Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını geliştirdi.
*Gertrude Elion lösemiye karşı ilaç buldu.
*Baruch Blumberg Hepatit-B aşısını geliştirdi.
*Paul Ehrlich frengiye karşı tedaviyi buldu.
*Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili buluşuyla Nobel ödülü kazandı.
*Gregory Pincus ilk doğum kontrol hapını geliştirdi.
*Bernard Katz nöromasküler iletişim (kaslarla sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı.
*Andrew Schally endokrinoloji (metabolik sistem rahatsızlıkları, diyabet, hipertiroid) tedavilerinde kullanılan yöntemi geliştirdi.
*Aaaron Beck Cognitive Terapi’yi (akli bozuklukları, depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemini) geliştirdi.
*Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı.
*Stanley Cohen embriyoloji (embriyon ve gelişimi çalışmaları) dalında Nobel aldı.
*Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yaptı.
*Peter Schultz optik lif kabloyu, Charles Adler trafik ışıklarını,
*Benno Strauss paslanmaz çeliği,
*Isador Kisse sesli filmleri,
*Emile Berliner telefon mikrofonunu,
*Charles Ginsburg ilk bantlı video kayıt makinesini geliştirdi.
*Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini icat etti.
*Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi.
Peki, ama; son 100 yıl içinde Yahudiler sadece bilimsel alanda 104 Nobel ödülü kazanırken, 1.4 milyar Müslüman neden yalnızca 3 Nobel kazandı.
Yahudiler niçin bu kadar yaratıcı ve neden bu kadar güçlüler?
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu yatırımcılara/işadamlarına ve markalarına bakalım:
* Ralph Lauren (Polo), Levi Strauss (Levi's Jeans), Howard Schultz (Starbuck's),  Sergei Brin (Google), Michael Dell (Dell Bilgisayarları), Larry Ellison (Oracle), Donna Karan (DKNY),  Irv Robbins (Baskins & Robbins), Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts),  Richard Levin (Yale Üniversitesi'nin kurucu başkanı).
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu sanatçılara bakalım:
* Michael Douglas, Dustin Hoffman, Harrison Ford, Woody Allen, Tony Curtis, Charles Bronson, Sandra Bullock, Billy Crystal, Paul Newman, Peter Sellers, George Burns, Goldie Hawn, Cary Grant, William Shatner, Jerry Lewis, Peter Falk...
Yönetmenler ve yapımcılar arasındaki Yahudiler:
* Steven Spielberg, Mel Brooks, Oliver Stone, Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210), Neil Simon (The Odd Couple), Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3), Michael Mann (Starzky and Hutch), Milos Forman (One Flew Over The Cuckoo's Nest, Amadeus), Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat), Ivan Reitman (Ghostbusters) ,  Kohen Kardeşler, William Wyler.
William James Sidis,
Sorun kendinize: 250’lik IQ derecesiyle dünyaya gelmiş en parlak insan hangi dine mensuptur?
Sorun kendinize: Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür?
Cevabı şudur: Her çocuğa ve her gence kaliteli eğitim verirler...
Bu eğitim türü sorgulayıcı (teslimiyetçi değil), araştırıcı (ezberci değil) ve yaratıcıdır (bilgi üretmek/bulmak içindir)
Soru: Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Yanlış eğitim verdikleri ve gelişime yararı olmayan birer eğitim sistemi uyguladıkları için (Büyük oranda Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci ve Dayatmacı eğitim...).
Oysa Gezegenimizde yaklaşık 1.476.233.470 Müslüman yaşamaktadır.
Yani, toplam dünya nüfusu içinde her 5 kişiden biri Müslümandır.
Her bir Hindu'ya 2 Müslüman düşmektedir,
her bir Budist'e karşılık 2 Müslüman vardır ve her bir Yahudi'ye karşılık 100 Müslüman bulunmaktadır. Müslümanlar bu kadar kalabalıklar ama neden güçsüzler?
Nedeni eğitim(sizlik)dir!!!
İslam Konferansı Örgütü'nün (OIC) 57 üyesi vardır ve ülkelerin tümünde sadece 500 adet üniversite bulunmaktadır. Yani üniversite başına 3 milyon Müslüman düşmektedir. Başka bir deyişle 3 milyon kişi için bir üniversite yapılmıştır (Bunların kalitesi de başka bir sorundur!).
Fakat sadece ABD'de 5 bin 758 adet üniversite vardır.
Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Deger Listesi”ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren tek bir üniversite yoktu.
Neden?.. Yanıt: Kalitesiz ve ezberci eğitim...
OKUMA YAZMA ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı % 89’dur. Bunların %98’i ise en az ilkokul mezundur ve 100 kişiden 40’ı üniversite mezunudur. 15 Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkedeki okuma-yazma oran ise %100’dür, yani bu 15 ülkede okuma-yazması olmayan tek kişiye rastlamak olası değildir!.
Müslüman ülkelerde durum bunun zıddıdır: 100 kişiden sadece 40’ı okuma-yazma bilir ve herkesin okuryazar olduğu bir tek Müslüman ülke bulunmamaktadır! Bunların %50’si ilkokul mezundur ve sadece %2’si üniversiteyi bitirmiştir.
BİLİM İNSANLARININ ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
ABD’de toplam bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000’dir. 57 Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı ise sadece 230 kişidir. (Akademisyenlerin hepsi bilim insanı değildir. Bilim insanı demek, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir.) Ve her 1 milyon Müslüman kişiye sadece 1 bilim insanı düşmektedir.
Teknisyenler bakımından Müslüman çoğunluklu Arap ülkelerdeki durum daha da kötüdür: Her 1 milyon Müslüman Arap nüfus içinde 50 teknisyen bulunmaktadır. Hıristiyan dünyasında ise her bir milyon kişi içinde 1000 teknisyen bulunmaktadır.
NEDEN?.. Yanıt: Kalitesiz-ezberci eğitim ve ARGE’ye (araştırma geliştirmeye) yeterli kaynak ayrılmaması...
Çünkü Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca % 0,2’sini araştırma-geliştirme bütçesi olarak ayırıyor.
Buna karşın Hıristiyan dünyası araştırma-geliştirmeye % 5 oranında, yani 25 kat daha fazla fon ayırmaktadır.
SONUÇ: 
İslam dünyası yeni bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur.
Ayrıca dünyanın ürettiği bilgiyi kendi halklarına öğretmekte de başarısızdır.
Bunun kanıtı ise ileri teknoloji ihracat rakamlarında saklıdır:
Pakistan’ın  ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın  içindeki oran %1’dir. Suudi Arabistan, Kuveyt, Fas ve Cezayir’in ise % 0,3’tür.
Hıristiyan Singapur'da bu oran % 58'dir.
Gelecek Bilgi temelli toplumların olacaktır
Ilginçtir, Müslüman 57 ülkenin gayri safi milli hâsılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. Buna karşın 310 milyonluk ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte; Çin 8 trilyon dolar,
Japonya 3,8 trilyon dolar ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.)
Mal ve hizmet üretimi: İspanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır.
İşin daha acıklı tarafı ise şudur: İslam Dünyasının gayri safi milli hâsılasının tüm dünya gayri safi milli hâsılası içindeki oranı hızla azalmaktadır.
O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek; kaliteli ve çağdaş eğitim yoksunluğu.
Çok kesin biçimde söylersek; akılcı olmayan, ezberci, teslimiyetçi, din eksenli ve çağdışı eğitim...
Araştırmayı yapan: Dr. Faruk Saleem – İslamabat, Pakistan
BİLİM ADAMLARININ YAPTIĞI BULUŞLAR; TANRININ SIRRINI KEŞFETMEKTİR...
Müslüman Toplumların, Bilimse l çalışmalara yeterince önem vermediklerini vurgulamak üzere; Yine başka bir Pakistanlı, Nobel ödüllü Fizikçi Bilim Adamı şöyle diyor:
Ben Müslüman bir Bilim Adamı olarak, Kur-ani cebimde taşıyorum ama.
Müslümanlar, benim Bilimsel kitabımı, yanlarında taşımıyorlar, ya da, okumuyorlar anlamında, sözler sarf ediyor.
Peki bu yaklaşım, yanlış mı!? Değil..
Bilim Adamları aslında, hiçbir şeyi yoktan var etmiyorlar.
Var olan maddeleri, değişik şeıkillerde birleştirip, yeni başka maddeler buluyorlar,
Normal duyu organlarıyla algılayamadığımız bazı şeyleri algılayabilir hale getiriyorlar.
Örneğin 100-150 sene önce,televizyon dan, görüntülü televizyondan bahsetseniz,
Aynı anda bu görüntülerin, Dünyanın her tarafında izlenebileceğini söyleseniz kim inanırdı?
Gramafonun bulunması,
Ses ve görüntünün kayıt edilmesi
Ampulün bulunması: Elektrik enerjisinin, hayatımızın bütün alanlarında kullanılması, hayatımızı kolaylaştırması,
Nihayetinde, uzay yarışının başlaması,
Ay’a, insanlı uzay aracının inmesi,
Mars’a, Jüpiter’e  uydu gönderilmesi gibi ilerlemeler,
Bizlere Tanrının büyüklüğü ve kudreti konusunda, şok önemli ipuçları veriyor...
Bu hususu, Bilim Adamları, normal insandan, daha fazla bilir...
Rönesans ve aydınlanma döneminde, İtalyan Bilim Adamı, Leonardoda Vinçi’nin Dünya’nın yuvarlak olduğu fikrini ortaya atması,
Portekizli Denizci, Macellan’ın denizden,  hep Batı’ya ,gidilirse, Doğu’ya varılacağını söylemesi,
Ve bunu ispatlaması,
Dünya’nın yuvarlak olduğunu kanıtlaması,
İngiliz Bilim Adamı Sır İsag Newton’un;
Bir elma ağacının altında otururken, bir elmanın yere düşmesini görüp te,
Bu elma niye yere düşüyor da, havaya yükselmiyor gibi aklına soru gelmesi ve nihayetinde, yer çekimini bulması,
Sonrasında, uzay çalışmalarının başlaması, Ay’a çıkılması ,
Uzay çalışmalarının daha üst noktalara gelmesi
Dünya’nın ve tüm gezeğenlerin, yıldızların, boşlukta ve çekim güçleriyle birbirlerini dengeleyip,
Milyonlarca yıl dan beri, konumlarını  muhafaza ettikleri bilinmektedir.
Güneşin, milyonlarca, milyarlarca yıldan beri, Dünyamızı ve güneş sistemi gezeğenlerini aydınlatması ve enerjisinin bitmemesi, Tanrının kudretini göstermesi açısından çok önemlidir.
Dolayısıyla  Bilim Adamlarının yaptıkları şey, Tanrının sırlarını, keşfetmek diyoruz….
Neticede Bilim Adamlarının çalışmaları ve buluşları sayesinde,
İnsanların yaşamına  giren aklı telefonlar, televizyonlar sayesinde yaşam daha kolaylaşırken,
Bu teknolojiye destek veren Devletlerde yaşayan insanların da, refah seviyesi yükseliyor,
Bu gibi devletler, başkaları üzerinde, teknoloji sayesinde, üstünmlük kuruyorlar.
Bu gün yaşadığımız sorunların nedenlerinden bniri de,bu.
Hatırlayacağınız üzere, Hazerfen çelebi, kuşların nasıl uçtuklarını düşünerek, yapay kanatlarla, İstanbul-Galata Kulesi’n den kendini boşluğa bırakması, İstanbul Boğzı’nı  geçerek, Üsküdar Pazarı’nın  üstünde süzülerek, meydana inmesi,
İnsanları şaşkına çevirmiştir.
Aslında teknik açıdan, burada şaşılacak bir şey yok ama
Bu husus, Osmanlı Sarayı’na  kadar gitmiş, normal insan uçmaz.Bu şeytandır.,
Siz kudretli Padişahsınız, sizin yapamadığınızı, bu kişinin yapmış olması,
Sizin kudretinizi gölgeler demişler,
Ve Hzerfen Çelebi’nin  takdir edilmesi gerekirken, O’nu  sürgüne göndermişler…
Aslında binlerce ton ağırlığındaki uçak gemisinin suyun üstünde durması,
200-300, hatta daha fazla insan taşıyan bir jet uçağının havada kalması, uçması da,
Tanrının suya ve havaya verdiği kaldırma gücüdür.
İlim Adamlarının yaptıkları ise;
Bu gücün keşfedilmesi ve nasıl kullanılacağıdır…
Bu örneklerden gelmek istediğim husus şudur:
Kur-an’da aradığınız her şey, tabiatta vardır diyor ama
Arşimed’in bulduğu, suyun kaldırma gücü kanununu bilmezseniz,
Binlerce ton ağırlığındaki, uçak gemisini yapamazsınız.
Havanın kaldırma gücü de, buna benzer.
Bu kanundan yararlanarak, önce balonlar, sonrasında, Zeplin balonları,
Daha sonrada pervaneli uçaklar ve nihayet jet motoru ile çalışan, dev yolcu uçakları yapılmıştır.
Dolayısıyla, biz Müslüman Toplumların, her şey, Kur-an’da var diyerek, böbürlenmemize gerek yok.
Gazeteci –Yazar Ali BEKTAN, bu gibi konularda da, şöule diyor:
Kur_anı  en çok  inceleyip, yararlanmak isteyen Bilim Adamları da, Amerikalılardır diyor.
Amerikalıları, Şam’da Kütüphanede, araştırma yaparken, birçok defalar görmüş.
Saygılarımla. 
                                                           Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ
                                                                      Enerji Uzmanı – Gazeteci Yazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder